“Benim adım özgürlük, geçiyorum bu topraklardan… Bir kadın var, çocukları kollarını sımsıkı tutarken boğazını yırtıyorlar… Ama o hâlâ şarkı söylüyor…” diyor Suriyeli şair kadın Maram Mesri. Bu sözler kafamda geçtiğimiz haftalarda Gazze’de yerinden edilen yüzlerce kişinin hareket halinde çekilmiş fotoğrafıyla çok özleşti.
Yıllardır insanlık tarihi kanlı savaşlara sahne olmuştur. Tüm dünyada kan ve acıyla boğuşan halklar barış umudu ve talebiyle yaşam sürdürmüştür. Umutsuzluğun bağrında yaşama umuduyla mücadele edenlerin hikayeleri yer almıştır tarih sayfalarında, hikayelerde. Muzaffer olanlar veya iz bırakan isimler. Çoğu zaman ismini bile bilmediklerimiz…
İnsanlığın bugüne dek yaşadığı en büyük savaşlardan biri İkinci Dünya Savaşının, 1 Eylül 1939 tarihinde Alman ordularının Polonya’yı işgal etmesiyle başladığı kabul edilir. İkinci dünya savaşı 50 milyon insanın ölümüne, en az bir o kadarının da yaralanmasına, sakatlanmasına neden olmuştur. Milyonlarca insanın yurdundan edilip göç ettiği bu süreçte insanların çoğu bir daha evine dönememiştir. O döneme dair hikayeler ve rivayetlerin sayısı oldukça çok ancak beni etkileyen hikayelerden biri Franceska Man’in hikayesi. Ölüme saniyeler kala hayata tutunmanın hikayesi Franceska’nın hikayesi. Nazi işgalinin ardından 22 yaşındaki dansçı Franceska Varşova Gettosu’nda tutulan binlerce Yahudi’den biri oldu.
23 Ekim 1943’te, Auschwitz – Birkenau’daki istasyona giren bir tren yeni bir hayata kavuşacağına inanan Yahudileri taşıyordu. Tren boşaltıldı. Yahudiler, sınırdan geçmelerine izin verilmeden önce dezenfekte edilmek üzere duşlara alındılar. Kadınlar daha sonra gaz odası olan “duşlara” gönderildi. Franceska da o gaz odalarındaydı. Muhafızların dikkatini dağıtmak için dans etme yeteneğini kullanarak bir kaçış yolu aramaya başlamıştı. Franceska dans ederken topuklu ayakkabılarından birini çıkardı ve Schillinger adlı bir subayın yüzüne çarptı. Sonrasında Schillinger’in silahını ele geçirdi. Franceska daha sonra silahı iki kez Schillinger’a, daha sonra da subay Emmerich’e doğru ateşledi. Diğer kadınlar Franceska’dan ilham aldılar ve gardiyanlara saldırmaya başladılar.
İsyanı durdurmak için daha fazla subayın olay yerine gelmesiyle ayaklanma kısa sürede bastırıldı. Birçok kişi makineli tüfek ile öldürüldü ve kalanlar ise gaz odalarına kondu ya da dışarı çıkarılarak idam edildi. Franceska’nın akıbeti belirsiz. Franceska yaşamak ve yaşatmak için mücadele eden, umudunu kaybetmeyen milyonlarca kadından biriydi. Aslında Franceska kıvılcımdı ve bu kıvılcım yanındaki diğer kadınları harekete geçirmişti. O dönem açısından bu hikaye gibi kadınların birlikte mücadele ettiği binlerce örneğe ulaşabiliyoruz.
BARIŞ SERMAYE İÇİN FİİLİ ATEŞKES DEMEK
Dünyada savaşların döngüsü mütemadiyen sürmüş, Francesca gibi birçok kadının hikayesi yazılmıştır. İçinde yaşadığımız kapitalist sistem, savaş ve “barış” dengesini hep egemen sınıf yani burjuvazi menfaatine kurmuştur. Çünkü kapitalist devletler arasındaki barış, geçici bir ateşkes, geçici bir süre halkların sermayenin menfaatleri uğruna yeniden katledilmesine hazırlanma zamanıdır. Bu hazırlık süreci siyasal ayağıyla milliyetçiliğin sermaye ve devlet tarafından beslenmesiyle gelişir, ekonomik ayağıyla da yine devlet eliyle halkın ve işçi sınıfının boğazından, hakkından keserek savaşlara para akıtmayla önümüze çıkar.
Dünyada işçi sınıfı emperyalist savaşın ve krizin yarattığı devasa sorunlarla karşı karşıyadır. Nitekim şu anda dünya genelinde onlarca savaş veya iç savaşın içindeyiz. Suriye'deki iç savaş, İsrail'in Gazze'yi işgal etmesi, Ukrayna ve Rusya savaşı, Myanmar, Etiyopya ve Kongo Cumhuriyeti gibi ülkelerde süren gerilimler önümüzdeki süreçte daha da hararetlenecek. Bu meseleyi anlamak için farklı ülkelerin savaşa ayırdığı bütçeye bakmamız gösterge olur. 2024 yılında Türkiye’de savaş sanayiine ayırdığı bütçesinde rekor artış, savaş bütçesini 886 milyar dolara çeken ABD, Rusya’da askeri harcamalara ayrılan payın tüm bütçe harcamalarının yaklaşık yüzde 40’ına ulaşması, Fransa’da askeri harcama bütçesini 2024-2030 yılları arasında 413 milyar euroya çıkarılması gibi birçok örnek sayabiliriz. Bunların hepsi geniş bir tablo gösteriyor; o da savaşların ve ekonomik buhranların daha da artacağı bir dönem. Bu demek oluyor ki daha da yoksullaşacağız… Bu koşullar işçi sınıfı için siyasal, sosyal ve ekonomik kazanımların yok edilmesi, demokratik hakların gasbedilmesi, örgütlenmenin önüne daha büyük duvarlar dikilmesi anlamına da gelir.
Öte yandan kadınlar için bunun başka boyutları da var. Savaşlarda kadınlar ve kız çocukları, cinsel şiddet, fiziksel ve psikolojik istismara maruz kalıyor. Savaş sürecinde kadınların bedeni çatışan taraflar için hesaplaşma alanı ve adeta ganimete dönüşüyor.
Savaşın doğrudan kendi yaşadığımız yerde sürmemesi dünyada süren onca savaştan etkilenmediğimiz anlamına gelmez. Dünyada savaşın sürdüğü her noktada bedelini özellikle işçi ve emekçi kadınlar ödüyor.
Bugün dünyanın dört bir yanında işçilerin hakkından yapılan her tasarruf sermaye için mermi ve füze oluyor. Dolayısıyla bugün işçi ve emekçi kadınların barış talebini yükseltmesi sermayeye karşı doğrudan mücadele etmesi anlamına gelir ve hayatidir.
YAŞAMAK İÇİN…
İçinde geçtiğimiz süreç zor olsa da tarih boyunca kadınlar savaşa karşı dünyanın dört bir yanında umut etmeye ve mücadeleye devam etmiştir. Filistin’de Barış İçin Kadın Koalisyonu, İsrail’de Siyahlı kadınlar, Senegal’de Kassumay Radyosu, Kolombiya’da Güzel Rota, Türkiye’de Barış Anneleri gibi sayamayacağımız birçok kadın barış için mücadele etmeye devam ediyor. Hepimiz savaş ve yıkımın hayatlarımıza etkisini görerek bulunduğumuz her yerde savaşa karşı çıkmalıyız. Barış istiyorsak örgütlenmeliyiz, yaşamak istiyorsak örgütlenmeliyiz…
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.