Hayatlarımız da mücadelemiz de senaryo değil!
'Onlarca yıldır televizyon ekranlarının vazgeçilmez kadın kuşağı sunucuları nedense kadına yönelik şiddetin altta yatan nedenlerinden hiç bahsetmiyorlar.'

25 Kasım'a giderken heybemize katledilen onlarca kadın ve çocuğun isimlerini ekledik bu yıl da. Kadına ve tüm canlılara yönelik şiddet, devlet eliyle meşrulaştırılmaya çalışılırken yaşanan bu cinayetler bakanlıklar ve yandaş medya aracılığıyla münferit bazı olaylar olarak arşive kaldırılmaya çalışılıyor. Ancak bizler çok iyi biliyoruz ki her cinayette uygulanmayan yasaların, cezasızlık politikalarının yarattığı bir sürecin içine çekiliyoruz.

PROGRAMLARIN İLK REFLEKSİ: KADINI SUÇLA

Onlarca yıldır televizyon ekranlarının vazgeçilmez kadın kuşağı sunucuları nedense kadına yönelik şiddetin altta yatan nedenlerinden hiç bahsetmiyorlar. Dillerinde sistemin kadının tüm yasal haklarını nasıl görmezden geldiği, istihdama katılmak isteyen kadına neden fırsat verilmediği, kadınların kazanılmış haklarının nasıl yok edilmeye çalışıldığı yok. Çünkü onlar da bu sistemin içinde ve onu korumak zorunda. Bir çocuk kaybolduğunda, bir genç intihar ettiğinde, kadın şiddete uğrayıp kocasını, çocuklarını terk ettiğinde alttan alta kadını suçlarlar. Onlar için en kolayı budur ve sistemin devamını sağlamak için böyle davranmakta bir sorun görmezler. Kadınlara sunulan sabah ve öğle kuşakları ile bizi ekrana kilitleyerek toplumsal olaylara duyarsız hale getirmeye çalışırlar.

Sabahtan akşama kadar şiddeti bir dizi senaryosu gibi önümüze koyan bu programların, kadına yönelik şiddeti körüklediği apaçık ortada. İzleyicisi yine en çok kadınlar olan bu programların bir de kahraman sunucuları var. İşlenen suçu ve suçluyu üreten politikaları ele almadan, sadece şahıslar üzerinden yorum yapan yardımcılarıyla birlikte şiddeti senaryo haline getirerek gerçekliği bir diziye dönüştürüyorlar adeta. Ertesi gün, bir ertesi gün derken dizi takip eder gibi takip ediliyor bu programlar. Kendi yaşamında her türlü konfora sahip sunucu profilleri, sanki sağlıklı annelik yapabileceği bir yaşam süreci olmuş gibi ya da yeni bir hayat kurabilmesi için tüm koşulları sağlanmış gibi hem ekonomik hem hukuki çıkmazları olan kadınları diğer kadınların önüne hedef tahtası gibi koymaktan çekinmiyor. Nedenleri ortaya konmadığı için "Bu nasıl anne?", "Bu nasıl evlat?", "Kadın kadına bunu yapar mı?", "Bunca yıl niye katlanmış" gibi bir dizi kadını kadınların hedefine koyan tespitler üretiyor.

Katil yakalamak, cinayet sırları çözmek bu programların görevi haline gelmiş durumda. İzleyicilerin "güçlü kadınlar" diye tarif ettikleri bu sunucular, "Devlet kadınları neden koruyamıyor?", "Bu iktidar döneminde büyüyen çocuklar neden birer suç makinesi haline geliyor?" sorularını tartışmıyor. Derinleşen yoksullukla birlikte aile içi şiddetin artması, kadını ve çocukları koruyacak yasaların uygulanmaması, uluslararası ve geniş kapsamda kadın erkek eşitliği, kadın ve çocukların yaşam güvencesi niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi'nin feshi bir gün bile konu edilmiyor. Bu programlar her türlü şiddet karşısında kadınları sakinleştirme, alıştırma görevi görüyor. Aslında şiddetin var olduğunu ve hep var olacağını düşünen kadınları haklarının olduğu bilincinden uzaklaştırıyor.

Özünde sorunun ne olduğu ve kadınların nelerin karşısında mücadele etmeleri gerektiği sorusu yok bu programlarda. Şiddet önleme merkezlerinin, sığınmaevlerinin sayısı ve niteliği, çalışmak isteyen, çocuğu olan kadınlar için kreş, nafaka hakkı, güvenceli iş imkanı gibi konular yok. Şiddetten kaçmak isteyen kadınların bu koşulların sağlanmamasından kaynaklı şiddet karşısında sessiz kalmak zorunda bırakılması hiçbir bölümünde yer almıyor bu programların.

25 KASIM'I EL ELE KARŞILAYALIM

AKP iktidara geldiği günden bu yana kadın haklarını ortadan kaldıran politikalarıyla, kadını korumak yerine katillerin karşısında savunmasız bırakan hukuki düzenlemeleriyle, yargı sistemini cezasızlık politikaları üreterek kullanmasıyla, kadınların cinsiyet rolleri üzerinden yaptığı tartışmalarla, yandaş medyasıyla sistematik bir biçimde kadına yönelik şiddeti önü alınamaz hale getirdi. Gelinen noktada her gün bir ya da birden çok kız kardeşimizin Türkiye’nin herhangi bir ilinden gelen ölüm haberleriyle sarsılıyoruz. Dahası, şiddetin daha da vahşileşen biçimleriyle buz kesiyoruz adeta. Gündüz vakti bile arkamıza bakmadan yürüyemiyoruz. Katil üreten, katillere hesap sormayan bu düzende can güvenliğimizi talep edecek, sadece yaşamak istiyoruz diyecek kadar tehlikedeyiz artık. Şimdi önümüzde açık programlarda dizileştirilmeye çalışılan hayatları bir kenara bırakıp gerçeğimize, hayatımıza dönmemiz lazım. Şikayet etmenin, ölen kız kardeşlerimizin fotoğraflarını paylaşıp isyan etmenin ötesine geçmek zorundayız. Artık her gün kaybettiğimiz kız kardeşlerimizin hesabını sormak zorundayız. Sürekli hayatlarımızı koparan bu düzene karşı yan yana gelmeli ve yaşam hakkımızı hep birlikte savunmalıyız. Mahallelerde, okullarda, iş yerlerinde, fabrikalarda, kadınların olduğu her alanda el ele verip 25 Kasım'ı mücadele kararlılığıyla karşılamalıyız.

Görsel: Canva Pro Kolaj, Ekran görüntüsü "Müge Anlı ile Tatlı Sert" Youtube hesabının "Müge Anlı ile Tatlı Sert 30 Mart 2020 - Tek Parça" başlıklı videosundan alınmıştır.


İlgili haberler
Rolleri pekiştirme aracı: Gündüz kuşağı programlar...

'Aklıma ister istemez şu düşünceler takılıyor: Toplumdaki ahlaksızlığın ve cehaletin televizyon ekra...

Kadına yönelik şiddetin meşrulaştırıldığı yer: Gün...

Televizyon programları, kadına yönelik şiddetin çeşitli türlerini de adeta bir meta haline getirerek...

Dönüşen gündüz kuşağı programlarında değişen bir ş...

‘Dramatikleştirme, şiddetin farklı türlerini yaşayan izleyiciler üzerinde ‘Benim yaşadığım bu kadını...