
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA) yayımladığı son rapor, devletlerin nüfus politikalarında doğum oranlarını yükseltmeye odaklanırken kadınların üreme hak ve özgürlüklerinin görmezden geldiğini ortaya koyuyor. “Gerçek doğurganlık krizi: Değişen dünyada üreme özgürlüğünün peşinde” raporunun hazırlanması için UNFPA ve YouGov küresel nüfusun yüzde 37'sinden fazlasını barındıran 14 ülkede 14 binden fazla yetişkin, hem erkek hem de kadın ile çevrimiçi bir anket gerçekleştirdi. Araştırmaya göre ekonomik güvencesizlikten cinsiyet eşitsizliğine, niteliksiz sağlık hizmetlerinden partner desteği eksikliğine kadar pek çok engel, kadınların aile planlaması konusundaki kararlarını özgürce almalarını sınırlıyor. Anket yapılan ülkeler ise şöyle: Kore Cumhuriyeti, Tayland, İtalya, Macaristan, Almanya, İsveç, Brezilya, Meksika, Amerika, Hindistan, Endonezya, Fas, Güney Afrika ve Nijerya.
UNFPA Yönetici Direktörü Dr. Natalia Kanem, doğurganlık oranları hakkındaki kamuoyu söylemleriyle korku yaratıldığını ve bu korkunun, etnik milliyetçiliği körüklemek ve üreme haklarını zayıflatmak için kullanıldığına dikkat çekiyor. Azalan doğum oranlarına çözüm olarak üreme hakkını zorla gasbetmenin yerine doğurganlık oranından bağımsız olarak üreme özerkliğini ilerletmeye yönelik küresel yatırımların büyük ölçüde artması gerektiği belirtiliyor.
Çocuk sahibi olmanın önündeki engeller
Araştırma, en yaygın istenen çocuk sayısının iki olduğunu ancak birçok kişinin bu hedefi yaşamı boyunca değiştirdiğini ortaya koyuyor. Üreme çağındakilerin yüzde 18’i ideal çocuk sayısına ulaşamayacağını düşünüyor; yüzde 32’si istenmeyen hamilelik, yüzde 23’ü ise istediği zamanda çocuk sahibi olamama deneyimi yaşadığını belirtiyor.
Rapor, anket katılımcılarının istedikleri sayıda çocuk sahibi olmalarının pek çok nedeni olsa da en büyük engelin ekonomik faktörler olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Çocuk sahibi olduğunu veya çocuk sahibi olmak istediğini belirten 10 bin kişinin yüzde 91’i ekonomik sebeplerin istedikleri sayıda çocuk sahibi olmalarının önünde engel olduğunu söylüyor.
Ekonomik faktörler arasında da yüzde 39’u finansal kısıtlamaların, yüzde 21’i iş güvencesinin olmamasını ya da işsizliği, yüzde 19’u barınma sorunlarını, yüzde 12’si ise yetersiz çocuk bakımı seçeneklerini sebep olarak gösteriyor.
Ülkeler açısından bakıldığında, doğurganlık oranı 14 ülke arasında en düşük olan Kore Cumhuriyeti’nde katılımcıların yüzde 58’i, istedikleri sayıda çocuk sahibi olamamalarının sebebi olarak finansal kısıtlılıkları gösteriyor. Bu oran, anketin yapıldığı 14 ülke arasındaki en yüksek değer. Kore Cumhuriyetinin ardından yüzde 53 ile Güney Afrika, Tayland (yüzde 51) ve Fas (yüzde 47) geliyor. İtalya’da çocuk sahibi olmanın önündeki engellerde birinci sırada yüzde 30 ile işsizlik ya da güvenceli iş kaygısı yer alıyor. İtalya dışındaki ülkelerde finansal kısıtlılıklar birinci sırayı bırakmıyor.
Ekonomik sebeplerin ardından yüzde 31 ile sağlık sorunları geliyor: Gebelikte zorluk, doğurganlık veya gebelik bakımı engelleri ve genel sağlık sorunları.
Neredeyse 5 kişiden 1'i (yüzde 23) iklim değişikliği, siyasal atmosfer, savaşlar, salgın hastalıklar veya benzeri konularda gelecekle ilgili endişelerin, istedikleri sayıdan daha az çocuk sahibi olmalarına yol açtığını veya açacağını belirtiyor.
Ev içi angaryanın kadının sırtına binmesi de sebeplerden biri
Neredeyse 10 kişiden 1’i partnerlerinin ev işlerine veya çocuk bakıma katılmamasının da bir sebep olduğunu söylüyor. Katılımcıların çoğunluğu rutin çocuk bakımının "her zaman veya genellikle" kadınlar tarafından yapıldığını belirtiyor. 40 yaşın altındaki katılımcılar, 40 yaşın üzerindeki katılımcılara göre, ev işlerinin eşitsiz bölüşümünü bir etken olarak daha fazla gösteriyor (yüzde 12'ye karşı yüzde 9). Bu, beklentilerde nesiller arası bir değişim olduğunu gösteriyor olabilir. Kadınlar, erkeklere göre neredeyse iki kat daha fazla (yüzde 13'e karşı yüzde 8) bunu, istedikleri çocuk sayısına ulaşmalarının önündeki bir engel olarak belirtiyor.
Katılımcılara, ideal olarak istedikleri çocuk sayısından daha fazla çocuk sahibi olmalarına neden olan veya olabilecek faktörlerin neler olduğu sorulduğunda ise en yaygın yanıt yüzde 21 ile ekonomik koşulların iyileşmesi oluyor, bunu yüzde 14 ile eşin çocuk (veya daha fazla çocuk) isteme isteği ve fikir değişikliği izliyor.
Kadınların 4’te 1’i sağlık hizmeti almaya karar veremiyor
Üreme özgürlüğü, yalnızca “evet” ya da “hayır” diyebilme becerisinden ibaret değildir; aynı zamanda bireylerin kendi gerçek tercihlerini yapabilmelerini sağlayan sosyal, ekonomik ve hukuki koşulların varlığını gerektirir. Ancak güncel veriler, kadınların bu özgürlüğü kullanmada ciddi engellerle karşılaştığını ortaya koyuyor. Her on kadından biri doğum kontrolü kullanıp kullanmayacağına kendi başına karar veremiyor. Kadınların yaklaşık dörtte biri ise kendi sağlık hizmetleri hakkında bağımsız şekilde karar alma hakkını kullanamıyor.
Her 5 kadından biri çocuk yaşta evlendiriliyor ve her 3 kadından biri yaşamı boyunca cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Kadınların yaklaşık dörtte biri cinsel ilişkiye hayır diyemiyor.
Doğuma zorlamak çözüm değil
Rapor kadınları doğuma zorlamanın kendisinin doğum oranlarını artırmayacağını, istenmeyen sonuçlara yol açacağının altını çiziyor: “Kürtajın yasak olduğu veya erişilemediği yerlerde, kadınlar genellikle güvenli olmayan kürtaj yöntemlerine başvururlar, bu da anne sağlığı sorunları ve ölüm oranlarını artırır. Günümüzde, güvenli olmayan kürtajlar küresel olarak tüm kürtajların yaklaşık yüzde 45'ini oluşturmakta ve anne ölümlerinin başlıca nedenlerinden biri. İstenmeyen sonuçların bir başka örneği olarak, kürtaj yasağı bireylerin gönüllü veya gönülsüz olarak üremeyi bırakmasına yol açabilir. Örneğin, 2022 ve 2023 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri'nde kürtaj yasağı yürürlüğe girmesiyle birlikte, giderek daha fazla sayıda genç kalıcı kısırlaştırma yaptırmaya başladı.”
‘Demografik endişe’: Üreme haklarını zayıflatmak için bir silah
Araştırmaya göre doğurganlığı artırmaya yönelik mevcut politikaların, insanların geleceklerini planlarken güvendikleri sistemlere ve kurumlara olan güveni zedelediğini gösteriyor. Siyasi iktidarların doğurganlık oranlarını artırmak amacıyla cinsiyet eşitliği konusunda mücadelelerle elde edilen kazanımları geri alma planlarının da güvensizliği daha da arttırdığı vurgulanıyor: “Demografik endişe, üreme özerkliğini zayıflatmak için açıkça bir silah olarak kullanılıyor.” Örneğin, Amerika’da birkaç eyalet başsavcısı tarafından ilaçla kürtajı yasaklamak için açılan son davada kürtaj nedeniyle doğum sayısının azalmasının “devletin egemenliğine zarar verdiği” iddia ediliyor.
Kürtaj yasaklarının anne ölüm oranlarını artırması sonrası, bazı kadınların çocuk sahibi olma planlarını yeniden gözden geçirdikleri belirtiliyor. 2025 yılının başlarında bir kadın, “Başka bir bebek sahibi olmaya çalışırken ölmek istemiyorum” diyor ve ekliyor: “Yaşayan çocuğumu annesiz bırakmak istemiyorum.”
Raporda İtalya’dan da bir örnek veriliyor: “Güzellik yaş tanımaz, doğurganlık tanır’ ve ‘Acele edin! Leyleği beklemeyin’ gibi sloganların yer aldığı ‘Doğurganlık Günü’ kampanyası, hükümetin insanların aile kurmak için ihtiyaç duydukları şeylerden, örneğin iyi bir işten habersiz olduğu yönünde eleştirilere neden oldu.”
Aç kapa musluk gibi nüfus politikaları
Nüfus politikalarını açıp kapatılabilen bir musluk gibi ele almanın gerçek riskleri olduğuna dikkat çekilen raporda bugün doğurganlığı artırmaya çalışan birçok ülkenin son 40 yılda doğum oranlarını düşürmeye çalıştığına dikkat çekiliyor: “Örneğin, Çin, Japonya, Kore Cumhuriyeti, Tayland ve Türkiye, 1986 yılında, o dönemdeki doğurganlık oranlarını ‘çok yüksek’ olarak değerlendirerek, politika müdahaleleri yoluyla ulusal doğurganlık oranlarını düşürme niyetlerini açıklamışlardır. Ancak 2015 yılına gelindiğinde, bu beş ülke de doğurganlığı artırmaya yönelik politikalara geçmiştir. Daha geçen yıl, Hindistan'ın Andhra Pradesh eyaleti, iki çocuktan fazla çocuğu olan adayların seçime katılmasını yasaklayan bir yasayı kaldırdı; eyalet yetkilileri şimdi, bu kez iki çocuktan az çocuğu olan adaylara yönelik yeni bir yasak getirmeyi düşünüyor.”
İstenmeyen gebelikler eğitimden sağlığa tüm hayatı etkiliyor
150'den fazla ülkeyi kapsayan en kapsamlı tahminler, tüm gebeliklerin neredeyse yarısının istenmeyen gebelikler olduğunu gösteriyor. 14 ülkede yapılan ankette katılımcıların yüzde 13’ü hem istemedikleri bir gebelik yaşamış hem de istedikleri zaman çocuk sahibi olamamış.
Bazı ülkelerde evlilik dışı gebelik, kadınlar için şiddet riski taşırken bazı vakalarda tecavüz sonucu istenmeyen gebelikler yaşanıyor ve mağdurlar bu gebelikleri sürdürmeye zorlanıyor. Rapor, kadınlar için istenmeyen gebeliğin maliyetinin ömür boyu sürdüğünün altını çiziyor: “Okuldayken hamile kalan kızlar okulu bırakabilir veya okuldan atılabilir. Eğitimini tamamlayamayan genç anneler genellikle iyi bir iş bulmakta zorluk çekerler; Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma, planlanmamış doğumların işgücüne katılımı yüzde 25'e kadar azalttığını ortaya koymuştur. İstenmeyen gebelikler sağlık sistemleri için de ciddi bir sorun teşkil etmektedir. İstenmeyen gebelik yaşayan kadınlar, kendi tercihleriyle hamile kalan kadınlara göre doğum sonrası depresyon riskine önemli ölçüde daha fazla maruz kalmaktadır ve istenmeyen gebeliklerden doğan çocuklar genellikle daha kötü sağlık sonuçları yaşamaktadır.”
‘Çocuk bakımı ve eğitimin maliyeti çok yüksek’
Raporda çeşitli ülkelerden gençlerin görüşlerine de yer veriliyor. İşte kadınlardan birkaçı…
Meksika, 29: “Çocuk sahibi olmak istiyorum, ancak zaman geçtikçe bu giderek zorlaşıyor. Şehrimde ev satın almak ya da uygun fiyatlı kiralık bir ev bulmak imkânsız. Ayrıca savaş zamanlarında ve gezegenin kötüleşen koşullarında bir çocuk doğurmak istemem; eğer bu, çocuğun bu yüzden acı çekeceği anlamına geliyorsa.”
Zambiya, 29: “Bir çocuğum var ama başka çocuk yapmayı düşünmüyorum. Bunu yapamıyorum çünkü maddi açıdan istikrarsızım, işim güvencesiz, barınma çok pahalı ve çocuk bakımı ile eğitimin maliyeti çok yüksek.”
Fotoğraf: Canva ve rapor kapağı
İlgili haberler
Kılıfın altındaki nedenler: Yoksullaşma, nüfus art...
Türkiye'de doğurganlık hızı 2000'de 2.53'ten 2024'te 1.48'e düştü. Ekonomik krizlerle doğum oranları...
Bize neden sürekli doğurun buyuruyorlar?
Hesap belli; bir işçi ailesinin sadece kendi üyelerinin, yani anne babanın yerine geçecek kadar işçi...
Godot gelmeyecek, biz de beklemeyeceğiz
‘Bugün kadın işçi ve emekçilere de düşen kendi hayatlarında bir izleyici değil bir oyuncu olmak. Kur...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.