Ben de Rojin gibi yurtta kalıyorum. Rojin'in kaldığı yurt ile benim kaldığım yurt karşı karşıya. Sizlere biraz yaşadığımız süreçten bahsetmek istiyorum. Biz yurt arkadaşları olarak Rojin’in kaybolduğunu 28 Eylül’de akşam saatlerinde öğrendik. Yurtta kulaktan kulağa yayılan bir söylenti gibiydi. “Yurttan izin almayı unutmuştur, akşama geri döner” gibi düşünülüyordu. Yurt müdürlüğü ile konuşmaya karar verdik. Müdürlüğün tepkisi o kadar sakindi ki. "Yok ya, öyle bir durum yok" gibi bir cevapla karşılaştık. Bunun üzerine anladık ki olayın üstünü örtmeye çalışıyorlar. Hemen ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Tanıdığımız insanlara ulaştık, ajanslarla iletişime geçtik.
Daha sonra arama çalışmalarına başladılar. Sadece sahilde aramalar yapılıyordu. Bu süreçte herkeste bir tedirginlik hali vardı. Yurtta veya kampüste kimle konuşursak konuşalım, “Sahile gitmek istemiyoruz” diyorlardı. Bizim yurdun penceresinden sahil görünüyordu ve pencereden bakarken bile canımız acıyordu. Sıra arkadaşımız bir gün aniden aramızdan ayrılıyor ve günler geçmesine rağmen hâlâ bulun(a)mıyordu. Atlı polisler sanki bir gösteriye gelmişler gibi kendilerini gösterip gidiyordu. Hatta bir arkadaşımızın polislerin yanına gidip “Eğer ben kaybolursam beni böyle aramayın” dediği bile oldu.
Bu süreçte yurtta da sözde önlemler alınmaya başlandı. Giriş çıkış saatlerimize kısıtlamalar getirildi. Geceleri odalarımıza dalıp sayımlar yapılmaya başlandı. Öğrencilerin ise söylediği tek bir şey vardı: “Önlem almak için aramızdan birinin mi kaybolması bekleniyordu?” Zaten, önlem gibi uygulanan bu uygulamalar kadın cinayetlerinin önüne geçemez.
ROJİN’İ BULMAYANLAR KADINLARI BASTIRMAK İÇİN SAHADA
Yurda her girdiğimizde aklımızda Rojin vardı. Ders işlerken bile Rojin şu an kim bilir nerede, ne halde diye düşünüyorduk. Bu olayın hemen ardından İstanbul'da canice katledilen kadınların haberini aldık. O kadar kin ve öfke doluyduk ki bir eylem yapmaya karar verdik. Gruplara yazarak arkadaşlarımıza ulaşmaya çalıştık. Fakültenin kantininde buluştuk ve katledilen, kaybettirilen bütün kadınlar için dövizler hazırlamaya başladık. O sırada fakülte dekanı polislerle birlikte yanımıza geldi ve eylem yapmamamız için bizi ikna etmeye çalıştı. Bazı arkadaşlarımız yaşadıkları baskıdan dolayı ağlayarak dışarıya çıktı.
Tehditlere rağmen bahçeye çıkıp eylemimize başladık. Az kişi olduğumuz için hayal kırıklığına uğramıştık ama her şeye rağmen eylemimizi gerçekleştirdik. Yürüyüş yapmamıza izin vermediler. Biz de oturma eylemi yapmaya karar verdik. Eylem bittikten sonra aramızda tartışmaya başladık. Evet, eylem güzeldi ama yeterli değildi. Tekrar bir eylem yapmaya karar verdik. Nasıl yaparız ne ederiz diye düşünürken kayboluşunun tam 18’nci gününde Rojin’in cansız bedenine ulaşıldı. Hem de en son görüldüğü yerden kilometrelerce uzakta. Hep beraber oturup ağlamaya başladık. Neden bilmiyorum ama içimizde hep bir umut vardı. Sanki yaşadığını hissediyorduk. Öldüğünü öğrenince inanmak istemedik. Acı çekiyorduk ama öfke doluyduk. Hemen ertesi gün için bir anma ve eylem düzenlemeye karar verdik. Bütün kampüsü dolaştık ve her öğrenciye Rojin için toplanma çağrısı yaptık. Üniversite sayfalarında paylaşımlar yaptık fakat bazıları tarafından “Bu bir siyasi propagandadır, sakın gitmeyin” tarzında söylemler yayıldı. Bu durum öğrencilere korku vereceği için yine çok az olacağımızı düşünüyorduk fakat hiç de öyle olmadı. Üniversitenin büyük bir çoğunluğu katılmıştı eyleme.
Basın açıklaması sonrasında yürüyüş yapmaya karar verdik. Polisler ve güvenlikler buna izin vermediklerini söylediler ama eylem ruhu her birimize işlemişti. Bu sayede polislerden, güvenliklerden oluşan barikatı kırmayı başardık. Bütün kadınlar için oradaydık ve birbirimizden başka kimsemiz olmadığını biliyorduk. Herkes kendinden o kadar emindi ki her bir öğrencinin yüz ifadesine baktıkça güven dolu hissettim. Etrafımız polislerle, güvenliklerle çevrili olmasına rağmen kimseden korkmadan "Jin jîyan azadî" diye haykırabiliyorduk. O gün ilk defa eyleme katılmış ve endişelenen arkadaşlarımızın “Biz bir olursak korkulacak hiçbir şey yok çünkü birbirimize sahibiz” dediklerini duyduk.
Eylemimiz biterken tanımadığımız her kadın arkadaşla sarıldık. Herkes gururla, tüm baskılara rağmen "Başardık" diyordu. Eylemden sonra oturup konuşmaya başladık. Evet, eylem planladığımız gibi başarılı geçmişti fakat içimizde büyük bir acı vardı. Daha birkaç hafta önce buraya kim bilir ne hayaller ile gelen sıra arkadaşımız artık aramızda değildi.
KAMPÜS MEZARLIĞA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Üniversitedeki ilk günlerimizde kampüs sahilinde yürüyüş yapıp, şarkılar söyleyip dans etmiştik ve hep böyle devam eder sanıyorduk. Şu anda ise sahilin yanından bile geçmek istemiyoruz. Sahile her baktığımda Rojîn’i görüyorum. Kaybettirilen bir hayat görüyorum.
Rojîn’e ne olduğu, neler yaşadığı, bedeninin nasıl olur da 20 km ötede bulunabildiği bilinmiyor. Süreç hiçbir şekilde şeffaf yürütülmüyor, dosyaya ve otopsi sonuçlarına gizlilik kararı getirildi. Arama çalışmaları asla yeterli değildi ve çok geç kalındı. Termal kamera bile günler sonra getirildi. İntihar şüphesi üzerinde durulduğu için sadece gölde aramalar yapıldı. Kaybolduğu köyde arama çalışmaları yapılmadı. Telefonu bile günler sonra açılıp incelemeye alındı. Sözde güvenlik önlemleri, kameralar ile çevrili olan kampüs bizler için bir mezarlığa dönüştürüldü. Ancak hiçbir şeyden korkmadan Rojîn’e ne olduğunun, arkadaşımızın nasıl kaybettirildiğinin hesabını sormaya devam edeceğiz. Sesimiz katledilen, kaybettirilen tüm kadınlar için çıkacak. Bu eylem sayesinde tüm Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencileri olarak birlikte hareket edersek neler başarabileceğimizi gördük. Olayın üstünü örtemeyeceklerini, intihar deyip unutturamayacaklarını, tüm üniversite yönetimine ve yurt yönetimine de göstermiş olduk ve ülkenin her bir yanı tüm kadınlar için güvenli olana dek mücadelemize devam edeceğiz!
Fotoğraf: MA
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.