İstanbul’un en önemli sorunlarından biri trafik. Çalışanlar iş gidiş dönüşü otobüs, metrobüs, minibüslere binebilmek için neler yaşandığını iyi bilirler. Her sabah ben de yaşarım bu hengameyi. Araç tıka basa doludur ama işe yetişmek için insanlarla itişe kakışa binmeye çalışırsın. Bu durumlarda kimse kimseyi görmez. Binince de ayrı dert. İçeride türlü türlü insanlarla dip dibe, üst üste gidersin tüm yolu. Öksüren, burnu akan, ter ve daha bir sürü kokulara maruz kalırsın inene kadar.
Bir sabah gene böyle bir hengamede burnuma beni çocukluğuma götüren bir koku geldi: Lavanta kokusu.
Benim çocukluğum Bulgaristan’ın asırlık çam ve meşe ağaçları olan ormanın eteklerinde kurulu bir köyde geçti. Köyümüzde bir kütüphanemiz, bir bakkalımız, sinema ve tiyatro sahnemiz bile vardı. Evimiz konum olarak köyün, ormana ve tarlalara gidiş yolunun üzerindeydi. Bahçemizin bittiği yerde gözünüzün göremediği büyüklükte lavanta tarlaları vardı. Penceremden bakınca gökyüzünün mavisiyle birleşen mor şeritler halinde uzanan sıra sıra lavantaları görürdüm. Yaz tatiline denk gelirdi çiçek açmaları. 60 santime kadar uzanan yüksekliğinde bir çalı öbeği, yapraklarının arasından uzanan sap sap mor çiçekler. Öğleye doğru bal arıları üşüşür tarlaya. Arkadaşlarımızla lavanta sıralarına dalar, öbeklerin üzerinden engelli koşu misali düşe kalka yarış yapardık. Ellerimiz, kollarımız çizikler içinde olurdu ama aldırmazdık. Çünkü düştüğümüz yerler mis gibi lavanta kokuyordu ve huzur veriyordu bize. (Sonradan öğrendiğime göre lavantanın sakinleştirici özeliği varmış.)
En çok hoşumuza giden de bizi eve çağırdıklarında, gitmek istemiyorsak, tehlike geçene kadar lavanta sıralarının arasına yatıp saklanmaktı. Gizli sığınak gibi gelirdi bize.
Hasat zamanı da ayrı bir güzeldi. Tarım işçileri gelip lavantaları biçerler, çuvallara doldururlardı. Kamyonlar gelip çuvalları alana kadar onları boş bir alana dizerlerdi. Biz çocuklara başka bir oyun alanı olurdu. Lavanta kokulu çuvalları ya sığınak ya da atlama rampası yapardık. Ben en tepeden, yere minder gibi dizdiğimiz çuvalların üzerine atlamayı severdim. Hava karardıktan sonra, ev ahalisinden biri “Hadi! Artık yeter” diyene kadar eve girmezdik. “Lütfen beş dakika daha”lardan sonra nihayet eve girince üstümüz toz pas içinde olmasına rağmen, mis gibi lavanta kokardık. Ben böyle bir çocukluk yaşadığım için kendimi şanslı hissediyorum.
Sanırım o günlerin güzel ve masum hatıraları ruhuma işlediği için bir tarafım hala çocuk kaldı. Bugünün metropol çocukları için çok üzülüyorum. Hayatlarını sınavlara adamışlar, yaşamları sanal dünya olmuş. Vurdulu kırdılı oyunlar, mafya dizilerine hayranlık, uçuk yaşantılara özenti...
Mark Twain’ın dediği gibi “Hayat öyle kısa ki; tartışmalara, özür dilemelere, kıskançlıklara, hesap sormalara zaman yok. Sadece sevmek için bir an var.”
İlgili haberler
Çorum’da kadınların bir ‘gün’ü!
“Mücadele etmeliyiz, çalışmalıyız, üretmeliyiz. Toplumun her alanında olmalı ve kendimizi ifade edeb...
Temizlik işçisi Vera’nın kahreden arayışı
Bir solukta okuyacağınız Böğürtlen Kışı kitabında oğlunu kaybeden Vera’nın hikayesinin izini sürecek...
Adaletin ve özgürlüğün olmadığı bir dünyada susmay...
Esenyurt’ta depo işçisi kadınların barış mesajını getirdik sizlere, “Fidanlar kırılmasın, güllerimiz...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.