Bize sevdanın yolu…
‘Zalim, kimselerin olmadığı yerlerde kıstırdığında kurbanına canının istediğini yapar. İzleyip gördüğümüz, aklımızın almadığı her şeyin şahidiyiz. Kalabalığız. Haklıyız.’

Kıymetli hazirun, ülkemizde alenen yaşanan hukuksuz uygulamalar ve sonrasındaki gelişmeler yüzünden geçen ay başladığım yazı dizisine bir süreliğine ara veriyorum. Herkes gibi ben de ara ara haykırma isteğine kapılıp ara ara beni kıpırdayamaz hale getiren ruhsal felç durumları yaşıyorum.

Kalabalığın bir parçası olarak işe yarar kıldığım kütlem dışında görüp duyduklarımı aktarmaktan başka elimden gelen bir şey yok. Önüme gelen bütün toplara vuruyor, bütün tuşlara basıyorum. Kendi sayfamda da yazdığım gibi yine de bu karanlık zamanın vakanüvisi olmak yetmiyor.

Tüm dünyada yükselen otoriterliğe karşı siyaset dışı halk tepkilerinin inanılmaz çoğaldığı bir dönem yaşıyoruz. Ana muhalefet partilerinin kendi destekçilerinden bağımsız olarak yaşanan hukuksuzluklara karşı ses çıkaranların önemli bir kısmını işçinin ve emeğin hakkını savunan sol sosyalist partilerin üyeleri ve yöneticileri oluşturuyor.

Olaylar ve gözaltılar başladığı andan itibaren izlediğimde kalbimi heyecanla ve gururla dolduran iki kadın var. Bunlardan biri daha önce Ekmek ve Gül’ün yayın yönetmenliğini de yapmış EMEP Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, diğeri de TİP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil. İkisi de bir an bile adliyelerin kapısından ayrılmayarak hem gözaltına alınan gençlere hem de avukatlara destek çıktılar.

Halk dilinde “Bir tenhada çökertmek” diye bir söz vardır. Zalim, kimselerin olmadığı yerlerde kıstırdığında kurbanına canının istediğini yapar. İzleyip gördüğümüz, aklımızın almadığı her şeyin şahidiyiz. Kalabalığız. Haklıyız.

Dünya yanarken canlı oyun yayını yapan X platformu sahibinin muhalif hesaplara erişim engeli getirmesi de bu yüzden. Sesleri kısmak, yalnızlaştırmak. İktidarın, Ekmek ve Gül gibi kadınların birbirine omuz olduğu bu platformun X sayfasını dahi kapatması da şimdiye kadar yazıp çizdiklerimizin boşa olmadığını gösteriyor bize. Günlük sayfamda zalimlerin mazlumları manipülasyon rehberi gibi bir şey yazmıştım, buraya da aktarayım:

“Neden dövdüm peki seni?"

Zorbanın, sana karşı kullandığı yöntemi meşrulaştırma sorusudur. Defalarca yanıtlamak zorunda kaldığım bir soru bu benim.

Her seferinde kurbanı olduğun fiilin asıl suçlusu ilan edilip bir sonraki dayağı da normalleştiren bir yanıta sürüklenirsin.

Zayıflarsın, kendinden şüphe duyarsın, korkarsın, tekrar sevgi almak için çırpınırsın. Tekrar aynı şiddete maruz kalmamak için kendi doğrularına ihanet edersin. Susarsın.

Dövüyorsa yapmışsındır bir işler.

Bu ülkede genel kanı budur.

Oysa devletin "bir işlere" vermesi gereken tepkinin ilkel insan davranışı olması kabul edilemez. Gemi azıya almış yöntemlerle. Orantısız bir iştahla.

Yaptıkça ve yaptıklarını "senin suçun" olarak sıvayıp seni cenin pozisyonuna getirdikçe başka bir kanaldan doğurduğu devasa korkunun verdiği yeni orantısız güçle. Vatan Haini! Şer Odağı! Terörist!

Gözü açılan kurban bile teslim olabilir tekrar inkar körlüğünün rehavetine.

Kutsala laf etmektense bir kuyuda dilsiz kalmayı tercih edebilir.

Korkmamak elimizden gelmez.

Korkuya rağmen adım adım ilerlemekse eşsiz bir yolculuk.

Kimseden yana değil, kendi yolumuzda.

Önümüzden giderek bize genişlikler açan Sevdalar, Seralar, canım kadınlar. Sayenizde yol nasıl güzel…

*[email protected]

Fotoğraf: Unsplush