BİR BELLEĞİN AYAKTA TUTULUŞU: Kadınların Göç Hikayeleri
‘Yasak ilanıyla birlikte hayatımız altüst oldu. Oğlum sağlıklı bir çocuktu aslında ama Sur olaylarından sonra uyuşturucu bağımlısı oldu.’

16 Ağustos 2015-16 Ağustos 2016 tarihleri arasında Sur, Cizre, Şırnak, Yüksekova, Nusaybin, Van ve ilçelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında yüzlerce ev yakıldı, yıkıldı, sokaklar savaş alanına döndü, ölü bedenler günlerce sokak ortasında bekletildi, binlerce insan göçe zorlandı; bir halkın belleği yok edilmeye çalışıldı. Bu tarihlerde, sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş zaman dilimleri içerisinde, en az 321 sivil insan yaşamını yitirdi. Bu kişilerin 79’u çocuk, 71’i kadındı.
Göç Platformu tarafından hazırlanan ‘2015-2017 Sokağa Çıkma Yasakları Sürecinde Kadınların Göç Hikayeleri’ kitabı, işte tüm bu yaşananları hafızalara kazımak için hazırlanmış. 47 kadınla yapılan görüşmelerden güvenlik sebebiyle sadece 18’inin anlatısının yer aldığı kitapta kadınlar, yaşadıklarını, bir daha hiç anlatamayacakmış gibi aktarıyor.


PSİKOLOJİK SAVAŞIN ERİL BOYUTU
26 Temmuz 2016’da Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği (GABB) ile Şırnak ve İdil belediyelerinin, İdil’de 16 Şubat-31 Mart tarihleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasağı ve yasaklar kalktıktan sonra geri dönüşlerde kadın ve çocukların yaşamış olduğu psikososyal süreçlere yönelik bir raporu haberleştirirken unutamadığım şeylerden biri, kadınların evlerini terk ederken “teşhir edilir” kaygısıyla sadece iç çamaşırlarını yanlarına almasıydı. Bu olay, yaşatılan zulmün, kadınlara artı yansımalarının en çıplak ifadesiydi benim için.
Kadınların Göç Hikayeleri’ni okurken de aynı şeyi daha derinden hissettim. Eşini, evladını, yakınını, evini, barkını kaybetmenin yanında ne kadar kötülük varsa yaşatılmıştı kadınlara. Bir apartmanın bodurumuna saklanan aileler, evlerine geri döndüklerinde o evin kullanıldığına, talan edildiğine, kadın iç çamaşırlarının ortalığa saçıldığına, peluş oyuncaklara iç çamaşırı giydirilerek tecavüz edildiğine, eşyalarının üzerine polisin askerin tuvaletini yaptığına, dahası evlerinde insanların öldürüldüğüne tanıklık etmişti.

Göç Platformu, kitabın önsözünde, yaşananların neden özellikle kadınların gözünden aktarıldığını şöyle açıklıyor: “Özellikle sosyal medyada, kadınların işkence edilmiş bedenlerinin resimlerinin paylaşılması, kadınların özel eşyalarının teşhir edilmesi ve duvarlara yazılan cinsiyetçi küfürler, yürütülen psikolojik savaşın eril boyutunun somut yansımasıdır. Son süreçteki çatışmalı ortamın özellikle kadınlar üzerinde, zorla yerinden edilmeyle birlikte son derece derin etkiler yaratması; kadınların savaşa ve savaşın etkilerine karşı geliştirdikleri mücadele mekanizmaları ve dayanışma örnekleri, kadınların tüm bu hikâyelerini kendi ifadeleriyle görünür kılmak amacı, bu çalışmanın gerekliliğini bizim açımızdan adeta zorunlu hale getirmiştir.”
Kadınların anlattığı tüm bu gerçekler, orada yaşananların boyutunuortaya koyarken, kayıpların salt rakamdan ibaret olmadığını gözlerimiz önüne seriyor.

CEMİLE...
Kitaptaki 18 anlatı arasında basına yansıyan ama ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz olaylar yer alıyor. Evinin önünde sandalyede otururken öldürülen 11 yaşındaki Cemile’yi unutmak mümkün mü? Annesi Emine Çağırga, ambulans gelmediği için, küçük kızının bedenini, kokmasın diye 8 gün boyunca derin dondurucuda saklamıştı. Sonrasını anneden dinleyelim:
“1 hafta sonra yine aradık ambulansı ve polisi, ‘Nusaybin Caddesi’nden İdil’e giden yola getirin’ dediler. Bir tabut hazırlayıp onu oraya götürdük. Nusaybin’den, Batman’dan bir sürü insan gelmişti. Hep beraber onu İdil Caddesi’ne götürdüler. Ama ambulanstakiler babasına ‘Kimse gelmesin’ yasak demiş. Sonra insanların dağılması için ateş etmişler. Oğlum, ‘Kurşunlar ayaklarımızın dibine düşüyordu’ dedi. Devlet kalabalıktan cenazeyi alıp Şırnak’a götürmüş. Cenaze orada 8 gün kaldı. Sonra yasak kaldırıldı. Şırnak Devlet Hastanesine gittik. Cemile ile birlikte 22 cenaze vardı. Biz kızımızı onunla aynı kaderi paylaşan insanlarla birlikte gömmek istedik. Yasak kalkınca hepsini birlikte gömdük.”
Daha önce de bir kızını kaybeden Emine, şimdi de Cemile’sini kaybetmişti. Onu sakladıkları dondurucuyu devletin alıp otopsi için Diyarbakır’a götürdüğünü söyleyen Cemile, “Yeni bir dondurucu aldık. Bir şey koyacak ya da alacak olsam 10 defa kapağını açıp kapatıyorum” diyor.

BÜYÜK YARALAR BİLE UMUDU ÖLDÜREMİYOR
Kadınlar savaşın maddi, fiziksel, psikolojik tüm boyutlarını en sarsıcı biçimde yaşıyor. Süreci yaşayan birçok kadın uyku bozukluğu, strese bağlı düzensiz kanama, gebeliğin son bulması, erken menopoz gibi bedensel tahribatlarla da boğuşmak zorunda kaldı. Evini terk etmeye zorlanarak göç ettiği başka yerlerde kendilerini “sığınmacı” gibi hisseden kadınları, uzak metropolere gitmekten alıkoyan ise “bir gün geri dönme” umudu.
Başka bir kadın, Pelşîn anlatıyor, yaşadıkları yıkımın onları nasıl esir aldığını ve oğlunun yaşadığı travma sonrası geldiği hali: “Sur, Hatip Paşa Mahallesi’nde oturuyorduk, yakın zamana kadar. Yasak ilanıyla birlikte hayatımız altüst oldu. Hepimizin psikolojisi bozuldu. Olanlardan çocuklarımızın, herkesin hayatı olumsuz etkilendi. Oğlum sağlıklı bir çocuktu aslında ama Sur olaylarından sonra uyuşturucu bağımlısı oldu.”
Çatışmalar başladıktan sonra polis ve askerler “evden çıkın” demesine rağmen kadınlar evlerinden çıkmadı. Hem evlerini bırakmak istemediler, hem de zaten gidecek başka yerleri yoktu. Bir süre sonra savaş halinin, çatışmanın gündelik yaşamlarının bir parçası haline geldiğini şöyle anlatıyor Pelşîn: “Önceden korkuyordum, seslerden ilk 2-3 gün uyuyamıyordum. Sonra zamanla alıştım. Sanki ben de onlarla beraber çatışıyordum. Gece gündüz çatışmalar durmuyordu.”

BARIŞ VE ADALET ÇAĞRISI
Kadınların yaşadıkları acı ve kayıplar gibi, savaşa karşı duruşları da ortaklaşıyor. Yaşananlardan ötürü büyük üzüntü duyan kadınlar, bu işin ancak barış ile çözüleceğine olan inançlarını içtenlikle dile getirirken, silahların susması çağrısı yapıyor. Bir başka önemli mesajları ise “birlikteliğe, beraberliğe” yaptıkları çağrı oluyor. Bir annenin “Onlar yıkacak, biz yeniden kuracağız” sözlerinde ifadesini bulan umut, onlar için en büyük dayanak. Kadınlar adalet istiyor...

İlgili haberler
Fethiye emeğiyle yeniden hayat buldu

Fethiye, küçük yaşta annesini kaybetti, eğitim hayatı sona erdi, eşini iş cinayetinde kaybetti... Am...

Satıcı bize sesleniyor

Film kimseyi haklı çıkarmıyor, kimseyi kötülemiyor, kimseyi de kahraman yapmıyor. Fakat sorgulamanız...

Türkan

Türkan’ın gittiği her yerde, gördüğü her haksızlıkla ‘mücadele’ anlayışı, tek tercihi olmuştur hep.