OHAL: Ölüm gibi bir şey oldu ama ölmeyeceğiz
Kadın akademisyenler barış imzacısı oldukları için yıllarca emek verdikleri üniversitelerden uzaklaştırıldı.Bunun sıfıra döndürme hamlesi olduğunu ama dayanışmayla hep artıda kaldıklarını anlatıyorlar

Türkiye’de kadınların belli mesleklere girebilmeleri, kimi mesleklerin içinde de belli branşlarda kendilerine yer açabilmeleri uzun ve zorlu mücadelelerle oluyor. Tıp alanı da, kadınlar için bir çok zorlukla dolu bir alan. Hele kimi branşlarda kadınların kendilerine yer açabilmek için hem kendi çevrelerinde hem de tıp dünyasının duvarları içerisinde hayli uğraş vermek zorunda kaldıkları bir gerçek. Bu uğraşların da, zorlukların da hâlâ bitmediğini, devam ettiğini biliyoruz. İşte bu duvarları aşarak çocuk cerrahı olmuş, mesleğini de, çocukları da, bir sağlıkçı olarak yaşam kurtarmayı hayatının temeline yerleştirmiş başarılı bir kadın doktorun hikayesini paylaşacağız sizinle. Denizli’de Pamukkale Üniversitesi’nde çocuk cerrahı olarak çalışan Nergül Çördük OHAL KHK’ları ile üniversiteden, onu bekleyen çocuklardan uzaklaştırıldı. Uzaklaştırılmasına gerekçe ise akademisyenlerin barış bildirisine imza atması, yani barış istemesi. Herkes için ve çocuklar için barış isteğine imza vermesi. Nergül, kendi geleceğini düşünürken ve plan yaparken, planlarının ve endişelerinin temeline yine kendisine ihtiyacı olabilecek çocuklara ulaşma telaşını koyuyor. Nergül’den dinleyelim.


Nergül Çördük

Çocuk cerrahı olmaya nasıl karar verdin? Bu alana girmek zor olmadı mı?
Öğrenci iken karar vermiştim, idealimdi. Şimdi kadın çocuk cerrahı sayısı fazla. Ancak o zamanlar bir kız öğrenci ‘ben çocuk cerrahı olmak istiyorum’ dediğinde asistanların alay eder tarzda güldüklerini hatırlıyorum. Özel olarak kadın olduğum için bir sıkıntı yaşadığımı söyleyemem. Ama şunu gözlemliyordum ki, erkek asistanlar hata yaparsa bu erkek olduklarına verilmezken kızlar yaparsa bu hemen kadın olmaya bağlanıyordu. Yani senin herşeyi mükemmel yapman gerekiyordu.

OHAL sürecini nasıl yaşadın? Önce soruşturmayla başlayan bir süreç, ardından KHK ile ihraç edildin.
Barış için akademisyenler tarafından hazırlanan bildiriye attığım imzadan hemen sonra savcılıktan ve üniversite tarafından soruşturma açılmıştı. OHAL sürecinde her çıkan KHK ile ihraçlar oluyordu. Ben de ihraç edilebilme olasılığımı düşünüyor ve KHK’ları takip ediyordum. Yaklaşık bir yıl bu şüphe ile yaşadım. İnsan hiçbir plan yapamıyor bu süreçte. Bugün çalışıyorum ama yarın bir işim olmayabilir şüphesiyle devam ediyorsun yaşamaya.
Her KHK’da yüzlerce akademisyenin sorgusuz sualsiz ihraç edildiğini görüyordum. KHK’ya bakıp da adımı listede görmedim diye de sevinemiyor insan zaten. Vicdanen rahatsız oluyorsun.

BU YAŞATILANLAR ASLA TELAFİ EDİLEMEZ
İhraç edildiğini nasıl öğrendin? Neler hissettin?
KHK yayınlanmıştı yine. Ben daha ismimi göremeden telefonlar çalmaya başladı. Acı haber tez yayılırmış :) Kısa bir süre sonra da evim insanla doldu. Ölmüş gibi hissettim. Bir şarkı sözü geldi o an aklıma “ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.” Ardından da “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım. Bu da gelir bu da geçer ağlama” türküsünü söyledim. Ben bir süredir listede adımı görünce ne yaparım diye kafamdan prova yapmıştım. Ama aileme, yaşlı anne babama nasıl söyleyeceğimi düşünmemiştim. Bu yüzden ilk kaygım haberi alınca onların sağlık sorunu yaşama endişesi oldu. Hemen annemi arayıp izin alıp yanlarına gideceğimi söyledim. Benim iyi olduğumu görsünler ve kendim söyleyeyim diye. Ancak birisi benden önce davranıp telefonda söylemiş anneme. Tansiyonu yükselmiş, geçici bir fenalık geçirmiş. Neyse ki daha kötü bir şey olmadı. Bu yaşatılanların hiçbiri telafi edilemeyecek. Ama ya annem kalp krizi geçirip hayatını kaybetseydi! İhraç edildiği için intihar edenler de oldu. Ben şu anda bu satırları yazarken de açlık grevinin 107. gününde ve hayatları her an sonlanabilecek iki genç insan var. Kendimi düşünemiyorum o yüzden. Her şey atlatılabilir bir şekilde. Ama yaşam kaybı kabul edilebilir, katlanılabilir bir acı değil.
Gerek ihraç edildiğim gün ameliyat ettiğim, gerek bir gün sonrasına ameliyat randevusu verdiğim ya da yıllardır takip ettiğim hastalarımla aniden ilişiğimin kesilmesi, hastalarımı devretmeme bile imkan verilmemesi oldukça üzücü, kaygılandırıcıydı. Yıllardır onca sıkıntıya katlanmak için diğer bir önemli nedenim olan öğrencilerimden koparılmış olmam da beni oldukça üzdü.

Ailen, yakın çevren, iş arkadaşların... Onların yaklaşımı nasıl oldu?
Gerek ailem gerek yakın arkadaşlarım elbette çok destek oldular, olmaya da devam ediyorlar. Barış talep eden, yaşam hakkının korunmasını isteyen bir bildiriye imza atmanın ihraç nedeni olamayacağını hangi düşünceden olursa olsun paylaştığım herkes ifade etmekte ve desteklerini dile getirmekteler. Ancak bu durumun bazılarında aynı zamanda derin bir korku da yarattığını, düşüncelerini dahi ifade etmekten çekindiklerini de fark ediyorum.

İhraçtan sonra neler yaşadın, yaşıyorsun? Neler yapmayı planlıyorsun?
İhraç edilmemin üzerinden henüz üç ay geçti. 15 yıldır yaşadığım şehirden, evimden çantamı alıp çıktım. Yıllarca oldukça yoğun çalışmıştım. O nedenle böyle bir fırsat varken biraz dinlenmek istiyorum :) Ancak şimdiden işimi özledim. Özel sektörde iş bulmak zorundayım. Hiç çalışmayı düşünmediğim bir alan. Çocuk cerrahisi hastalarının yüzde 80-90’ı ekonomik durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarıdır. Ayrıca yine önemli bir kısmı donanımlı bir hastanede, deneyimli hekimlerce bakılması gereken hastalardır. Büyük şehirlere gitmelerine gerek kalmadan bulundukları şehirde bu imkanı onlara sağladığım için mesleğimi mutlulukla sürdürmekteydim. Gerek ekonomik gerekçeler gerek mesleğimi sürdürmek için özel sektörde çalışmak zorunda bırakılmamın ciddi zihinsel sıkıntısını yaşıyorum.
Yıllarca emekten sonra şimdi bu yaşta tekrar sıfırdan başlayacakmış gibi hissediyorum. Sıfırdan başlamak da sorun değil de yapabileceklerinin sınırlı olması... Bu süreçte bir şekilde mesleğimi sürdürmeye devam edeceğim. Şu anda ne yazık ki hukuksal olarak da pek hakkımızı arayamıyoruz ancak tüm yolları deneyip hukuk mücadelesini sonuna kadar sürdürmeyi düşünüyorum.


İNSANLAR ÜZÜLDÜKLERİNİ BELİRTİYOR AMA ŞAŞIRMIYORLAR
Bu değişikliklerle nasıl baş ediyorsun? Bu sürecin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsun?
Haksız, hukuksuz uygulamalara maruz kalan tek kişi ben değilim. Haklı olduğunu bilmek tek başına insanı güçlü kılan bir duygu. Destek ve dayanışma ile daha da güçlü oluyorsun.
Bu yanlışların çok kısa sürede düzeltileceği beklentisinde değilim. Ancak bir gün bu hukuksuzlukların biteceğine ve adaletin geç de olsa geleceğine inanıyorum.

İnsanların “ne iş yapıyorsun” sorusuna nasıl yanıt veriyorsun şimdi?
Doktorum diyorum. Ama ikinci soru “Nerede çalışıyorsun” sorusuna “İşsizim. İhraç edildim” diyorum. O kadar çok ihraç var ki insanların çevrelerinde, hiç şaşırtıcı olmuyor sanırım. Elbette üzüldüklerini belirtiyorlar. Ama şaşırmıyorlar. Belki de asıl sorun bu. Bu duruma şaşırmıyor olmak, kanıksamak…
Bir de şunu söylemek istiyorum. İhraç edilmek ve bu nedenle işsiz kalmak benim suçum değil. Bu nedenle bunu dile getirmekten çekinmiyorum. Ama şunu gözlüyorum ki herkes bu kadar rahat değil bu durumu dile getirmek konusunda.

Çocukları çok sevdiğini biliyoruz…
Evet. Kendi çocuğum yok. Hiç evlenmedim. Dünyada en çok sevdiğim varlıklar çocuklar. Onları yaşatmak için doktor, çocuk cerrahı oldum. Ve hayatım onları yaşatmak için uğraşmakla geçti. Bir çocuğumun olmasını da çok isterdim. Ama bu fedakar yoğun iş hayatım nedeniyle kendi hayatımı gözardı ettim. Dışarıdan bakıldığında evli ve bakmakla yükümlü olduğum çocuklarımın olmaması bir avantaj. Ama içime baktığımda, “elimde bir sevdiğim işim vardı. Şimdi o da yok” diyorum.

Lülüfer Körükmez

OHAL’LE KADINLARIN
KALELERİ YIKILMAK İSTENDİ

Barış imzacısı diğer 8 akademisyen ile birlikte 2002 yılından beri çalıştığı Ege Üniversitesi’ndeki işine son verilen sosyolog Dr. Lülüfer Körükmez, yaşadığı deneyimi “yapmayı bildiğimiz tek işi yaptığımız yeri kaybettik ya, arkasından başka yerlerde yeniden nasıl üretirizin peşine düştük… Neydi bizim üniversitede çalışırken amacımız; bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak öğrenciler yoluyla… Bunun duvarlarla sınırlı olmadığını, başka yerlerde ve başka biçimlerde yapabileceğimizi, yapmayı öğrenebileceğimizi gördük. Onu deneyimliyoruz ve o da çok güzel gidiyor” sözleriyle açıklıyor. İşsiz kalmanın eğitim seviyesi ya da işi ne olursa olsun kadınları benzer biçimlerde etkilediğini söylüyor; “Nihayetinde gelire bağımlı, paraya bağımlı bir hayat yaşıyoruz. Yardım alabileceğimiz, destek olacak mekanizma çoğunlukla aile tarafından geldiği için, aileye dönme gerçekleşiyor ve bu sebeple de pek çok kişi için söylenebilir ki bütün bu kadının bağımsızlık mücadelesi içerisinde kazanılan kalelerden bazılarını yitirmeye yol açabiliyor” diyor ve ekliyor; “Dayanışma bu işin olmazsa olmazı. Çünkü ayakta kalmayı sağlandıktan sonra mücadele edebiliyoruz. İş için mücadele edelim, sokakta olmak için mücadele edelim ama ilk önce bizim ayakta durmamız gerekiyor. Onu da ancak dayanışmayla yapabiliyoruz.”


Ege Üniversitesi’nden sosyolog Dr. LülüferKörükmez ve Ankara Üniversitesi’nden insan ve mülteci hakları uzmanı Dr. Cavidan Soykan, KHK’larla görevden ihraç edilerek pasaportlarına el konulduğu için Göttingen’de Mülteci Krizi Bağlamında Göçün İdaresi Çalıştayı’na katılamadılar. Katılımcılar meslektaşlarını böyle selamladı.

Barış isteyen ve tarafları sorumlu davranmaya çağıran bir metne imza attınız ve işinizden oldunuz…
Evet, söylediğiniz gibi üniversiteden atılmamızın hukuki bir dayanağı yok siyasi bir karar. Beklediğimiz bir şeydi, tabii ki hukuki yollara başvuruyor ve hakkımızı arıyoruz ama nihayetinde bunun siyasi bir dava olduğunun farkındayız aslında sadece biz değil toplum farkında.

2002’den beri yani 14 yıl çalıştığınız bir kurumdan atıldınız. Yaşamınız nasıl etkilendi?
Tabii insanın yaptığı işi, yapmayı sevdiği işi kaybetmesi, gelirinden olması, çok ciddi sıkıntılara yol açabiliyor. Aslında ihraç edilen her bir kişi bir diğerinden farklı bir süreç yaşadı. İzmir’de akademisyenler için zor ama güzel bir süreç yaşandı. Hem Eğitim Sen sendikamız, bağlı olduğumuz şubemiz özellikle, hem de diğer sivil toplum örgütleri, çok destek oldu ve yanımızda durdular. Ve aynı zamanda ihraç edilen akademisyenler ve başka şehirlerden ihraç edilip İzmir’e gelen akademisyenlerle bir araya gelerek güzel bir grup oluşturduk. Hatta iyi bir çalışma ortamı oluştu diyebiliriz. Çünkü hemen arkasından çok hızlıca bir göç okulu kurduk. Başka çalışmalar da yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bir yandan da başka bir öğretici süreç oldu bizim için. Yani yapmayı bildiğimiz tek işi yaptığımız yeri kaybettik ya, arkasından başka yerlerde yeniden nasıl üretirizin peşine düştük. Ve bunu dayanışma akademileriyle, Türkiye’nin pek çok yerinde görüyoruz. Mesela Kocaeli Dayanışma Akademisi yaz okulu düzenliyor bizim için başka bir deneyim, öğretici bir deneyim. Daha da iyisi güzel bir deneyim.

Kocaeli Dayanışma Akademisi barış için imza veren ve bu yüzden de ihraç edilen akademisyenlerin “bilimin sadece üniversitenin dört duvarı arasında üretilmeyeceğini” gösterdiği yerlerden biri. Dayanışma Akademisinin kadın akademisyenleri, kadınların yaşamlarını, sorunlarını, mücadelelerini dert edinen, üniversitede bu konuları akademinin gündemi haline getirmek isteyen kadınlardı aynı zamanda.
İşte onlarla akademide kadın olmak, ihraç edilen kadın akademisyen olmak üzerine sohbetimiz burada...

Hem sizi toplumsal yaşam ve bilim süreçlerinden uzaklaştırma isteği hem de sizin üzerinizden topluma vermek istedikleri mesaj gerçekleşmedi…
Evet, istedikleri olmadı. Ama elbetteki çok ciddi sıkıntılar yaşadık, yaşamadık değil. Ancak bu şu demek değil; Biz sizi attık ve perişan olacaksınız. Yok hayır, akademisyen titriyle veya meslek kategorisiyle ilgili bir şey değil bu, neydi bizim üniversitede çalışırken amacımız; bilgi üretmek ve bilgiyi yaymak öğrenciler yoluyla… Bunun duvarlarla sınırlı olmadığını, başka yerlerde ve başka biçimlerde yapabileceğimizi, yapmayı öğrenebileceğimizi gördük. Onu deneyimliyoruz ve o da çok güzel gidiyor.

Ekonomik anlamda ne gibi zorluklar yaşadınız, nasıl ayakta kalıyorsunuz?
Şu anda eşim çalışıyor ve aile desteğiyle ayakta kalıyorum. Tabii ki sendikamızın verdiği bir dayanışma yardımı var. Bu pek çoğumuz için hayat kurtarıcı oldu. Şimdilik böyle idare ediyoruz.


Üniversite öğrencileri, akademisyenlerin kapısının önünde nöbet tuttu.


EKONOMİK ÖZGÜRLÜĞÜ KAYBETMEK KADINLARIN KALELERİNİN YİTİRİLMESİ DEMEK
Toplumsal hayatın, çalışma yaşamının içinde yer almak kadın açısından çok zor bir süreç gerektiriyor. Bu tip gerekçelerle aslında kadını bir yandan da toplumsal yaşamın içinden soyutluyorlar. Siz bir kadın olarak bu süreçten nasıl etkilendiniz?
Nihayetinde gelire bağımlı, paraya bağımlı bir hayat yaşıyoruz. İster istemez yardım alabileceğimiz, destek olacak mekanizma çoğunlukla aile tarafından geldiği için, aileye dönme gerçekleşiyor ve bu sebeple de pek çok kişi için söylenebilir ki bütün bu kadının bağımsızlık mücadelesi içerisinde kazanılan kalelerden bazılarını yitirmeye yol açabiliyor. Çok tipik gördüğümüz boşanamama, anne ve babanın yanına geri dönme, kuralları yeniden ve daha geri bir noktadan müzakere etme meseleleri gündeme gelebiliyor ve bu sadece diğer meslek gurupları için değil akademisyenler için de geçerli. Nihayetinde ekonomik özgürlük kadın özgürlüğünün önemli bir ayağı, ister istemez önemli bir ayağı dolayısıyla bizim için de olumsuz bir etkisi var. Kadının iş bulma ve kalifikasyonun olduğu alanlarda işler bulma meseleleri sıkıntılı, zaten KHK bunun önüne önemli engeller koyuyor. Cinsiyete gelmeden ciddi engeller var. Toplumsal cinsiyet bu engelleri katmerliyor tabii.

Bir kadın olarak bu katmerli sorunlarla baş etmek için ne yapıyorsunuz?
Bu süreçte benim en iyi öğrendiğim şey gerçekten dayanışma. Dayanışma üzerine eskiden de konuşuyorduk, tartışırdık vs. ama şimdi gerçekten denedik ve gördük işliyor. Dayanışma bu işin en olmazsa olmazı. Çünkü dayanışma dediğimiz şey sizi psikolojik olarak ayakta tutuyor. Sadece bizim gibi veya KHK ile atılanlar için söylemiyorum, her türlü haksızlığa, baskı ve şiddete karşı dayanışmadan bahsediyorum, çünkü ayakta kalmayı sağlandıktan sonra mücadele edebiliyoruz. Bir hocamız çok güzel tarif etmişti; birisinin bir kirpiği düştüğünde onu havada yakalayalım ki ayakta kalalım ve başka şeyler için mücadele edebilelim. İş için mücadele edelim, sokakta olmak için mücadele edelim ama ilk önce bizim ayakta durmamız gerekiyor. Onu da ancak dayanışmayla yapabiliyoruz. Çünkü dayanışma maddi desteği içermiyor, sosyal, psikolojik desteği de içeriyor. Sevgiyi barındırıyor içinde. Sevildiğinizi, birlikte olduğunuzu dokunduğunuzu hissettiren bir süreç. Dolayısıyla ne kadar daha çok bir araya gelip ne kadar safları sıklaştırırsak o kadar daha fazla varız.


Ege Üniversitesi’ndeki işlerinden atılan barış bildirisi imzacısı 9 akademisyen öğrencileri tarafından uğurlandı.

Bu söylediğiniz toplumun diğer kesimleri için de geçerli mi sizce?
Herkesin maddi gelirini kaybettiğinde hayatında yaşayacakları zorluklar, kaybın boyutu birbirinden farklı ebette ki. Ama bu kayıpları yaşayan sayısı ne kadar artarsa dışarda kendimizi o kadar daha fazla var edebiliyoruz. O yüzden işçi örgütlenmeleri, sendikalar çok önemli. Örgütlü olduğunuzda ve hakikaten düzgün bir sendikanız varsa, işinizi kaybettiğinizde şöyle veya böyle bir ekonomik destek oluyor ve aynı zamanda politik bir destek de varsa arkanızda ayakta kalabiliyorsunuz ve hakikaten bunun böyle olması gerekir. Örgütlü olmak ayakta kalabilmemizin tek yolu galiba. Başka türlü teker teker kapitalizmin sümkürüp atabileceği mendilleriz. Çoklu sayılarla başedemeyecek durumda kapitalizm, bunu görmek gerekiyor. Ne kadar kalabalık ve kaliteli bir şekilde direnirsek o kadar fazla varız.

YARIN: Hasbiye Sol 17 yıllık hemşirelik mesleğinden KHK ile ihraç edildi. Ekonomik özgürlüğünün elinden alınması karşısında çok sevdiği mesleğini, hayallerini feda etme pahasına kendine yeni bir iş kurdu.

DÜN: Aştığı engeller, OHAL’le yeniden karşısına dikildi


SİZ DE ANLATIN!
Siz de hikayenizi bizimle paylaşabilirsiniz.
Bize 0533 209 01 78 numaralı telefondan ve [email protected] mail adresinden ulaşabilirsiniz.
Facebook sayfamıza ve twitter hesabımıza mesaj atabilirsiniz.

İlgili haberler
OHAL’de kadınlık halleri: Her halde direniş...

Dosyadaki her bir kadın, mesleklerini elde etme çabaları, yaşamları, ihraçların kadınlar için katmer...

Kayyum işinden etti, kocası canından etmekle tehdi...

Batman Belediyesinde sosyologdu. Şiddet gördüğü kocasından ayrı bir yaşam kurmaya çalışıyordu. Kayyu...

Aştığı engeller, OHAL’le yeniden karşısına dikildi

Zeynep engelli bir kadın. Üniversiteyi zorluklarla okudu, memur oldu. OHAL yıktığı engelleri yeniden...