Savaşın tarihinde kadınlar: Kadın yok savaşın yüzünde
Fakat kadınlar nerede? Onlar hep savunmasızca savaşın bitmesini arzulayan, cepheden dönecek eşini, oğlunu bekleyen taraftalar mı? Bu sorulara ‘Hayır!’ cevabını Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabı veriyor

Geçtiğimiz yüzyıllar içinde yeryüzünde yaşanan savaşları anlatan onlarca kitap okumuş ya da film izlemiş olabilirsiniz. Ancak kamera ya da kelimeler yönünü savaşın en sıcak halini gösteren cepheye çevrildiğinde üniformalı veya üniformasız olsun karşımıza genellikle erkek karakterler çıkar. Savaşın sıcaklığını bedenlerinde hisseden en çok erkeklerdir, çünkü cephede onlar vardır.
Remarque’nin savaşın en gerçek halini etkili bir dille anlattığı Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok romanının okuyucuya cepheyi anlatan, ana karakteri Paul 19 yaşındaki bir erkektir. 2011 yapımı bir Amerikan filmi olan ve Bosna Savaşını anlatan Kan ve Aşk da bize silahlara sarılanın ve cephede savaşanın erkekler olduğunu gösterir. Cephe gerisinde kalan ve asıl acıları çekense kadınlardır çünkü kadınlar silahsız olmaları yetmezmiş gibi öldürülmekle kalmazlar. Onlara sınırsız işkenceler edilip ardından savaşın çocuklarını doğurmaları istenir.
 Bu filmde ya da kitapta cephede yaşananlar anlatılırken daha çok erkekleri görüyor olmamız elbette anormal değil. Fakat kadınlar neredeler? Onlar hep savunmasızca, savaşın bitmesini arzulayan, cepheden dönecek eşini, oğlunu vs. bekleyen taraftalar mı? İşte bu sorulara “Hayır!” cevabını “Kadın Yok Savaşın Yüzünde” isimli kitabıyla Svetlana Aleksiyeviç veriyor. Öyle bir cevap ki bazen gülümsetip bazen göz doldururken bazen sinirlendirip bazen hak verdiriyor.

BİR SÖZLÜ TARİH ÇALIŞMASI
Yazarın ilk kitabı olan ve ilk kez 1985 yılında yayınlanan eser, yeni bir edebi tür yaratması nedeniyle 2015 yılında Aleksiyeviç’e Nobel Edebiyat Ödülünü kazandırdı. Eserin yeni bir tür olarak belirtilmesinin sebebi sözlü bir tarih çalışması olmasından kaynaklanıyor. Kitapla birlikte onlarca kadının İkinci Dünya Savaşı sırasında cephede savaşırken yaşadıklarına ilk ağızdan tanıklık ediyoruz. Aleksiyeviç’in tuttuğu notları ve aldığı kayıtları cımbazlamadan okuyucuya aktardığını kadınların anlattıklarından çıkarabiliyoruz. Aleksiyeviç “Ben o savaşın tarihini yazmak istiyorum. Kadınların hikâyesini” diyor.

Bu kitapla beraber tanışacağınız kadınların sayıları kadar yaptığı meslekler de şu zamana kadar duyduklarınızdan fazla ve farklı. İkinci Dünya Savaşının Sovyetler Birliği cephesinde cerrah, hasta bakıcı, hemşire kadınların yanında sıhhiyeci, keskin nişancı, uçaksavar komutanı, istihkamcı kadınlar var. Sibiryalı, Moskovalı, Ukraynalı kadınlar… Yurt savunmasının ne kadar önemli olduğunu daha 15-16 yaşlarındayken fark eden ve bazen ailelerinin desteğiyle bazen de ailelerinden gizli trenlere atlayarak cepheye giden kadınlar…

SAVAŞIN KADINLARIN ÜZERİNDE BIRAKTIĞI ETKİ…
Kitapta kadınların zihinlerinden geçeni Remarque’nin Paul’unu dinlediğiniz gibi sayfalarca dinleyemiyorsunuz ama savaşın kadınların üzerinde bıraktığı etkinin yoğunluğuna tanıklık edebiliyorsunuz. Bu tanıklığı tank taburu sıhhiyecisi Nina’nın “Hayatın ne demek olduğunu bilmeden hayat için ölüyorduk” diyen kısacık cümlesi pekiştiriyor. Ancak Nina zihinlerde yalnızca buruk cümleler değil direnç de bırakıyor ve kitabın orta yerinde kendi yazdığı şiiri okumaya başlıyor:

Zırhlının üzerine cesur bir kız fırladı,
Korumak için sevgili vatanını.
Ne kursunlar ne mermiler umurunda
Kalbi yanıyordu kızın o anda.
Unutma, ey dost, onun sade güzelliğini,
Pelerin-çadır üzerinde taşırkenki…

Nina’nın duygu geçişine onun anlattıklarını okurken okuyucu da kapılıyor. Çünkü Aleksiyeviç’in kitabının kapağını açarken, halka açık bir söyleşiye katılanlar gibi değil de anlatıcının üst kat komşusuymuşçasına açıyorsunuz. Bu yüzden cephede sıhhiyeci ya da keskin nişancı bir kadının hikâyesini her ne kadar “Sen eskiden erkek miydin büyükanne?” diyen bir toruna sahip olsa da, onun kadın olduğunu unutmadan dinliyorsunuz. Cephede birer askerken çantadan elbise yapmaları, gece yatarken hediye bir çift küpeyi takıp sabah olunca çıkarmaları, regl dönemlerinde, erkek askerlerin kurusun diye astıkları çamaşırlarını erkeklerden gizlice kaçırmaları onların kadınlık halleriyle karşınızda olmalarını sağlıyor. O yıllar için ellerinden gelen tek şeyleri savaşmak olan, ‘evlenmek için küçük ama savaşmak için yaşı yeterli olan kadınların’ yaşadıklarını okurken seslerini duyar gibi oluyorsunuz ancak içinizden keşke ellerini ve gözlerini de görseydik ya da şu satırların arasına kadınların üç beş fotoğrafı iliştirilseydi diye geçmiyor değil. Çünkü bu kadınlar savaşın en sıcak yerinde olmalarıyla belki de ilk kez erkeklerle eşit şartlarda hissedecekleri bir ülkeyi savunmak istiyorlar. Onların bu arzusunu birkaç fotoğrafta yüzlerinden de okusanız ne iyi olurdu.

Aleksiyeviç okuyucuyla yalnızca yaralı taşıyıp tedavi eden ve uçaksavar kullanan kadınları buluşturmuyor. “Savaş yalnızca çatışma ve idam, mayın döşeme ve temizleme değil, çamaşır da yıkanır harp zamanı, lapa da kaynatılır, ekmek de pişirilir, posta dağıtılır, tütün taşınır” diyerek savaşan kadının yelpazesini olabildiğince geniş tutuyor. Öylesine geniş ki teğmen ve sağlık memuru Anna’nın halktan bir kadının doğumuna yardımcı olmasına bile tanıklık ediyorsunuz.

 Aleksiyeviç’in aktardıkları, savaşın sıcak çatışmalı anlarında dahi onlarla beraber savaşan erkeklerin “Ah şu kadınlar!” demesine fırsat vermeyen kadınların yaşadıkları. Bu kadınlar tarihin doğru yerden yazılmasını istiyor. Çünkü uçaksavar topçusu Valentina’nın söylediği gibi “Bugün birçok kişi, özellikle de gençler Hitler”i tek başına Amerika’nın yendiğini zannediyor. Sovyet insanlarının zafer için ödediği bedel -dört yıl içinde yirmi milyon insan hayatı- pek az biliniyor.”

Kadın Yok Savaşın Yüzünde, tarihi doğru yerden okumanıza küçük bir ışık olsun.

Fotoğraf: Vikimedia commons

İlgili haberler
Savaş kıskacında kadınlar

Feminist Akademisyen Cynthia Enloe savaşın kadınlar üzerindeki etkilerini ve ataerkinin kadınlara bi...

GÜNÜN FOTOĞRAFI: Savaştan çocuklarını kaçıran anne

Vietnamlı bir anne çocuklarını savaştan kurtarmaya çalışıyor. Pulitzer Ödüllü fotoğraf 1965 yılında...

GÜNÜN İLKİ: İlk savaş karşıtı oyun

Tiyatro tarihinin ilk savaş karşıtı oyunlarından birisi olan Lysistrata, savaşa karşı kadınların örg...