Her gün öldürülüyoruz bu sistem tarafından. Sokakta yürürken, işe giderken, okuldan çıkarken, evlerimizin içinde, fırına ekmek almaya gittiğimizde, her yerde… Ya bir erkek ya tepemize düşen bir bomba ya başka türlü bir şiddet. Bizim ya da en yakınımızdakinin canına kastediyor bu karanlık. Yok olmuş bir hayatın, şiddetin, tacizin, tecavüzün, travmaların içine hapsedilmeye çalışılıyoruz. Peki ne oluyor, vaz mı geçiyoruz yoksa daha mı çok yükseltiyoruz sesimizi?
Son bir ayın en önemli gündemlerinden biri “barış.” Çok değil, daha 9 yıl önce sokağa çıkma yasaklarının, bodrum katlarda yardım çığlıklarının, yakılıp yıkılan evlerin, günlerce sokakta kalan Taybet Ana’nın, ölü bedeni kokmasın diye 8 gün boyunca derin dondurucuda saklanan Cemile’nin tanıklığını yaptık her birimiz. Göç etmek zorunda kalan kadınların hikayelerinde dinledik teşhir edilmesinler diye sadece iç çamaşırlarını alarak evlerinden ayrılmak zorunda kaldıklarını. Ne kadar kötülük varsa yaşatıldı kadınlara. Bodrum katlarda saklanırken talan edilen evlerine geri döndüklerinde o evin kullanıldığına, iç çamaşırlarının ortalığa saçıldığına, peluş oyuncaklara iç çamaşırı giydirilerek tecavüz edildiğine, eşyalarının üzerine polisin askerin tuvaletini yaptığına, dahası evlerinde insanların öldürüldüğüne tanıklık etmişlerdi.
Bunlar bu memlekette mi olmuş demeyin, her birinin tanığıyız çünkü. Olağanüstü hal olmasa da tek adam rejiminin varmış gibi sürdürdüğü güvenlik politikalarının her adımımızı takip ettiği bölge illerinde yaşandı tüm bunlar daha 9 yıl önce. Fakat ne o zaman ne de ülkenin doğusundan batısına barış talebiyle sokaklara çıkanların üzerine bombalar patlatıldığında vazgeçmedi en çok da kadınlar “barış” demekten.
KÜRT KADINLARIN VARLIKLARINA KASTEDİLİYOR
Çözümü ve barışı konuştuğumuz bugünlerde kadınların özellikle bölge illerinde neler yaşadığını hatırlatmakta fayda var. Kayyumlarla kadın kurumlarının tek tek kapatılmasından sonra yaşadığı şiddete karşı başvuru mekanizmalarına erişemeyen kadınlar, evlerine çekilip o şiddetle yaşamaya mecbur bırakıldı, hâlâ da bırakılıyor. “Güvenlik politikaları” dediğimiz uygulamalar kadınların tüm varlıklarına kastederken cezasızlık politikaları, kolluk güçlerinin tacizini, şiddetini, tecavüzünü aklıyor; kadınları savunmasız kılıyor. Bugün pek çok Kürt ilinde çeteler hatta bizzat kolluk güçlerinin içinde yer aldığı şebekeler kadınları uyuşturucu ve fuhuş bataklığına sürüklerken kadınlar kendilerini yalnız ve çaresiz hissediyor, bir sonuç alamayacağını bildiğinden hiçbir mekanizmaya başvurmuyor. Çetelerin haberlerini yapan gazeteciler hele de kadın gazeteciyse çok daha rahatlıkla hayatıyla tehdit ediliyor. Her yanı kameralarla kaplı kentlerde, üniversiteye okumaya gelen genç kadınlar kaybettiriliyor, katlediliyor. Bir halk kayyum siyasetinin asimilasyoncu uygulamalarıyla dilinden, kültüründen uzaklaştırılıyor. Özetle imha, inkar ve asimilasyon, kadına yönelik şiddet, en temel özgürlüklerin ihlal edilmesi, yargının siyasallaşması, itirazı olanlara dönük operasyonlar en çok da Kürtler üzerinde bir sopa olarak sallandırılıyor.
KADINLAR SAVAŞ DEĞİL, BARIŞ İSTİYOR
Susup oturuyor mu dersiniz kadınlar? Yoksa tüm varlığının bir savaş ganimeti olarak görüldüğü bu düzende ayakta kalmaya, birbirine sesini duyurmaya ve ses olmaya mı çalışıyor? Türkiye’de de dünyada da barış mücadelesi deneyimlerine baktığımızda en güçlü, en berrak sesin kadınlardan geldiğini hepimiz biliyoruz. Susan değil, savaşı sona erdirmek için elinden geleni ardına koymayan kadınlar tüm varlığıyla yıllar boyu barış mücadelesi verirken bu mücadele deneyimini de büyük bir direnç fotoğrafına dönüştürmüş durumda.
Evini, barkını, evladını, eşini, ailesini savaşlarda kaybeden kadınlar en büyük bedeli öderken hep umut etti, hep barış için mücadele verdi. Herkesin sokağa çıkmaya çekindiği zamanlarda en büyük toplumsal muhalefet oldu kadınlar, her türlü tehdide rağmen sokağı bırakmadı. 30 yıldır faili meçhulleri arayan Cumartesi Anneleri’nin, 24 yıl önce “İlle de barış” diyerek beyaz tülbentleriyle yola çıkan Barış Anneleri’nin savaşın yıkıcılığı karşısında ortaklaşan mücadeleleri, evlatlarını, topraklarını, dillerini, kültürlerini, doğalarını isterken kini değil, birliği, beraberliği, umudu ve barışı besledi.
“Çözümün” konuşulduğu bu sıcak günlerde de Cumhur İttifakı’nın her türlü hamlesine karşı ihtiyatlı davranıyor tüm toplum. İktidarın yalanlarına karnının tok olduğunu söylerken barışta ısrar etmekten vazgeçmiyor, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümünü talep ederken silahların sustuğu, hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı; baskıya, yasağa, engellemelere, cezasızlık politikalarına son verildiği, adaletin sağlandığı somut adımlar bekliyor. Savaş değil, geçmişle yüzleşilmiş onurlu barış istiyor…
Dün olduğu gibi bugün de savaş çığırtkanlarına karşı barış için en geniş cephenin örülmesinde kadınların en önde barışı savunarak sesini yükseltmesine, onurlu bir barışın tesisinde kadınların en güçlü perdeden söz söylemesine ihtiyacımız var.
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
‘Güçlü iç cephe’ ne vadediyor?
Madem barıştan ya da barış olanağından söz ediyoruz; o halde devletin somut adımlar atması gerekiyor...
Barış için…
İşçilerin hakkından yapılan her tasarruf sermaye için mermi ve füze oluyor. Dolayısıyla bugün işçi v...
Barış Anneleri’nden 1 Eylül çağrısı: Savaş her ala...
Barışın sağlanması için mücadele eden Barış Anneleri, 1 Eylül yaklaşırken savaşın etkilerinin her al...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.