İşte bizi bu koşullar tüketti!
Malatya’dan bir sağlık emekçisi anlatıyor: Serum bile bulunmayan hastaneler, kötü yemekler, liyakatsiz yöneticiler, ödenmeyen haklar ve tükenen sağlıkçılar...

Sağlık alanında hizmet veren bir kamu kurumunda çalışıyorum. Ben sağlık hizmeti sunarken aynı zamanda sağlık hizmeti de alıyorum. Ben sağlık çalışanı iken bu kadar zorluk yaşadığıma göre vatandaşların hali içler acısı. İlaç katılım payı, muayene katkı payı her geçen gün artmakta. Hayati önem taşıyan ilaçları bazen hastalar eczanede çıkan ödemeler yüzünden alamıyor ya da deftere yazdırıp sonra ödüyor. Hayati önem taşıyan ilaçlar hatta bazen serum bile bulamıyoruz bazen hastanede. Hastanede çalışmayan bozuk yataklar, çarşaf temininde yaşanan zorluklar, çalışan yetersizliğini söylemiyorum artık. Hastaların beslenmesi çok önemli. Proteinden zengin diyet olması gerek, ara öğünlerinin olması gerek. Ama nerede! Önceden hastanenin aşçıları vardı, yemekleri onlar yapardı. Lezzetli ve besleyici olurdu. Şu an şirket yapıyor ama hem kalitesiz hem de besleyici değeri yok. Hasta kantinden her zaman yiyemez çünkü çok pahalı, her gün evden yemek getirilmesi mümkün değil. İl dışından, köyden gelen var. Neden kimse bu kantinleri denetlemiyor? Siz hastanız aç kaldı diye evden getirdiğiniz yemeği paylaştınız mı, ya da ben eve gideceğim peynir ekmek yerim, yemeği hastam yesin dediniz mi? Ben dedim. Hep hastalarımla konuşurken anne babam aklıma gelir. Onlara nasıl davranılsın isterdim diye düşünürüm.

Diğer yandan çalışanlar çok mutsuz, tükenmiş durumda. Yumak haline gelmiş sorunlarımızı çözmek için hiç bir adım atılmıyor, yıllardır vaatten öteye geçmeyen 3600 ek göstergede 600 puanlık artış ve bu puan verilirken tüm sağlık çalışanlarına verilmeyip belli şartlar konulması hepimizi olumsuz etkiledi. Lise mezunu bir hemşire arkadaşımız “Ben onların söylediği kritere uymuyorum ama pandemide ya da yoğun bakımda çalışırken ‘Sen lise mezunusun, 2008 sonrası kadroya geçmişsin, kriterlere uymuyorsun’ demediler. Neden bizleri böyle ayrıştırıyorlar?” diyor. Genç bir arkadaşımız “1.5 ve 5 yaşında çocuğum var, neden kreş hakkımız yok”, bir diğeri “Kendi çalıştığım hastanede muayene olamıyorum, randevu al gel deniliyor, savcı hakim öncelikli ama biz değiliz, bu kadar da değersiziz, tükendim” diyor.

Bugünlerde en çok Bakanlığın performans konusundaki açıklamaları ile aylardır iş barışımızın bozulması, ek ödeme adı altında komik ücretler verilmesi gündemde. Tüm ülkenin kronik sorunu liyakatsız yöneticiler tarafından yönetilmek de dertlerimiz arasında. Neden hasta bakım hizmetleri müdürünü biz seçmiyoruz, neden belli bir kriter yok? Ya yandaş sendika üyesi seçiliyor ya da parti üyesi. O koltuğa oturduktan sonra çalışanların sorunlarını unutuyor, koltuk sevdasına düşüyorlar. Bu arada biz, görev tanımı dışında pek çok işe sürülüyoruz, gece tek kişi nöbet tutmanın zorluklarını, bilgisayar işlemleri ile uğraşmaktan hasta bakım işlerini yapamadığımızı, son zamanlarda gece nöbetlerde idarecilerin denetim adı altında mobing uyguladıklarını ve bizim hangi koşullarda nasıl çalıştığımızı yöneticilerimizin umursamadıklarını biliyoruz.

Ne yapmalıyız peki bu durumda, susup oturmalı mıyız yoksa mücadele mi etmeliyiz? Soru cevabı içinde taşıyor aslında, kurtuluş yok tek başına...

Fotoğraf: Evrensel