Bugün tarihimizdeki en utanç verici olaylardan biri olan 6-7 Eylül yağmasının 63. yıldönümü. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs geriliminin dorukta olduğu bir dönemde gerçekleşen ‘6-7 Eylül olayları’, bu dönemde Türkiye devletinin politikasının organize bir parçası olarak gerçekleşti. İstanbul’da yaşayan Rumlara ve gayrimüslimlere karşı gerçekleşen organize bir toplu saldırıydı.
İki gün boyunca devam eden olaylarda birçok gayrimüslim yaralanırken, yaşamını yitirenler oldu. Maddi hasar ise çok büyük boyutlardaydı. Kalabalık güruhun önüne çıkan tüm dükkânlar, kiliseler yağmalanmıştı. Devletin kolluk kuvvetleri önceden haberdar oldukları halde herhangi bir müdahalede bulunmadan olayları izlemekle yetindi. Olayların ardından birçok Rum ve gayrimüslim, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak yaşadıkları alanları terk etmek zorunda kaldılar.
Dükkanlar yağmalandı, evler basıldı, Beyoğlu’ndan başlayan hunharlık, Çengelköy’e Kuzguncuk’a kadar uzandı. Nasıl mı?
Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspress gazetesi 1955’te “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskısını yapar. Tirajı 20 bin olduğu halde 290 bin basılır üstelik. Neden? Çok basit… Kıbrıs’ın Rum kanadı, Türk kanadına saldıracakmış. Bugünün bölünme fobisi, o gün de saldırı fobisiymiş demek ki.. Altında yatan nedenin “Azınlıkların bu ülkede yaşamak dışında hiçbir hakkı yok” mantığı olduğu anlaşıldığında ise çok geç olacaktır. Malum Rumlar, Ermeniler, Yahudiler o dönemin varlıklı aileleridir. “Varlık Vergisi” çıkarılır ya bu yüzden. “Hem Türk değilsin, hem zengin olmaya kalkıyorsun. Seni burada barındırdığımıza dua et!” der bu korkunç saldırıyı hazırlayanlar aslında.
200’Ü AŞKIN RUM KADIN TECAVÜZE UĞRADI
Basına yansıyan kadarıyla 15 kişi öldü bu 6-7 Eylül günlerinde.. Müslüman olmayanların özellikle Rumların evlerine girip kıyafetleri yırtıp, makineleri parçaladılar. Dükkanlara girip eşyaları yerlere attılar, top top kumaşlarını kestiler insanların. Baltalarla, sopalarla, camları, kepenkleri ve makineleri dövdüler. En ağır bedeli yine kadınların bedeniyle ödendi. 200’ü aşkın Rum kadın tecavüze uğradı. Balıklı Hastanesi Başhekiminin ifadesine göre, hastanede 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüş, çok sayıda kadının bu durumu gizlemiştir. Hastanede tedavi olmaktan kaçınan kadınlar da vardır elbet. Bugün varsa o gün de vardır...YAŞAYANLARIN DİLİNDEN...
“Ahlaka aykırı davranışlar da vardı. Mesela, evlerde kadınlara tecavüz ediliyordu. O gün, çok tecavüz oldu. Kadınlar sonradan Yunan Konsolosluğunu haberdar ettiler. O zaman polisler sivil olarak bana geldiler, doktor olduğum için. Hastaneye gittik, ama kadınlar orada susuyordu. Bunun üzerine polise sordum: 'Evli misin?' 'Evet' dedi. 'Bir gecede 500 kişi senin karını ya da kızını taciz etse, sen ne anlatırdın?' Susacağını söyledi. Kadınların suçu yok. Failleri resmi makamlara ihbar ediyor, ama olayın herkesçe bilinmesini istemiyorlardı. Bu genç kızların pek çoğu sonradan evlendiler. Delikanlılar, bundan sorumlu olmadıklarını söyleyerek, buna rağmen onlarla evlendiler." diyor Balıklı Hastanesi Başhekimi.. Bini aşkın ev, bini aşkın işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul saldırıya uğradı. Saldırılan yerler içinde sadece Rumlara değil, Ermenilere, Yaduhilere ait yerler de vardır. Yaşayanların diline böyle geliyor o günler.. Vasiliadıs anlatıyor;"Beyoğlu’nda evimizin köşesinde bir fırın vardı. Sahibi aslında Arnavuttu ama Rumca konuştuğu için herkes onu Rum zannederdi. Bizim karşımızda ise bir karakol vardı. Bu adam pasta, çöreklerini hiçbir zaman ertesi güne bırakmazdı. Her akşam fırını kapattıktan sonra arta kalanları karakoldaki polislere verirdi. O gün, 2 kişi fırının camlarını aşağı indirince hemen komisere gitti. Komiser ona şöyle bir cevap verir: 'Hiçbir şey yapamam, ben bugün polis değil Türküm.' Bu cevap o günler polislerden sıkça duyuldu.”
Madam Despina, 2006’da verdiği bir söyleşide “Eylül olaylarından sonra Rumlar İstanbul’u terk etmeye başladılar. Ben hatırlıyorum, evimin altında Sakızağacı’nda bir kasap dükkanı vardı. Rum’du. Testerelerle geldiler ve dükkanı indirdiler. Etleri sokağa attılar. Çok korktuk. Ben 13 Eylül’de bir gün içinde yeğenlerimin hepsini birden vaftiz ettim ve dışarıya gönderdim. Ben de onlarla Atina’ya gittim ama sonra geri döndüm.” diyor.
1924 yılında 1 milyon olan İstanbul nüfusunun 280 bini Rum’du. Bu 'etnik temizlik' sona erdiğinde İstanbul’da kalan Rum nüfusu 1500-2000 idi...
İlgili haberler
GÜNÜN BELLEĞİ: Barışın inşacısı kadınlar savaşın y...
Barış en çok kadınların dilindedir. Bu topraklarda da sınırların ardında da... Sırbistan, Kosova, Sr...
GÜNÜN FOTOĞRAFI: Evini koruyan 106 yaşındaki Ermen...
Bazen fotoğraflar çok şey anlatır. Bu da o ‘çok şey’ anlatan fotoğraflardan... 1990 yılına ait olan...
Dünya kadınları: Barıştan başka yol yok!
Türkiye’de ve dünyada kadınlar savaştan başka bir yol aradı, arıyor. Dünya kadınları ülkelerinde bar...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.