Cezaevinden sorularımızı yanıtlayan Raperîn: ‘Uzatılacak her ele ihtiyacım var’
Kendisini dolandıran, tecavüz girişiminde bulunan adamı arbede sırasında öldüren Kürt müzisyen Raperîn, ilk kez konuştu: ‘Mahkemede erkek mantığı ile yargılandığımı anladım...’

Gazetelerin “İstanbul’da 401 No’lu odada cinayet randevusu!” başlığıyla duyurduğu olay, hiç de medyanın kurguladığı gibi tasarlanmış bir cinayet değildi. Cüneyt Pala’nın hayatını kaybettiği olayın asıl mağduru Dilek Demir ve Gülşah Şat isimli iki kadındı.

Modellik vaadiyle, ‘Fotoğraf Sanatçısı Sarkis Margosyan’ olarak tanıdıkları Cüneyt Pala tarafından dolandırılmışlardı. Hem dolandırıcı Pala’ya kaptırdıkları paralarını hem de elindeki fotoğraflarını geri almak için bir plan yaptılar. Cüneyt Pala ile İstanbul’da bir otel odasında buluştular. Yaşanan arbede sırasında bıçakla yaralanan Pala, ambulans gelene kadar kan kaybından öldü.

İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın haziran ayındaki karar duruşmasında Dilek Demir ve Gülşah Şat, “kasten öldürmek” suçuyla müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza, suçun haksız tahrik altında işlenmesi ve mahkemedeki iyi halleri nedeniyle 12 buçuk yıla düşürüldü.

Cüneyt Pala otel odasındaki buluşma sırasında kadınlara saldırmıştı. Gülşah daha önce de Cüneyt Pala’nın tecavüzüne uğramış, Dilek ise tecavüz girişimine maruz kalmıştı. Kadınları savunan avukatların, Pala’nın organize dolandırıcılık faaliyetleri dolayısıyla ilişkide bulunduğu kişilerin araştırılması ve daha önce de benzer saldırılarına maruz kalan kadınların dinlenmesi talepleri ise mahkeme tarafından kabul edilmedi.

Mahkeme sürecinde Dilek Demir’in Kürtçe müzik icra eden Raperîn olduğu anlaşıldı. Aynı zamanda okul öncesi öğretmenliği yapan Dilek Demir’i asıl yıkan ise bu süreçte 12 yaşındaki kızı Berfin’in intihar etmesi oldu. Küçük kızın “annesinden uzak kalmaya dayanamayarak intihar ettiği” yazıldı.

Dilek Demir, şimdi Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde... Hem kızını kaybetmenin acısıyla hem de kandırılmış ve haksızlığa uğramış olma duygusuyla baş etmeye çalışan Dilek Demir, cezaevinden yazdığı mektupla sorularımıza yanıt verdi.


Cüneyt Pala ile tanışmanla başlayan ve şu anda cezaevinde olmanla sonuçlanan süreçte yaşadıklarını biraz anlatır mısın?
Cüneyt Pala’nın adını bile olay sonrası polislerden öğrendim. Instagram üzerinden sahte hesabı ile bana ulaşıp Burberry markasının yüzü olmamı teklif ettiği zaman, markanın yüzlerini inceledim. Hayatım boyunca hep farklı bir yüzümün olduğu söylenirdi, Sarkis de aynı şeyi söyleyince bana normal geldi. “Olağanüstü güzel bir yüzün var” deseydi inanmazdım, ama “Farklı” deyince inandım. Çevremdeki herkes de inandı. Sonrasında çeşitli markalara ait kaşe ve imzalı evraklar da sunduğunda tamamen inandım. Karşınızdaki insan kendi inandığı takdirde sizi inandırması daha kolay oluyor. Psikopat, şizofrenik bir insanla muhatap olduğumu nereden bilebilirdim ki?

Ayrıca bu teklif geldiğinde nasıl bir ruh halinde olduğumu hiç anlatmadım, size anlatmak isterim... Genç, yakışıklı bir avukatla yeni evlenmiştim. Daha önce bir evlilik yaptığım için sürekli eşimden ve ailesinden dul yaftasıyla; bir de eşimden fiziksel ve psikolojik, ailesinden ciddi psikolojik şiddet gördüm. Vasıfsız, çirkin ve dul bir kadın olduğumu hissettirmek için ellerinden geleni yaptılar. Öz saygım ve olumlu benlik algım yerle bir olmuştu. Tam da o süreçte Sarkis ile tanışmam, yapılan teklif çok iyi gelmişti. Normalde inanmayacağım bir şeye inandım yani. Eşim ve ailesi ömrümce affetmeyeceğim insanlardır. Sonra da Cüneyt Pala, hiç tanımadığı bir kadının hayatını bitiren bir insan, asla affetmeyeceğim. Bu teklifi aldığımda eşim, “Seninle bir gelecek göremediğim için kararına karışmıyorum” dedi. Bu söz beni paramparça etti ve Cüneyt Pala’nın canice planlarının malzemesi ve mağduru oldum. Bu insan beni hâlihazırdaki hayatımdan soğuttu, hayal alemine sürükledi. Modellik konusunda da çok hevesli olmadığım için müzisyen yönümden yürüdü; en iyi müzisyenlerle çalışabileceğimi ve dünyaca ünlü bir sanatçı olabileceğimi söyledi. İkna kabiliyeti o kadar yüksekti ki ona inanmamak mümkün değildi. Sorduğun her soruya makul bir açıklaması vardı. Beni ikna etmek için son derece ciddi emek harcadı, böylelikle yaşadığım gerçek dünyadan beni kopardı.

Ağabeyin Fırat İlim, bir röportajda, bu olayın ‘basit bir cinayet ve dolandırma işi olmadığını’ söylüyor... Sen nasıl değerlendiriyorsun, tüm bu yaşadıklarını ve mahkeme sürecini?
Evet bu kesinlikle saf bir dolandırıcılık olayı değil. Bir kadının hayatını mahvetmeye yönelik aylar süren hummalı bir çalışmanın eseriydi. Bu süreçte ailem de inandığı için destek oldular, onlardan gizli saklı bir şey yapmadım. Tecavüz girişiminden şantaja kadar, maddi çökertmeden manevi yıkıma kadar hepsini yaşadım; fakat ataerkil bir ülkede erkek daima haklıyken, tüm bu yaşadıklarımın, cezaevinde yaşadığım korkunç yıkımın bile mahkeme nazarında bir karşılığı olmadı. Sizi yaradanın adaletini gördüğünüz zaman insanlardan adalet beklememeyi öğreniyorsunuz. Duruşma sonrası kapı arkasında kararı beklerken heyetin kendi arasında “Meşhur olmak için neler yapmışlar” sözünü duyduğumda erkek mantığı ile yargılandığımı anladım. Aylarca travmatize edilmiş olmam, sahip olduğum her şeyi kaybetmiş olmam, olay esnasında darbedilmiş olmam da hiç önemli olmadı... Hatta sırf ambulans çağırmış olmam bile öldürmek kastında olmadığımın deliliyken kasten öldürmekten ceza aldım. Üstelik alt sınırdan bile verilmedi cezam. Tabii bu cezada suç ortağım Gülşah’ın üstün zekalı ve ahlaklı avukatlarının daima beni suçlamış olmasının da katkısı büyük. Kadın kadına saldırıyorken erkekten ne beklenir ki? Bu yüzden Gülşah hakkında çok konuşmak istemiyorum?

Mahkemeden gördüğüm adaletsizliğin üzerine istinaf ve Yargıtay’dan adalet beklemiyorum. Üç aydır söz edilen affı bekliyorum. Belki öyle serbest kalabilirim, o zaman makus talihimin döndüğüne inanabilirim, belki.

Mahkemede 12 buçuk yıl hapis cezası aldın ve cezaevindeyken kızını kaybettin. Bunca şeye rağmen ayakta kalmaya çabalıyorsun. Bunu başarabilmek için neler yapıyorsun, cezaevinde nasıl bir yaşamın var?
Hayatımın en acı olayını cezaevinde yaşıyorum, en sevdiğim insanı kaybettim. O varken buradan çıkabilmek için kendimi paraladım. Ondan sonra çıkmayı çok dert etmiyorum. Ölmeyi çok düşündüm, hiç korkum yok. Fakat babam açık görüşlerde onlara bu acıyı yaşatmamam için bana defalarca ağlayarak yalvarınca kıyamadım onlara. Öyle bir yerdeyim ki her yanım çığlık çığlığa, beni hayata ancak ailem ve müzik bağlayabilir artık. Ve bundan sonra bütün şarkılarım küçük meleğim içindir, ona çok şeyler yazıyorum. Onu çok özlüyorum. Başka hiçbir bebeğe süt vermeyeceğim, hiçbir bebeği karnımda taşımayacak, ağladığı zaman göğsüme bastırmayacağım. Onunla beraber benim anneliğim de öldü. Onu görmeden de severim ben. Rüyalarımda onu kokluyor, öpüyor, ona sarılıyorum. Bazen de şiirler şarkılar yazıyorum ona:

Sen benim küçük beyaz kelebeğim
40 günmüş kelebeğin ömrü, gerçekmiş
yana yana öğrendim.
Artık tamam, bende ölebilirim.

Burada kitap okuyorum, hiç düşürmedim elimden kitapları. Bir şeyler yazıyorum, kütüphanede çalışıyorum gönüllü olarak. Zaman hızla geçiyor ama delip de geçiyor işte. İki ayda 12 kilo verdim. Onun sevdiği hiçbir şeyi (ekmek dahil) yiyemiyorum. Biliyorum, bir ömür böyle geçecek.

KADINLARDAN DESTEK BEKLİYORUM

Bizi okuyan kadınlara bir çağrın, söylemek istediğin herhangi bir şey var mı?
Suç ortağım konumunda bulunan Gülşah, mahkeme süresince üç maymunu oynadı. Hiçbir şey bilmiyor, görmemiş, duymamış. Benim üzerime oynayarak olaydan çıkmaya çalıştı. Bana en çok koyan şey kadının kadını ezmesi. Biz birlik olmazsak, birbirimize destek olmazsak işte böyle erkeklerin insafına kalırız. Sizin aracılığınızla kadına desteklerini esirgemeyen sanatçı dostum Rojin Ülker’e, Avukat Eren Keskin ve Avukat Jiyan’a, 15 yıllık dostum Avukat Şule Yıldırım’a ve elbette size, gönlü benimle olan tüm kadınlara teşekkür ederim. Bir de Ekin Su’m var. Can yoldaşım oldu bu süreçte, sadece avukatım değil Su, kardeşim, canım, dostum... Bunlar çok değerli benim için. Avukatım Ahmet Avşar ise bir erkek olduğu halde beni burada bir gün bile yalnız bırakmadı. Buradan kurtulmam için, ceza almamam için çok emek harcadı. Bana her konuda inandı, asla erkek mantığı ile yaklaşmadı bana; ön yargılı davranmadı, beni yaftalamadı. Bu insanlar olmasa ne yapardım bilmiyorum. Bu acılar katlanılmaz olurdu; şimdi buradan çıkmak, aileme ve dostlarıma sarılmak, aranjörüm Erdem Altınses ile deli şarkılar yapmak, onunla gülmek ağlamak ve de babamla karşılıklı rakı içmek istiyorum. Bu içimde uhde kalmıştır.
Elbette ki tüm kadınlardan destek bekliyorum, tüm insanlardan... Çünkü mağduriyetim ortada, uğradığım haksızlıkların sonu gelmiyor. Bana uzatılacak her ele ihtiyacım var. Hep birlikte uzanıp beni bu balçıktan, bu bataklıktan kurtarın, ne olur! Size çok duygulu şarkılar söyleyeyim.




İlgili haberler
GÜNÜN DAYANIŞMASI: Çinli sanatçıdan Zehra Doğan’a...

Çinli sanatçı Ai Weiwei tutuklu kadın gazeteci Zehra Doğan’a dayanışma mektubu yazdı. Weiwei mektubu...

GÜNÜN RAKAMI: Türkiye ‘cezaevi nüfusu’ en çok arta...

Türkiye’de ‘cezaevi nüfusu’ giderek artıyor. Annesiyle birlikte cezaevinde kalan 700’den fazla çocuk...

Tutuklu avukattan mektup: Duvarların ardında yalnı...

Tutuklu avukat Sezin Uçar, cezaevinden Ekmek ve Gül’e gönderdiği mektupla 5 Nisan Avukatlar Gününde...