Medeniyetin ve yoksulluğun şehri: Urfa
‘Ne dersiniz kadınlar, dönelim mi yüzümüzü birliğe, beraberliğe? Dönelim de değişsin mi bu düzen?’

Şehrin ortasında sırasıyla dizilen emekçi mahalleleri; mahallelerin, her şeye rağmen neşesinden ödün vermeyen çocuklarla hareketlenen engebeli sokakları, sokakların her yağmur yağdığında su altında kalan yoksul evleri; evlerin, gün ışığı pencereden düştüğü vakit uyanıp türlü türlü dertlerle boğuşsa da yaşamdan hala umudu olan kadınları…

Köklü bir geçmişe sahip ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Urfa, aynı zamanda yoksulluğun ve işsizliğin çok yüksek seviyelerde gezdiği, yaşam koşullarının özellikle kadınlar açısından hayli zor olduğu bir şehir. Urfa’nın en büyük ilçesi olan Haliliye’de birkaç hafta içinde çaldığımız binlerce kapının ardındaki geçim derdi, o kapının eşiğini de kırarak deyim yerindeyse Urfalı kadınların hayatını ‘zindana’ çevirmiş durumda. Sokakta denk geldiğimiz ya da kapısını bize sonuna kadar açan, misafirperverliğiyle içimizi ısıtan tüm kadınların dilinden dökülenler de hemen hemen aynı. O halde Urfa’yı, Urfalı kadınlardan dinleyelim.

HER EVE BİR İŞSİZ

Henüz 30’larında olmayan, elinde çocuğuyla Süleymaniye Mahallesi’nde bir sokağın köşesini dönerken denk geldiğimiz Emine gözleri dolarak, ‘’Eşim yok, çocuğuma tek başıma bakıyorum. İş desen bulamıyorum. Birkaç saat önce bana yardımcı olurlar diye belediyeye gittim. Azarlayarak kovdular beni. Dilenciymişim gibi davrandılar. Dönerken kızım aç kalmasın diye bir simit aldım. Şimdi cebimde sadece 4 lira var’’ diyerek anlatıyor yaşadığı yoksulluğu.

Akşam saat 10’da işten yorgun argın dönerken karşılaştığımız Ayşe, sonraki gün bizi evine buyur ettiğinde onun da anlattıkları işin bir başka boyutunu gösterdi: “Güzellik merkezinde, haftanın 6 günü temizlik, yemek ve çay servisi yapıyorum. Günde neredeyse 12 saat çalışmama rağmen asgari ücretin yarısını alıyorum. 3 çocuğum var; biri okuyor, diğerleri işsiz. Eşimin ustalık belgesi olmasına rağmen iş bulamıyor. Bu memlekette hangi eve girseniz mutlaka bir işsiz vardır. Biz de 5 kişi bu ücretle geçinmeye, kredilerle ayakta kalmaya çalışıyoruz. Askerdeki oğluma para yollayabilmek için geçenlerde küpemi sattım.” Ayşe’nin dediği gibi çaldığımız her kapının ardında, bir işsizle daha karşılaştık.

‘BU YAŞADIĞIMIZ HAYAT MI?’

Asgarinin altında bir ücrete çalışan tek kadın Ayşe değil, böyle çalışan kadın oranı oldukça yüksek. Devteyşti Mahallesi’nin, yüzlerce dükkanın sıralandığı, kalabalık caddesinde büyük bir giyim mağazasında çalışan 16’sındaki Betül de günün yarısında çalışıp asgari ücretin yarısını bile alamayanlardan. Üstelik bayram yaklaşıyor diye gece yarısından sonraya kadar molasız, yoğun bir şekilde çalışıyor. Biz renkli elbiselerin arasında dolanırken ‘’Bu yaşadığımız hayat mı şimdi?’’ diye soruyor.

DÖRT DUVAR İÇİNDE HAPİS

Emekçi mahallelerindeki yetersiz okul sayısı, olmayan ASM’ler ve sosyal alanlar da kadınların yaşadıkları sorunların önemli bir parçası. Bağlarbaşı Mahallesi’nde seçim yaklaştı diye düzeltilecek yollar için yığınla getirilen kilit taşlarının üstünde çocuklar eğlenedursun biz de pencereden anneleriyle sohbet ediyoruz. Dert çok, kadınlar öfkeli, bıkkın: “Çocuklar bu taşların üstünde oynuyor çünkü mahallemizde bir park yok. Parkı bırak, sağlık ocağı bile yok. Diğer mahalledeki sağlık ocağına gidene kadar çocuğum daha beter hasta oluyor. Seçim zamanı iki kilit taşı dizdiler diye belediye mi oldular? Bu halk yokluktan kırılıyor, yıllardır uğradıkları yok.” Pencereden sohbetimize dahil olan bir başka kadın ise kadınların sosyalleşmek için bir alanının olmadığına değiniyor: “Bütün gün bulaşık yıka, yemek yap, çocuğa bak… Şimdi Ramazan ayı diye mahalledeki kadınlarla cüz buluşması yapıyoruz, kendime bu sayede 2 saat de olsa zaman ayırıyorum. Onu da saymazsak dört duvar arasında geçiyor hepimizin günleri. Şöyle huzur bulacağımız, eğleneceğimiz yerler olsaydı keşke.’’

Bir başka mahallede evine ziyarete gittiğimiz, eşi inşaat işinde çalışan, 3 çocuklu Mukaddes ise okulların nitelik ve nicelik olarak yetersizliğinden şikayetçi: ‘’Koskoca mahallede sadece 2 ilkokul var. Kızım 60 kişilik bir sınıfta okuyor. İkinci sınıfta ve hala okumayı bilmiyor. Ne çocuğa ne de öğretmene kızabiliyorum. Zaten verilen eğitim çok kötü, üstüne sınıflar kalabalık olunca öğretmen de yetişemiyor.’’

DERTLER DE İSTEKLER DE AYNI

Özak direnişini Tiktok’tan takip ederken ‘’Keşke ben de orada olsaydım’’ diyerek direnen işçilere imrenen Fatma, mahalledeki uyuşturucu problemi ve sokakların güvensizliğinden dert yanan Zeliha, 4 çocuğunu üniversite bitene kadar binbir emekle okutup iş bulamadıkları için yakınan Adile, iş bulamayınca “Üç kuruş da benden olsun” diye yazma kenarı, boncuk işi yapan kadınlar… Daha pek çok şey anlatmak mümkün. Sennur Sezer Sayrı şiirinde der ya, “Artar, eksilmez şu dert! Kadınlar hep çocuklarının ardında yalın ayak. Kadınlar pencerelerde. Yazık, hep ucuz yakınmaları. Ama çare…” Urfa’daki kadınların da dertleri çok ve benzer. Dertleri kadar duygu ve istekleri de... Yaşadıkları bu hayata karşı hepsi öfkeli ve bıkkın; hepsi bu yoksulluk ve yokluk değişsin istiyor, “Artık geçim derdiyle yatıp kalkmayalım” diyorlar. Bu değişim ne zaman olacak bilinmez ama nasıl geleceği çok açık, bizlerle. Bizi bu yaşama mahkum edenlere, cebimizde 4 lirayla dolaşmayı reva; saatlerce çalıştırıp üç kuruşu lütuf görenlere, mahallemize bir okulu, parkı çok görenlere sırtımızı dönme zamanı gelmedi mi?

‘’Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön

Yasaktı yasaydı töreydi dön

İçinde dışında yanında değilim

İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi

Bu nasıl yaşamaydı dön’’*

Ne dersiniz kadınlar, dönelim mi yüzümüzü birliğe, beraberliğe? Dönelim de değişsin mi bu düzen? Dönelim de gelsin mi artık geçim derdiyle yatıp kalkmadığımız güzel günler?

*Gülten Akın, Kestim Kara Saçlarımı şiiri

Fotoğraf: Ekmek ve Gül