Evimiz yanarken ne yapacağız?
“Ben ne yapabilirim ki?” diyecek zamanda değiliz, evimiz yanıyor. Ya yangını seyredenlerden olacaksın, ya da söndürmek için elinde avucunda ne varsa seferber edenlerden. Başka seçenek yok.

Marmaris’in bir köyünde, yangınla kavrulan evinin savrulan külü hala kirpiklerinde duran bir köylü kadın ağlayarak anlatıyor: “Evim, hayvanlarım, bahçem gitti, köyüm toprağım zeytinim gitti, ormanın kurdu kuşu, ağacın dalı kökü gitti, bir kuru canım kaldı geriye, bu yoklukta onu nereye sığdırayım ben şimdi!”

Nicedir, bizi bir kuru can bırakmaya yemin etmiş gibi davranan bir iktidarın sultası altında ülke. Memleket kelimenin gerçek anlamıyla yanıp yıkılıyor, şehirlerin üstünden geçiliyor, doğa talan ediliyor, kaynaklara çökülüyor, toplum lime lime ediliyor, istilacı bir işgal ordusunun geride bıraktığı enkaz gibi, her gün yeni bir felaketin ardından ciğerimiz yanıyor. Ve her gün, bu felaketleri önlemekle yükümlü olanlar yüzlerinde çiğ sırıtışları, dillerinde çiğ cümleleri ile bir yaralı parmağa merhem olmadıkları gibi, elinde merhemle koşanın kolunu kesiyorlar. Bitten, açlıktan, sıtmadan beterler…

Temiz bir delirmenin eşiğindeyiz. Öfke burnumuzda alev alev. Yardım çığlıkları sosyal medyada büyüyor, işçi servisinde, otobüste, evlerde, parklarda herkesin dilinde “Ne olacak böyle…” cümleleri. Olan biteni omuzlara çöken ağır bir usançla seyredip, “Birileri bir şeyler yapsa” diyerek bekleyen çok. Çaresizlik duygusu bir ağaçtan diğerine atlayan, müdahale etmedikçe her yeri yangın yerine çeviren ateş gibi. Söylenmekten, kendisinden gayrı herkese sorumluluk yüklemekten başka bir şey yapmayanlar bu ateşi bir başkasının ruhuna sıçrayıp yangını büyütüyor.

Burada bir duralım. Bu yangına benzin değil, su taşımak için sorumluluklarımız olduğunu bir kere daha, altını çize çize söyleyelim.

Sevgili kız kardeşimiz;

Olan biteni sanki bir felaket filmi gibi izlemek zorunda bırakıldığın hayat, seni sadece bir kuru cana çevirmek isteyenlerce elinden alınıyor. Yarın bir kadın cinayetinde, olmadı bir iş kazasında, değilse depremde, yangında, selde, o değilse tren kazasında, “makbul vatandaş” değilsen bir nefret cinayetinde, önlenmeyen bir katliamda… Canının da yarınının da bir değeri olmadığı kafana vura vura anlatılıyor.

Öfkeleniyoruz. Lakin, öfke, ancak örgütlü bir gücün bir parçası olursan işe yarar. Değilse, çaresizliğin aczi derin bir kuyu gibi çeker de çeker içine.

Düşün ki evin yanıyor, ne yaparsın? Canını kurtarmaya çalışırken bir yandan da eline geçen her şeyle o yangını söndürmeye çalışırsın. Seninle birlikte o yangını söndürmeye gelenler oldukça, kendiliğinden organize olur, daha güçlü savaşırsın alevlerle. Hele bir de deneyimi, elinde yangını söndürmek için alet edavatı, benzer yangınlarda canı tehdit altında olanla irtibatı olanlarla birleşirsen sadece kendi evinin yangınını değil, ülkeyi kavuran yangını söndürenlerden olursun.

Evi yanan sensin kardeşim, evi yanan hepimiziz. O yangını söndürecek olan biziz. Elinde yangını söndürmek için alet edavatı olan da örgütümüz, yangını söndürecek, yerine yeniden yaşam kuracak deneyim örgütlülüğümüzde.

Bu iktidar, ülkeyi her anlamda talan ederken kendi gücümüze, birlikteliğimizin değiştiriciliğine, birlikte mücadelemizin kazandıracağına olan güvenimizi yerle bir etmek için her şeyi yapıyor. “Ben ne yapabilirim ki?” diyecek zamanda değiliz, evimiz yanıyor. Ya yangını seyredenlerden olacaksın, ya da söndürmek için elinde avucunda ne varsa seferber edenlerden. Başka seçenek yok.

Ekmek ve Gül dergisinin bu sayısı, evleri yanarken gücünü birleştiren, yangına hep birlikte su taşırken sorumluları da işaret etmekten çekinmeyen kadınların yazılarıyla dolu. Şiddetten istismara, iş yerindeki sorunlardan toplu iş sözleşmesi süreçlerindeki taleplere, eğitim sorunundan spora, sağlıktan tarihe memleketin ve dünyanın tüm gündemlerine dair sözü olan, öfkesini ancak birlikte büyütürse olan biteni değiştireceğini bilerek Ekmek ve Gül’de buluşan kadınların sesi var sayfalarımızda.

Fulya Alikoç, her musibette faturayı halka kesenler kadar, her öfke patlamasında “sandığı” işaret edip insanları hareketsizliğe iten ana muhalefete de bir çift lafımız olduğunu hatırlatıyor.

Ağustos ayı itibariyle farklı işkollarında başlayan toplu iş sözleşmesi sürecine kamu emekçisi ve metal işçisi kadınların değerlendirmeleriyle bakıyoruz.

İşyerinde, yurtta, mahallede… Şiddet gördüğümüz her yerde, bu şiddeti yaratan koşulları değiştirme gücümüzü nerede bulabileceğimizin somut örneklerini ve dayanışma deneyimlerini yine dergimizde bulacaksınız.

Son bir ayın en yakıcı gündemlerinden biri olan Afgan göçüne ilişkin tedavüle sokulan yalanlarla beslenen nefret ve düşmanlığa karşı, konuya nasıl bakmamız gerektiğini anlatan yazılarımız ve Afgan kadınların mesajları da dergimizde yer alıyor.

Çocuk istismarı her dönemin en yakıcı sorunu. Peki neden işçilerin, yoksulların, emekçilerin çocuklarını istismara bu kadar açık hale getiren nedir? Ne yapmalı, somut taleplerimiz ne olmalı? Yüz yüze eğitimin başlaması talebinin neden hayati olduğunu tartışıyoruz.

Çorlu’dan Malatya’ya, Tuzla’dan İzmir’e farklı işkollarından kadın emekçilerin “ekmek ve gül” mücadelesinden deneyimler birbirine eklenerek bir bütünlük oluşturuyor.

Bugünkü mücadelemize ışık tutan kadınları anlatmaya devam ediyoruz. Konkordiya Samoilova’nın hayatı kararlılığın, direncin ve örgütlülüğün değiştiriciliğinin bir örneği.

Yangının küllerinden yeni bir hayat doğması için üzerimize düşen çok iş var. Yangın ateşini ancak öfkemizi ve mücadele azmimizi küllendirmeden söndürebileceğimizi bir kez daha hatırlatarak, daha güzel günlerde buluşmak üzere iyi okumalar diliyoruz.

Görsel: Freepik

İlgili haberler
Kamu emekçisi kadınlar bu taslağa sığmaz!

Kadın kamu emekçilerinin talepleri TİS süreçlerine nasıl yansıyor? Konfederasyonların taslaklarını i...

Bu bir yangın yazısı değil, ‘seçim’ yazısı

Doğayı yağmalayan, emeğimizi sömüren, bedenimizi yok edip varlığımızı hiçe sayan türümüzün sömürgenl...

Didim’de yetkili sendika Eğitim Sen: Hiç durmadan...

Didim’de Eğitim Sen’in TİS sürecinde yetkili sendika olmasında büyük emeği olan üç kadın yöneticiyle...