Pembe gönlüm sende
Dünyanın dört bir yanında kadınların en büyük eğlencesi pembe diziler. Ta 1930’lardan beri hayatımızda. Peki pembe dizilerin tarihini ve değişimini merak ettiniz mi hiç? Buyurun o zaman…

“Alehandro benim oğlum!” demişti anneannem Kırklareli’nin Eriklice köyünde. Küreselliğin sabun köpüğünün Bulgaristan göçmeni yetmiş yaşında bir kadına (b)ulaşması, bir taraftan bal sıkarken bir taraftan Alehandro’nun kimin oğlu olduğunu düşünmesi oldukça ironikti. O yüzden karnımızı tuta tuta gülmüştük kardeşimle, anneannemin “Ali Veli” der gibi “Alehandro” demesinin absürtlüğüne…

Geçen ay da on yaşımdaki kızım heyecanla “Anneeee, bak birazdan öpüşecekler!” diye seslendi salondan. Kimlerin öpüşeceğinden zerre habersiz ama madem mevzu öpüşme, (herhalde yani) görmek isteyerek yanına seğirttim. Bir yandan kızımın cinselliğin ilk evrelerini bu dizilerdeki sahnelerden öğrenmesinin ülkemiz gerçeği olduğunu fark edip, bir yandan da senaryodaki erkek karakterin kadın karaktere nasıl davrandığını merak edip ona feminist manifesto yazma derdiyle şöyle bir baktım. Geçen yıl anneme kalmaya gittiğinde keşfetmişti pembe dizileri ve aynı onunla izlediği gibi çekirdek çitleyip bir yandan sahne kritiği yaparak izlemek istemekteydi. Ama işte aradığı anneye şu anda ulaşılamamaktaydı. O, Cesur ve Güzel’le başladığı bu yalan rüzgârından, ilk anneliğinin bebekli ev hapislerinde başrollerinde bir kaynana ve gelinin oynadığı Aliye dizisiyle emekli olmuştu.

KELİMENİN GERÇEK ANLAMIYLA ‘SABUN KÖPÜĞÜ’

Chuck Palahniuk, “Sahte sorunları olan sahte insanların oynadığı ve gerçek insanların gerçek sorunlarını unutmak için izlediği diziler” diye tanımlamış pembe dizileri. Ne zaman başlamışlar sorusunun yanıtını almak için baktığımızda tarihleri radyo günlerine kadar uzanıyor. 1930’lu yıllarda Amerika’da adına “soap opera” denilen radyo serileri olarak başlıyor. “Soap opera” denmesinin nedeni de bu tip serilerin sponsorlarının önemli sabun firmaları olmaları. Procter&Gamble, Colgate-Palmolive gibi firmaların sponsorluğunda radyoda başlayan bu serilerin bazıları aynı isimle televizyona taşınmış ve hatta aralarında on iki bin bölüm çekileni var.

Evinde çamaşır, bulaşık ve temizlik işlerini izlediği diziye göre ayarlayan kadınlar, nereden ve nelerden dışlandıklarını çok da fark etmeden, gerçek hayatlarındaki mutsuzlukların üzerine kendilerine bedenlerce büyük gelen o sahte yaşamları çekip öyle dinlendiriyorlar yorgun gövdelerini ve ruhlarını yıllarca. Damarlarına zerk edilen bir uyuşturucu gibi. Kendi hayatlarına ağlayamadıkları kadar Marimar’a ağlıyorlar özdeş bir acımayla ama ayılmadan. Nikki ve Victor’un flörtleşmeleriyle heyecanlanıyorlar ama komşuları bakkalla biraz uzun konuşsa “orospu” etiketini yapıştırıveriyor çoğu iki yüzlüce. Onların kocaları onları Victor gibi öpmüyor ama Victor da onların kocalarının yaptığı işi yapmıyor zaten, yara bantları hep hazır. “Benim de hizmetçim olsa ben de öyle bakımlı olurum” merhemleri dolapta. “Yediği önünde yemediği arkasında, o da hak etti tokadı” diyor mesela Özcan Deniz dizideki kadını tokatlayınca. Tokat, kadına ana sütü kadar helalleşiyor. Dizide bile atıldığına göre onun yedikleri haydi haydi meşru olmalı?!

PEMBE DİZİLER DEĞİŞİM GETİREBİLİR Mİ? EVET, GETİREBİLİR!

Bu mecrayı sosyal fayda sağlamak için kullanan ve sağladığı fayda ülkesinde istatistiklerle kanıtlanmış birinden haberdar oldum bu yazıyı hazırlarken. Miguel Sabido, Meksika’da bir dizi yapımcısı. Onlarca yıl Televisa denilen bir kanalda yayınlanan diziler aracılığıyla ülkesinde gördüğü sorunlara çözümler üretmek için senaryolara bilinçli olarak fayda ekiyor. Sabido’nun pembe dizilerinde ne sabun ne de seks satılıyor! Satılmaya çalışılan şey sosyal değişim. Sabido uyguladığı kuramsal modele “Sosyal Faydası Kanıtlanmış Eğlence” (Entertainment with proven social benefit) adını vermiş. Gençler için sorumlu cinsel davranış, okur yazarlık, kadın erkek eşitliği, nüfus planlaması, sorumlu ebeveynlik, sokak çocukları gibi pek çok konuda olumlu davranış değişikliği gerçekleştirmiş, elindeki potansiyeli sadece kendine bağlı bir zombi sürüsü elde etmek ya da bir şey pazarlamak için değil, kendi toplumunu dönüştürmek için kullanmış yaratıcı bir zekâ. Çünkü vermek istediği mesajı izleyicisine bir eğitim programı gibi değil de hissettirmeden olumlu rol modeller aracılığıyla eğlendiği esnada veriyor.

Komşu ablanın verdiği beyaz dizilerle okuma alışkanlığı kazanan bir genç kız olarak, içinde eğlence olan hiçbir şeyi yadsımadan, istediğimizi istediğimiz anda tüketme ve eğlenme hakkımız olduğunu bilerek, yine de bunu bir özdenetim becerisiyle, hayatımızın gerçekliğini sahte bir kucakta avutmamız gerektiğini düşünerek, tekrar üretmeye tekrar sevmeye, tahammül edebileceğimiz bir gerçek kurmaya inanıyorum. Şimdi yazıyı bitiriyor ve Rita’nın dördüncü sezonunu izlemeye kalkıyorum. Pembe değil ama dizi!

İlgili haberler
Sağlık ocağında büyüyen çocuklar var!

Küçük bir ilçenin sağlık ocağında çalışan Hemşire Sakine, çocuğunu 5 yaşına kadar sağlık ocağına göt...

Ev işçisi: ‘Toplu taşıma kullanmamı istenmiyor ama...

Çoğunluğu tatile gidip gelen ev sahipleri bana hastalık taşıdığım kesinmiş gibi yaklaşıyor. Geçinmek...

Kadınların gülüşleri solup gitmesin diye…

Her köşesi katledilen kadınların isimleriyle dolu olan,’Ölmek değil yaşamak istiyoruz’ çığlığı atanl...