Mülteci düşmanlığının arka planı: Bu öfke neden? Bu öfke nereye?
Yerli ya da mülteci; insan yerine konulmamaya duyulan öfke bizim kader birliğimizin temeli. Bu kader birliğini bilince çıkarmak için ısrarlı bir çaba ve büyük bir güç birliği gerekli.

2008’deki büyük ekonomik krizin ardından, neoliberal refah ve zenginlik söylemi de geniş halk kesimlerine ağır bir fatura ödeterek yerle bir oldu. Bu ağır faturaya yönelik hoşnutsuzluklar ve itirazlar da yükseldi. Dünyanın pek çok yerinde patlak veren halk ayaklanmalarında bir yandan neoliberalizmin yarattığı yıkıma karşı itirazlar öne çıkarken, bu yıkımın mimarı siyasal iktidarlar, dikta rejimleri, sermaye maşası kurumlar da hedefe konuyordu. Occupy hareketlerinden Arap Baharı’na kadar pek çok örneğini verebileceğimiz bu hareketlenme işçi sınıfının örgütlü gücünün, yani halkın geniş kesimlerini bir arada tutacak ve hedefe ulaştıracak en temel yapıştırıcı gücün eksiğini ağır ödüyor.

Geniş kesimleri hareketin parçası haline getiren temel dertler, bir geri tepme hareketi olarak yükselen aşırı sağ, popülist siyaset tarafından massedilmeye çalışılıyor. Çeşitli renklerden burjuva partiler ve neofaşist türevler hem ekonomik hem toplumsal hem de siyasal krizlerin halkın üzerine bindirdiği yüklerin esasen sistem kaynaklı olduğunu gözlerden kaçırarak, kendilerine bir kitle desteği sağlamak üzere yanlış hedefler ve sorumlular göstererek atağa geçiyor.

Bu atakta yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik saldırganlık, aileci, muhafazakâr söylemler ve milliyetçilik iç içe geçiriliyor, sorunların kaynaklarının üstü örtülüyor. Kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılarla göçmen karşıtlığı, homofobi ile yabancı düşmanlığı; aşırı sağ burjuva siyasetin ve otoriter rejimlerin kendilerine toplumsal destek oluşturmak için kullandığı ana temalar haline geliyor. “İşgalci göçmenler”, “onların geri kültürü”, “Batı özentisi feminist ve LGBTİ çevreler”, “elitler”, “teröristler”, “bölücüler”, “devlet düşmanları”, “millet düşmanları”, aynı ergime kabının içinde kaynatılan “düşmanlar” haline getirilip, “tüm sorunların kaynağı” olarak işaretleniyor.

İşsizliğin, yoksulluğun, kiraların yüksek oluşunun, enflasyonun, sağlığa eğitime erişememenin, toplu taşımaya ulaşamamanın, sosyalleşememenin, yani neoliberal yıkımın sorumluluğu göçmenlere; istikrarsızlığın, belirsizliğin, her geçen gün kayıp duygusu yaşamanın yol açtığı güvensizliğin kaynağı “düşman” ilan edilenlere yansıtılarak istismar ediliyor, ırkçı, şoven bir ajitasyona malzeme yapılıyor.

UMUDU ‘GÜÇLÜ OTORİTER LİDER’E BAĞLAMAK

İşçi sınıfının tüm toplumsal çelişkilere o çelişkilerin özüne uygun bir biçimde, içerikte ve güçte politikaya dönüştürebilecek bir örgütlülüğe halihazırda sahip olmaması, o çelişkilerin bedelini ödeyenlerin kendi politik mücadelelerine değil burjuvazinin en gerici fraksiyonlarına dayanak olmasında en büyük etkenlerden biri. Bu yokluk ortamında giderek her anlamda artan güvensizlik ve güvencesizlik karşısında yeni bir siyasi sığınak, bir çözüm umudu arayan kitlelerin beklentilerini radikalize etmeye yönelen bu gerici odaklar, kayda değer bir yükseliş de elde ediyorlar.

Bu kaos ve belirsizlik içinde “her kafadan bir ses” çıkan bir kakafoninin ortasında kendisini yalnız, çaresiz hissedenler, faşizmin farklı talep ve politikaları silen “tek ses, tek vücut” olmuş bir ulus idealinin yarattığı sanal güvenlik ve güç duygusuna uygun olarak, bu ortamın yarattığı bıkkınlıkla bu sese kulak veriyor. Eziklik, hayal kırıklığı, yoksulluk, şiddet, işsizlik girdabında boğulan kitleler “ülkeyi tüm düşmanlardan temizleyecek ve kendilerini girdaptan çıkaracak güçlü lider” arayışına kendilerini kaptırıyor. O güçlü liderler “düşmanlarla mücadele etmek için her türlü şiddeti kullanma meşruluğu” talep ederken, insanlıktan soyutlanan “iç dış tüm düşmanlar, yabancılar, onların destekçileri”, yani otoriterliğin karşısında konumlanan herkes ve her mücadele şiddetin hedefi haline getiriliyor. Buna eşlik eden hukuksuzluk, adaletsizlik, keyfiyetle birlikte, otoriter yönetimlerin, legal-illegal her türlü aparatının şiddeti gündelikleşiyor, meşrulaşıyor, genelleşiyor, sıradanlaşıyor... Halkın da bu şiddetin “gönüllü bir parçası” olması isteniyor. Yanı sıra; kitleler nezdinde ahlaki panik havası yaratılması, komplo teorilerinin “sen bir birey olarak tek başına hiçbir şeyi anlayamaz çözemezsin, büyük oyunları ancak büyük oynayanlar anlar” noktasına varacak biçimde yaygınlaştırılması, “istikrar, düzen ve toplumsal beka” için yurttaş iradesinin ipotek altına alınması da söz konusu.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül 

KADINLARA VERİLEN ‘ÖZEL’ GÖREV

Bu tabloda kadınlara özel bir görev de veriliyor. Yükselen tüm bu “tehditlere” karşı devleti, milleti, onun temel direği olan aileyi, çocukları, otoriteyi, ahlak ve düzeni korumakla görevli “kahramanlar” haline getirilerek, kadınlara bir “siyasal değer”, “siyasal güç” atfediliyor. Bu; aşırı sağ, otoriter, faşizan siyasal öznelere kadın desteğinin bir yanını oluşturuyor. “Aileyi koruyan yerli ve milli savaşçılar” olarak konumlandırılan kadınlar “gayri milli elitlere, LGBTİ’lere, göçmenlere ve bunlara destek veren herkese karşı bir koruma kalkanı” işleviyle donatılarak sahaya sürülmek isteniyor. Buna itiraz eden tüm kadınlara ise “yok edilmesi gereken düşmanlar listesinde” özel bir yer ayrılıyor.

Mülteci düşmanlığını “soy sop fantazileriyle” süsleyip kadınları fethedilecek toprak, damızlık inek haline getiren, kendisi her türlü suça bulaşmışken mahallenin namusuna bekçilik eden kabadayı edasıyla “kadınlarımız, kızlarımız” diye caka satan, ülkede kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet sistematik bir iktidar politikasının sonucu olarak arşa varmışken şiddetin tek sorumlusu olarak mültecileri gösteren bu siyaset esnafları, kadınların kaygılarını, öfkelerini ve mücadele gerekçelerini de sömürüyor. Kadınların taleplerini kendi siyasetlerine yedeklemeye çalışıyor.

Bu; Zafer Partisi başkanı Ümit Özdağ’ın mülteci düşmanlığı üzerinden kadınlara, kadın hareketine “mültecileri ülkeden defetme görevi” vermesi, göçmenlerle dayanışma gösteren kadınlara Nazi döneminde sokaklarda çırılçıplak teşhir edilen kadınların fotoğraflarıyla tehditler savurması, Bilkent Üniversitesinde konuşmasına izin vermeyen üniversiteli kadınları sosyal medyada hedef göstermesi, göçmen ve mültecilerle dayanışmak ve bu ikiyüzlülüğü ortaya koymak için ortak bir açıklama yapan 700 kadın ve 84 kadın örgütünün dört koldan tehdit edilmesinin de bağlamı. Bu, aynı zamanda bir yandan ahlaki değerlere sahip çıkma iddiasıyla kadın derneklerini kapatma girişiminde bulunan, muhalif kadın siyasetçilere inceltilmiş bir siyasal linç kampanyası örgütleyen, “muteber” görmediği kadın sanatçılara ahlak söylemiyle yasaklar getiren iktidarın, sıkıştığı yerde “sürtük” söylemine sarılmasının da bağlamı. Nitekim Zafer Partisi, kendisini ne kadar muhalifi gibi konumlandırsa da AKP rejimini yaratan zeminden türedi, o zeminden besleniyor, o zeminin “bekasını” sürdürmek istiyor.

KADINLARIN KORKU VE KAYGILARI YERSİZ Mİ?
Bu siyaset esnaflarının sömürdüğü korkular yersiz mi peki? Kadınların yaşanan bu büyük değişimden duydukları kaygı anlamsız mı? Öfke duymaları anlaşılmaz mı?
Şiddetin, eşitsizlik, ayrımcılık ve yoksulluğun kadınların yaşamına bu kadar yük bindirdiği bu ortamda kadınların kendini güvende hissetme ihtiyacı son derece anlaşılır. Şiddet faillerine karşı devletten etkin politikalar talep etmek, şiddete karşı korunma haklarını savunmak da son derece haklı bir tutum. Ülkede hiçbir kadının evde, işte, okulda, sokakta kendini güvende hissetmediği, sadece kadın olmaktan dolayı üzerine yapışmış bir tedirginliği taşımak zorunda kaldığı, kadınları koruma, şiddeti önleme, eşitliği sağlama mekanizmalarını garanti altına alan yasal dayanakların bizzat iktidar eliyle ortadan kaldırıldığı bu atmosferde, kadınların öfkesinin artması da son derece normal. Yoksulluğun kitleselleştiği ve derinleştiği, geçimin imkansızlaştığı, barınmanın olanaksızlaştığı, çocukların aç kaldığı, gelecek kaygısının tavan yaptığı koşullar, kadınların üstüne ekstra yükler de bindiriyor. Bunlara karşı biriken öfke, akacak mecra arıyor.
Çok zor bir tabloyla karşı karşıyayız. Biriken öfkenin nesnel nedenlerinin, maddi gerçeklerinin üstünü örten kapkara örtüyü söküp atmak, sebat, sabır, çalışkanlık istediği kadar, aynı zamanda kolektif bir çaba ve hedefli taktik araçlar, geniş bir örgütlenme dinamiği gerektiriyor. Bu noktada, bütün bu birikmiş sorunlara kolay yoldan yanlış bir “neden” bulmuş olanları ‘ırkçı’ diye etiketleyip, düşmanlaştırmak, karşı cepheye terk etmek, teslim etmek de en yapılmayacak şey. Bu terk etmeme, teslim etmeme mücadelesi, sorunların gerçek faillerini ve nedenlerini açık, anlaşılır, ikna edici bir biçimde ortaya koymayı gerektiriyor.
FAİLİ FAŞ ETMEKTEN USANMAMAK

Söylemekten hiç usanmamalı; tek adam rejimi ve hamisi sermaye, bölgedeki savaş politikalarıyla bu yıkımın mimarı. Bir yandan cihatçı grupları palazlandırıp bölgede rol aldığı savaşları bizzat ülke içine taşıyarak halkların kıyımına ortaklık eden, sınır kapılarını yolgeçen hanına çevirip, Avrupa Birliği’nin geri kabul anlaşmasına ağzı sulanarak attığı imzayla göçmenleri pazarlık nesnesi haline getiren, göçmen deposu haline getirdiği ülkede ucuz emek gücü rezervine 7 yaşındaki mülteci çocuğu 90 yaşındaki mülteci dedeyi katarak, 7’den 70’e bütün emekçilerin ücret çıtasını, çalışma koşulları çıtasını yerlere seren, sermaye kâr rekorları kırarken ekonomik krizin faturasın halka kesen iktidar sorumlu. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan barınmaya, gıdadan erişime ısınmaya her şeyi sermayaye peşkeş çekip, parası olmayanın yaşama hakkını kullanamadığı bir düzen kurup, bu yokluklar ülkesinde elinde hiçbir şey olmayanı, bir diğerine kırdırarak sorumluluktan kaçan iktidar.

Kadınların sokakta rahat yürüyemez hale gelişinden, taciz korkusu olmadan otobüse binemeyişinden, her biçimde artan eril şiddetin evde, sokakta, okulda, işte yarattığı tekinsizlikten sorumlu olan; hayatın her alanını dinselleştiren, ataerkil tahakkümü derinleştiren, cezasızlığı norm haline getiren, İstanbul Sözleşmesi’ni iptal eden, kadınlara “ahlak” değneği sallarken her hak talebine ahlaksız söylemlerle küfür eden iktidar. Kadınlara karşı suç işleyen göçmen ya da yerli fark etmeksizin bu cesareti veren, bu iktidarın yarattığı kadın düşmanı ortam.

Kadınlar, kazanılmış hak ve özgürlüklerinin tek tek ellerinden alınmasına öfkeli. Yerli ya da mülteci; insan yerine konulmamaya duyulan öfke bizim kader birliğimizin temeli. Bu kader birliğini bilince çıkarmak için ısrarlı bir çaba ve büyük bir güç birliği gerekli.

Fotoğraf: İnanç Yıldız/Evrensel

İlgili haberler
Mülteci sorununda doğru bilinen yanlışlar

‘Ben ülkemde göçmen istemiyorum’, ‘Onlar suça meyilli’, ‘Onlar geldi şiddet, taciz arttı...’ Bu sıkl...

‘Mültecilere sıra gelene kadar neler var biliyor m...

Samimi bir sohbetle yıkılan önyargılar, sorunun esas kaynağına dair tartışmanın açtığı parantezler,...

Suriyeli Hena’nın hayali: Ortak bir gelecek

6 yıl önce Suriye’deki savaştan kaçarak Adana’ya gelmiş çocuklarıyla Hena. Korku dolu olsa da geçmiş...

Bu yara hepimizin, ya kanatacağız ya iyileştireceğ...

Afganistanlı M. ve ağabeyine, M.’nin sınıf arkadaşlarının velilerinin uzattığı dayanışma elinin deği...

Mülteciler gidince şiddet azalır mı?

AKP’nin ürettiği yanlış politikaların sorumluluğu da sonucu da göçmenlere yıkılmamalı. Çözüm düşmanl...

Suriyeli kadınlar: Dilimiz yakın, komşuluğumuz uza...

İstanbul İkitelli’de yaşayan mülteci kadınlar Türkmen oldukları için dil sorunu yaşamazken, sürekli...