
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yeni yasama yılına başladı. Halkın geleceğini etkileyecek pek çok yasa değişikliğinin, yeni anayasa tartışmaları, 2026 yılı için bütçe görüşmeleri yeni yasama yılında gündeme gelecek.
Boşanmalarda ara buluculuk, kadınların nafaka hakkına saldırı ve Diyanetin fetvaları kadınlar için yine zorlu bir mücadele sürecinin alarmını çalarken, adalet bakanının açıklamalarından kadınların medeni haklarına saldırı içeren yasa hazırlığının olduğunu biliyoruz. Mecliste süreç komisyonunun toplantılarında kadınların talepleri, yaşadıkları ise görünmüyor. Öte yandan halkın ana gündemi olan yoksulluk ve buna bağlı olarak milyonlarca işçi ve emekçinin taleplerine uygun bir bütçe düzenlemesi talebi, orta vadeli programda öngörülen kemer sıkma politikalarıyla çelişiyor ve yeni bütçe planlarında bu taleplerin aksine bir yön izlenecek gibi görünüyor.
Meclisin yeni yasama yılında kadınların haklarına yapılması planlanan saldırıları, süreç komisyonunda yer alması istenen kadınların taleplerini, bütçe sürecini Medeni Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz Kampanya Grubundan Tülay Korkutan, Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifinden Feride Eralp ve Küçükçekmece Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Neslihan Karyemez ile konuştuk.
‘Medeni haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz’
İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından kadınların haklarına saldırıda sıra medeni haklarda: Nafaka hakkının gasbı girişimlerinden eşit miras hakkına, boşanmalara ara buluculuk getirilmesinden tazminat hakkına… İstanbul’da oluşturulan, pek çok kadın örgütünden, feminist örgütten, siyasi partilerden kadınların yer aldığı Medeni Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz Kampanya Grubundan Tülay Korkutan, kadınların bu topyekûn saldırılara karşı mücadele edeceklerini söylüyor.
“15 Ağustos’ta Diyanet İşleri Başkanlığının kadınların eşit miras hakkını hedefe koyan hutbesinin ardından feministler, siyasi partilerden kadınlar, kadın örgütleri olarak yan yana geldik, Medeni Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz Kampanya Grubunu oluşturduk. Kadınların eşit miras hakkının bu hutbeyle hedefe konması karşısında hızlıca eylem planları yapıldı” diyen Korkutan, bu sürecin uzun soluklu bir mücadele olacağını söylüyor.
AKP iktidarının ‘ailenin koruması eylem planı’yla birlikte kadınların haklarına dönük saldırıların hızlandığını vurgulayan Korkutan, “Baktığımızda uzun bir süredir AKP kendi politikasını yürütürken kadınların haklarına çok ciddi saldırılarda da bulunuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi bunlardan bir tanesi. ‘Boşanmanın kolaylaştırılması’ adı altında ki böyle bir kolaylaştırma yok, medeni haklara, nafaka hakkına saldırı zaten uzun süredir gündemde” diyor.
“Eşit miras hakkımız, medeni haklarımız kolay kazanılmış haklar değil” diyen Korkutan, “Örneğin ‘Ailenin reisi erkektir’ ibaresinin değiştirilmesi, eşit miras hakkı kadınların mücadelesiyle elde edilmiş haklar ve bu haklarımızı da kolay kolay vermeye niyetli değiliz” diye vurguluyor.
Aile yılı ilanıyla medeni haklara ne yapmaya çalışıldığına dair Korkutan, “Kadınları eve hapseden, güvencesiz esnek çalışma koşullarının artırılması, ev içindeki emek yükünün arttırılması, bakım yüklerinin kadınlara yüklenmesi hedefleniyor. Kadınlar esnek ve güvencesiz işlerde de çalışıyor aynı zamanda. Çünkü evde yapması gereken işler; bakım yükü, temizlik gibi işler kadınların sırtında” diye konuşuyor.
Medeni haklar için mücadelenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen Korkutan, “O yüzden iktidarın, erkek egemen sistemin haklarımıza dönük tüm saldırılarına karşı bulunduğumuz her yerde, yani sokakta, evde, iş yerinde, fabrikada, neredeysek kadın dayanışmasına; kadın örgütlerinin, feminist örgütlerin çağrılarına kulak vermeye, ses çıkartmak için güçlü bir şekilde yan yana gelmeye ihtiyacımız var.
Yoksa bu iktidarın derdi, bizleri evin içine hapsetmek, sürekli haklarımızı kırpmak. Bir bakıyoruz ki bir gecede İstanbul Sözleşmesi ortadan kalktığı gibi; bizim en temel haklarımızın ortadan kalktığı bir sabaha uyanabiliriz. Kadınların çeşitli psikolojik şiddet, fiziksel şiddetle baş başa kaldığı, yedi yirmi dört çalışan, ücretsiz danışma hatlarının olmadığı, güvenli sığınaklarının olmadığı bir ülkede biz kadınların yan yana gelip kadın dayanışmasını birlikte kuracağımız; eşit, özgür, şiddetten uzak bir yaşamı kuracağımız bir mücadele hattına ihtiyaç var” diyerek kadınlara mücadele çağrısı yapıyor.
Kadınlar barış masasında olmadan barış olmaz
Mecliste yaz boyunca ve yeni dönemde kadınları da çok fazla etkileyecek Kürt sorununa dair süreç komisyonunun toplantıları devam ediyor. Kadınların bu sürece dahiliyeti ve taleplerini Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifinden (BİV) Feride Eralp ile konuştuk.
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifinin iki farklı ve birbirini besleyen hattı olduğunu söyleyen Eralp bu iki hattı şöyle açıklıyor: “Bir tanesi kadınların taleplerinin, kadınların sözünün, kadınların çatışmalı sürece dair ve bunun yarattığı koşullara dair deneyimlerinin barış üzerine konuşulurken masada olması. Mesela ‘demokrasi ve barış iç içe’ gibi bir tartışma var ve biz buna, ‘Kadınların eşitliği, özgürlüğü de masada olmadan da barış olmaz’ diyoruz. Demokrasi kadar yaşamsal, kalıcı, demokratik, eşitlikçi sürdürülebilir bir barışın inşa edilmesi için kadınların yani bu toplumun hem yarısı olan hem de savaşı kendi özgün biçimleriyle deneyimleyen kadınların deneyimlerinin barış süreçlerine, çözüm süreçlerine dahil edilmesi elzem.
İkinci bir mücadele alanı da barışın toplumsallaşması. Bu ikisi tabii ki birbiriyle alakalı çünkü kadınların sesinin masada olmadığı bir barış, aynı zamanda da toplumsallaşamaz. Toplumsallaşma dediğimizde, çatışmayla kadınların gündelik yaşamları arasında somut bir bağ kurmak gerekiyor. BİV aynı zamanda bu somut bağı kurmak, bu somut bağı kadınlarla beraber tartışmak için eksikleriyle gedikleriyle de olsa uğraşıyor.”
‘Kadınların siyasete eşit katılımı kriminalize ediliyor’
Bir yasal çerçeve oluşturması beklenen komisyonda bu yasal çerçevenin kadınların özgün deneyimlerini dikkate almaksızın oluşturulmasının tehlikeli olduğunu belirten Eralp, “Bugün, kayyım atamalarına gerekçe gösterilen terör suçları arasında, örneğin ‘eş başkanlık’ meselesi de yer alıyor. Kendisini eş başkan olarak adlandırmak ya da eş başkanlık sistemini uygulamak gibi ifadelerin, terör örgütü üyeliğinin kanıtı olarak görüldüğü ve eş başkanlığın terör cezası verme gerekçesi haline getirildiği bir ortamdan bahsediyoruz kayyım derken. Yani sadece kayyımların, kadın düşmanı uygulamalarından değil kayyım uygulamasının temelinde yatan şeylerden bir tanesi de kadınların siyasete eşit katılımını sağlayan eş başkanlık sistemini kriminalize etmek” diye ekledi.
‘Cinsel şiddet sarmalının savaş politikalarıyla hiç mi alakası yok?’
Kadınların eşitlik mücadelesinin buna ne kadar içkin olduğunu görmeden çözümün yasal çerçevesini oluşturmanın eksik kalacağını, başka türlü çatışmalara da zemin hazırlayacağını söyleyen Eralp “Bunun bir boyutu cinsel şiddet tehdidinin, kadın bedenini bir tür hani ihlal edilecek, tecavüz edilecek alan olarak tariflemenin bir savaş silahı olarak kullanılmış olduğu gerçeği. Belki en çok ablukalarda açıkça ortaya çıktığını gördük. Cizre’de, Yüksekova’da kadınların yatak odalarındaki aynalara rujlarla tecavüz tehditleri yazıldığını gördük özel harekatçılar tarafından. Bu 2016’da yani son çözüm süreci sona erdikten sonra ortaya çıkan savaş halinde yaygın uygulanan bir yöntem olarak ortaya çıktı. Bunun herhangi bir yaptırımla karşı karşıya kalmamış olması, özel harekatçı erkeklerin bunları kendi sosyal medya hesaplarından paylaşmalarına rağmen korunup kollanmaları, bir tür cinsel şiddetin veya tehdidinin bir savaş silahı olarak kullanılmasının meşru olduğu gibi anlayış ve algı yarattı. Ve biz son on yılda çokça birtakım özel harekatçıların, koruyucuların, uzman çavuşların, çocuklara, genç kadınlara, sistematik tecavüzleri, bunun sonunda açılan davalar, bir kısmında cezasızlıkla karşılanması gibi bir tür cinsel şiddet sarmalını gördük.
‘Bu cinsel şiddet sarmalının savaş politikalarıyla hiç mi alakası yok?’ diye dolayısıyla soruyoruz. Bu soruyu sormadan tartışılacak bir yasal çerçeveyle, bunun savaş gerçekliğinden çıkarılıp gündelik hayata entegre edilecek bir erkek şiddeti biçimi olacağını düşünüyoruz” diye konuştu.
Kadınların talepleri komisyonda dinlenmeli
Eralp’a komisyondaki sunumları ve BİV’in talebini soruyoruz: “Komisyon toplantılarını tutanaklardan takip ediyoruz. Gerçekten de çok değerli sunumlar oldu, çok değerli konuşmalar oldu. Ama yapılan konuşmalarda hiç kimse, hiçbir uzman, hiçbir sivil toplum kuruluşu vesaire kadınlara yönelik suçların savaşla ilişkisine, bugün bu ülkede çok yaygın biçimde yaşanan erkek şiddeti ve etrafında kurulan cezasızlık iklimi ile güvenlikçi politikaların ilişkisine dair bir bağ kurmadı. Bu bağın kuruması gerektiğini düşünüyoruz. Biz 5 talebimizi de bu doğrultuda şekillendirdik. Taleplerimiz sadece kadınları ilgilendiren talepler değil. Ama kadınlar dile getirmezse dile getirilmeyecek talepler bir kısmı.”
Komisyonda dinlemeleri bitirme eğiliminin komisyon başkanı tarafından dile getirilmeye başlanmasına dair Eralp, “Kadınları dinlemenin önceliklendirilmediğini gördük. Çokça çevreyi dinlemeye vakit bulunuldu. Buna savaş suçu işleyen, infaz kararları veren Hizbullahçılar da dahil. Söz konusu Hizbullahçıları dinlemek olunca 'artık dinlemeleri bitirelim hadi devam etmemiz lazım' gibi bir yaklaşım olmadı. Özellikle son beş yılın Meclis komisyonları pratiğinde giderek kadın örgütlerini, feminist örgütleri uzağında tutmak, onun sözünün resmi tutanakta olmasını istememek yaklaşımının olduğunu görüyoruz. Söz konusu barış olduğu zaman da kadın örgütleri en sona bırakılıyor” diye konuştu.
‘Bütçeden hakkımızı istiyoruz’
Bütçe görüşmeleri yaklaşırken kadınların Mecliste bir diğer gündemlerinden biri de bütçeden talepleri. Üç yıldır her çocuğa okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek verilmesini talep eden kadınlar mücadelede ısrarcı. Küçükçekmece Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Neslihan Karyemez bu sene gözlemlediklerini anlatıyor: “Küçükçekmece Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği olarak düzenli, düzensiz eğitimin sorunlarını konuştuğumuz Zühtü Şen Yuva İlkokulunun velileri bize şöyle bir tablo çiziyor: ‘Sabahın erken saatlerinde okul bahçesinde çocuklar koşuşturuyor; kimisinin sırtında eski bir çanta, kimisinin ayağında geçen yıldan kalma ayakkabılar. Kalabalık gürültünün hiç bitmediği sınıflarda açılıyor defterler, kalemler sıralara bırakılıyor. Sınıfın gürültülü ortamına bir de kahvaltı yapılmadan gelinen aç midelerin sesleri’ Bu sadece bir okulda yaşanan sorunlar değil. Türkiye’nin birçok emekçi mahallesindeki okullarında okuyan çocukların yaşadıklarını yaşıyor Küçükçekmeceli çocuklar.”
Çocukların beslenme çantalarının yıldan yıla boşaldığını söyleyen Karyemez durumu şöyle ifade ediyor: “‘Çocuğumun beslenmesine sadece tost ve simit koyabiliyorum,’ ‘Yumurtayı bile koyamıyorum, neyi koysak şaşırıyoruz artık’ diyen birçok veli ile temas ettik. İki yıldır söylediğimiz gibi bugün memleketin en canın yakıcı sorunlarından biri çocukların okula aç gitmesi.”
‘Bütçe yok’ yalanı
Karyemez hükümetin “Bütçe yok” söylemlerinin boş olduğunu söylüyor: “Tasarruf’ deniyor ama tasarruf; velinin sofrasından, çocuğun beslenmesinden, öğretmenin dayanışmasından kesiliyor. Öğretmenler desteksiz, veliler borç içinde, çocuklar yetersiz beslenmeyle okula geliyor. Bir örnek verelim, 2024 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi, bir önceki yıla göre yüzde 41 artırılarak 130 milyar 119 milyona çıkarıldı. Bu farkla yalnızca Zühtü Şenyuva’daki 2 bin 833 öğrencinin üniforması, bu bütçenin yüzde 0.002’siyle alınabilirdi. Türkiye’de 5 milyon 220 bin öğrenciye her gün bir öğün sağlıklı yemek verilebilirdi.”
Karyemez bu sene de kadınların, çocuklar için bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek ve parasız eğitim talebinde ısrarcı olacağını ve mücadeleyi sürdüreceklerini ifade ediyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN