Gelin, sanki dünyada başka hiçbir ayrım noktası yokmuş gibi, bu kez kadınları ikiye ayıralım: Yarın giyeceklerini akşamdan ayarlayanlar ile sabah şiş ve boş gözlerle dolaba bakıp “Bugün ne giysem?” diye düşünenler (Akşamdan ayarladıkları kıyafeti ertesi gün canhıraş bir şekilde değiştirenleri saymıyorum.) Böyle bir konu düşündüğüme göre tahmin edersiniz ki ben ikinci gruptanım. Bir gün önceden “Yarın ne giysem?” sorusunu alışkanlık edinemediğim gibi, sabah “Bugün ne giysem?” sorusunu bile soramayacak kadar şiş ve boş gözlerle oluyorum dolabın karşısında.
Kandinsky tablolarına benzettiğim dolabımdan en üstte ne varsa alıp onu geçiriveriyorum üzerime. O da genellikle yıkanıp kuruyan, her zaman üstte hazır ve nazır, biraz da ütüsüz beni bekleyen bir iki pantolon, bluz veya elbise işte. Öyle şunu şununla “match” edeyim, şunun yanına şunu takayım diye uzun uzun düşünemiyorum her gün. Günlerden hafta içi, saatlerden karganın bile kahvaltısını etmediği saatlerde sürekli giyilmekten bedenimin şeklini almış, eskinin o güzelim huzurunu veren pantolonumu giyerken aklımda şu soru oluyor bazen: Eskiden kadınlar kabarık kabarık etekler, daracık korseler giyerken, nasıl olmuş da bu hayat kurtarıcımız pantolonu giymeye başlamışlar?
PANTOLONUN TARİHİNE KISA BİR YOLCULUK
Ben kadınların pantolon giymeye nasıl başladıklarını araştırırken, aslında eskiden kadın ya da erkek herkesin etek benzeri şeyler giydiğini öğrendim. Korseli falan şeyler değil, daha basit, bele sarılıp iliklenen, giyimi rahat etekler… Sonraları pantolona ilk geçenler erkekler olmuş. Nedenine dair bir tahmininiz var mı? İpucu vereyim: At! Evet, at. At binmek kolaylaşsın, illa da savaşlara katılsınlar diye erkeklerin giyimi böyle bir değişime uğramış. Bu sırada kadınların giydikleri eteklerde değişimler olmuş. Daha kolay taşınır eteklerden, çok daha karmaşık, çok katmanlı ve ağır, ayağı bile kapatan, iç etek, fırfırlar ve özellikle de kafes görünümlü çemberler yüzünden kabarık ve dönemine göre de korseli modellere dönüşmüş.Kadınlar, uzun etekleriyle pis sokaklardan geçerken süpürge oluyorlar, iki basamak merdiven inerken düşme tehlikesi geçiriyorlar, bellerini ne kadar daraltsa da korseleri, etekliklerinin genişliği ve ağırlığı yüzünden çıktıkları yürüyüşlerden dayak yemiş gibi yorgun dönüyorlarmış. Öyle ki Satürn’ün halkaları gibi kendinden epey uzakta takılan eteklerinin tutuştuğunu fark edemeyen ve yanarak can veren bazı kadınlar olmuş. Bunun üzerine 19. yüzyılın kıyafet reformcuları konuya el atarak, modanın yerini pratikliğin, geleneğin yerini sağlık ve rahatlığın alması gerektiğini savunmuşlar. Tahmin edersiniz ki kadınlar eteği çıkarıp pantolonu giymek için bile uğraş harcamışlar. Erkekler gibi “ata biniyoruz” diye hızla rahat kıyafetlere ulaşamamışlar, bunu bile tarih boyunca verdikleri mücadelenin bir parçası yapmışlar.
KORSE OUT, UZUN PAÇALI DON IN
Bu reformculardan biri Elizabeth Smith Miller. Kadınlar için oy hakkı isteyen süfrajetlerden meşhur Elizabeth Cady Stanton’un kuzeni oluyor kendisi ve o da Amerikalı kadınların oy kullanabilmeleri için mücadele edenlerden. Ayrıca, köleliliğin kaldırılması için çaba gösterip Güney’den kaçan köleleri evinde saklayan bir aileden geliyor. Bu özelliklerinin yanı sıra pantolonu Amerika’da ilk giyen kadınlar arasında da adı geçiyor. Giydiği pantolon şimdilerin pantolonundan uzak, daha çok Osmanlı döneminde haremde kadınların giydiği “uzun paçalı don” biçiminde bol, bilekten büzgülü, rahat mı rahat bir giysiye benziyor. Bu tip pantolonlar, dönemin bir başka kadın hakları savunucusu Amelia Jenks Bloomer tarafından çıkarılan kadın meseleleriyle ilgilenen The Lily adlı gazetede de yayınlanmış. Gazete, kadınları boğan korselerin, dönme dolap gibi iç eteklerin, yerdeki her türlü pisliği süpüren uzun eteklerin, yerini pantolonlara, daha kullanışlı ve rahat kıyafetlere bırakması gerektiğini savunmuştur. Hatta bu tip pantolonlar artık “bloomer” olarak adlandırılmış.Başlarda politikada, sinemada ya da sporda öncü kadınlar tarafından giyilen pantolonlar ne yazık ki toplum tarafından genellikle alayla karşılanmış ama bisikletin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasından sonra durum değişmiş. Artık kadınların giydiği, o arkasından kıs kıs gülünen paçalı donları bisikletlilerde de görür olmuş o toplum. Ama yine de pantolonun politika, sanat ya da spor alanları dışında kalan kadınların günlük hayatına girmesi, asıl olarak, kadının fabrikalara adım attığı savaş dönemlerine denk düşüyor. Dünya savaşlarında erkekler cephelere yığılırken, erkeklerin yerine fabrikalara alınan kadınlar, makineler arasında sıkışmamak için doğal olarak pantolonlara geçiş yapmış iş yerlerinde. Fakat, fabrikasında pantolon giyen bir kadın, iş çıkışında tekrar “normal” görünümüne bürünüyormuş.
VATİKAN PANTOLONA KARŞI
Ünlü tasarımcı Paul Poiret, 1911’de, kadın giyiminde korseleri tozlu raflara atıp yerine daha kullanışlı, bizim de yakından tanıdığımız “uzun paçalı don” benzeri pantolonları çalışmalarında kullanmaya başlamış. Aslında hiç de politik olmayan sadece estetik bir yaklaşımla bunu yapan Poiret, toplumun ve dinin tutuculuğuna bir tehdit olarak görülmüş. Aynı yıl Vatikan bu bol paçalı pantolonlara “kadınların bacaklarını gösteriyor, ahlaken sakıncalı” diyerek bir karşı kampanya başlatmış.KADIN BAHARI
Vatikan’ın korktuğu 1920lerde başına gelmiş diyebiliriz. Hatta bu yıllara kadınların baharı bile denebilir, çünkü kadınlar toplumdaki, kıyafetlerdeki, tarzlardaki kurallardan, gelenekçilikten sıyrılıp birer çiçek gibi açılmaya başlamışlar. Kadınların oy hakkını elinden alan cinsiyetçi uygulamaları yasaklayan anayasadaki 19. madde bu dönemde çıkmış. Eteklerin boyları kısalmış ve pantolonlar cesur bir şekilde giyilmeye başlanmış, saçlar “bob” olmuş, kadın modası tavan yapmış…Böyleyken böyle… Süfrajet ablamız Elizabeth Cady Stanton’ın da kuzeni Elizabeth Smith Miller’a dediği gibi “Sorun artık nasıl göründüğün değil, nasıl hissettiğindir bacım.” Giy giymek istediğini; öyle arkandan gülene, fetvalar çıkarana bakma sen.
İlgili haberler
Kadınların oy hakkı mücadelesi
Kadınların hiçbir hakkını kazanması kolay olmadı, oy hakkını da tabii ki. Kadınlar dünyanın çeşitli...
Bir ömre ne kadar acı sığar? Ne kadar mücadele?
Yaşar Nezihe edebiyat tarihimizde ilk 1 Mayıs şiiri yazan kadın şair... Hayatı boyunca çile çekmiş,...
GÜNÜN FİLMİ: Sufrajet
Kendinizi rahatça içinde bulabileceğiniz, belki biraz nefes alabileceğiniz bir film Sufrajet. Bir ka...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.