“Hiç kimse kendisinden onun kendisinden istediğinden daha fazlasını istememiştir.”
Stephan Zweig
Hiç tutulum yok diyor doktor, rahat olun. Ailede hastalık öyküsü olduğu için istedim bu görüntülemeyi.
Doktorun söylediklerinden sonra rahatlayınca aslında gizli bir gerginlik içinde olduğumu fark ediyorum. Aniden gidiverirsem pek güzel olur da şimdilik araştırılan kısımla ilgili sonuçlar temiz.
Peki ben olduğum yerden olacağım yere giderken düşe kalka görüntülene görüntülene elime verilen bu listedeki şeylere tik atmak için mi rahatlıyorum?
Yapamadıklarım, yapılacaklar listesi. Hangilerini gerçekten yapmak istiyorum, hangileri yapmam gerektiğini düşündüklerim, zihin sisinin arkasından net göremiyorum. Mesela araba kullanmayı sevdiğimi, kullanmayı öğrendikten sonra anladığım gibi acaba voleybol oynamayı da öğrensem sever miyim? Bildiğim için sevdiğimi düşündüğüm şeyleri aslında gerçekten seviyor muyum yoksa iyi yaptığım için sevdiğimi mi düşünüyorum? “E hiçbiri” diye bağırıyor içimden dalgacı bir ses. Oyalanıyorsun. Burada oyalanmalısın. Burada oyalanmaktan başka çare yok.
Geçenlerde Harold Fry’ın Beklenmedik Yolculuğu adlı bir sinema filmi izledim. Artık ömrünün sonbaharında gündelik rutini içindeki yaşlı çiftten erkek olanı, eski iş arkadaşı bir kadının kanser olduğunu öğrenince onun yanına yürümeye karar veriyor. Bu aylarca süren yürüyüşün, yolculuk sürdükçe arkadaşını hayatta tutacağına derinden inanıyor. Aslında yürüyüş Harold’ı hayatta tutuyor. Biz de onun, kadının yanına neden gittiğini ve yürüyüşün asıl nedenini yol boyunca anlıyoruz. İnanılmaz fiziksel efor isteyen bu yürüyüş aslında insana kendi ruhsal yolculuğunda da mesafe aldıran, canlı hissettiren bir deneyime dönüşüyor.
KENDİNİ SUYA BIRAKMANIN ZORLUĞU
Ben de beni canlı hissettiren şeylerin peşine düşüyorum. Yapamam, beceremem sandığım şeyler listesini tekrar açıyorum önüme. Ne gereği var şimdi listesi. Olmasa da olacak olan, şimdiye kadar onlarsız yaşadıysam gayet de yaşayacağım şeyler.
İlk iş yüzme kursuna yazılıyorum. 23 yaşındaki dünya tatlısı eğitmenim, ikinci derste kendimi suya sırt üstü bırakmam talimatını veriyor. Dakikalarca deniyorum, başaramıyorum. Verilen talimatları tam da istendiği şekilde yapamadığım için deliriyorum. Kendimden beklentim yüksek. Kızgınlık ve yetersizlik duygularıyla suyun içinde bir on dakika ağlıyorum. Sonra benden 20 yaş küçük bu kadın sakince yapamamamın “bu kadar korkunç bir şey ve bana özgü bir kusur olmadığını” söylüyor. Benimle benzer yaşlarda başka bir öğrencisinin de iki ders boyunca kendini bırakamadığını anlatıyor. Başkasının yapamaması bana ilaç oluyor. Başkasıyla aynılığım sayesinde kendimi sakince suya bırakıyorum. Yüzen birileri için başarı sayılmayacak bir şeyi başarmış olmanın zafer duygusuyla alengirli bir işin altından kalkmanın getirdiği zafer duygusu arasında fark var mı derseniz, bence yok. Olimpik bir madalya almış kadar mutlu oluyorum ve bunu kimse elimden alamaz o anda.
Artık hikayemi parça parça da olsa bildiğiniz için derin bir yoksulluğun ve yoksunluğun içinden sınıfsal kıskançlıklarla, değişik kompleksler geliştirerek bugünlere geldiğimi de biliyorsunuz. Hepsinin yanı sıra kırılgan bir yapılanmayla. Yani kendimi onca değersizliğimin içinde çok da değerli de bulduğum değişik bir durum.
İlk defa ortaokulda adı Mert olan bir arkadaşım bana "kendini beğenmiş" demişti de asla anlayamamıştım. Çünkü ben o zamanlar kendimi hiç beğenmiyordum. Sonradan fark ettim ki insanları kendime yaklaştırmayan kopuk, korungan modum yüzünden yanlış anlaşılıyorum. Kendiminkileri olduğu kadar başkalarının yanlışlıklarını da küçümsediğim bakışlarımdan belli oluyordu demek. Buna kibir desek doğru olmaz, belki tahammülsüzlük. Asıl tahammülsüzlüğümün kendime dönük olduğunu çok geç öğrendiğim için Mert’e bunu söyleyemedim tabii. Dil bilgisi yanlışlarını düzelterek dünyanın düzelmesini bekleyen bir kurgu karakter olarak hayatıma devam ettim.
BİR ADIM
İnsanın kendinde yanlış olan şeyleri fark etmesi bir adım ama küçük bir adım. Abartıldığı kadar büyük bir adım değil. Bence çoğu insan spektrumda uçlarda değilse bir yerlerde kendisine bakıyor, görüyor, sonra görmezden gelmeyi, kendini haklamayı tercih ediyor. Asıl büyük adım kendine rağmen, direnci görüp, anlayışla kendini yeniden programlamak. Bir bütün olarak değil, parça parça. Yine geçenlerde benden epey genç bir kadın arkadaşım, “Ben kendimi ilişki içindeyken sevemiyorum, çünkü ilişki içindeyken genelde ötekine göre davranıyorum” dedi. Benim şimdiye kadar kendime “ilişkide olan ben/ ilişkisiz ben” gibi bir bakma biçimim bile olmamıştı. Böylece kendimi hayatın başka başka alanlarında parça parça değerlendirdiğimde kendime karşı yepyeni bir anlayış geliştirmem daha mümkün oldu.
Şu halimle yani yer yer anarşik, yer yer popülist ama illa dürüst, yaşamaya dönük, alışverişte dengeyi bulmaya çalışan, komplekslerini yok saymayıp kontrol altına almayı başarmış, alamadığında geri çekilmeyi bilen, konuşmaya değil; anlamaya dönük bir dinleme halinde olan beni seven insanlar var. Zaman zaman kızsalar da sevmeye devam ediyorlar. Bana kızdıkları zaman beni sevmeye devam etsinler diye onları memnun edecek şekilde davranmasam da. Yeterli zaman geçince hakkımı teslim ettikleri bir sevme halinde. Bu yüzden doktorun yanından seke seke çıkıp olgunlaşmış çakal eriklerini toplamaya kırlara yürüyorum. Yaşıyorsam, oyalanmalıyım.
Görsel: Canva Pro yapay zeka görsel oluşturma aracı
İlgili haberler
Godot gelmeyecek, biz de beklemeyeceğiz
‘Bugün kadın işçi ve emekçilere de düşen kendi hayatlarında bir izleyici değil bir oyuncu olmak. Kur...
Dersim’in kayıp kızı, ismi Perizade...
‘Kaç kaç’ zamanı kaybolan Perizade’nin hikayesini bugün konuşuyoruz ancak o hikayesini bilip, bilmed...
Korksak da korkumuza bakakalmadan…
Çıkartılan yasalara, kanun hükmünde kararnamelere rağmen inandığımız bir kolektifin parçası olmak…
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.