3 katlı, dışında sıvası bile olmayan bir binanın giriş katındaki zile basıyorum. Kapıyı açmak için koşar adımlarla gelenin bir çocuk olduğunu tahmin etmek zor değil. Soğuktan üşüyen ellerimizi ovuşturduğumuzu gören çocuk “Annem misafir geleceği için sobayı bugün erken yaktı” diyerek birazdan ısınacağımızın müjdesini veriyor. Annesi biraz mahcup, biraz da kızarak çocuğu çekip sıcak bir karşılamayla bizi buyur ediyor. İçeride yanan soba, kendini ısıtmaktan bile aciz. Yani neredeyse ev dışarıdan daha soğuk. Gece yağan yağmur kocasının iş yerinden getirdiği tahtaları ıslatmış. Islak tahtayı tutuşturmak da kolay olmamış. Aslında evin doğal gazlı olduğunu ama faturasıyla başa çıkamadıkları için eve sonradan bir baca kurduklarını söylüyor, eşinin çalıştığı yerden getirdiği çıkma kalas tahta ile ısınmaya çalışıyorlar. Semra, sobayla evi ısıtamayacağını anlayınca “O zaman kombiyi açayım” diyor. Sırf benim için kombiyi açmasına izin vermiyorum.
‘NE İŞTE NE EVDE ISINABİLİYORUZ’
Semra’yla bir işçi durağında servis beklerken tanıştık. Ayak üstü yaptığımız sohbette, yaşadığımız sorunların aynı olduğunu fark etmiş ve yeniden görüşebilmek için telefon numaralarımızı birbirimize vermiştik. Semra’yı ziyaret etmek için aradığımda gece vardiyasından çıktığını öğrenince, “Ya sen uyursun, gelmesem mi?” dediğimde “Yok be canım, ne uyuması, çocuğu okula göndereceğim, sonra temizlik, bulaşık derken iki saat uyursam öper başıma koyarım” demişti.
Demlediği çayı, tepsiye koyduğu iki yumurtayı, ekmeği ve zeytini tam sobanın yanına kurup oturuyoruz. Semra “İşte halimiz bu” diye başlıyor anlatmaya. Bir metal fabrikasında günde 12 saat çalışıyor, korona salgının başından bugüne kadar toplasan beş pazar ya evde kalmış ya da kalmamış. “Doğrusu bu işe sırf mesaisi var diye girdim. Ama nereden bilebilirdim bu kadar kısa sürede yıpranacağımı. 1 buçuk yıldır bu fabrikadayım, tatil yapmayı bir kenara bırak, bir akşam eve erken gelsem ne mutlu bana. İşimiz çok ağır, benim çalıştığım bölüm bu evden bile soğuk. Eşim de tersanede çalışıyor, o da genelde açıkta çalıştığı için çok hasta oluyor. Bir ayda 5 gün işe gidemediğinde hiçbir şeye para yetiştiremiyoruz. Çalıştığım için çocuğu servise vermem lazım onu bile yapamıyorum. 9 yaşındaki çocuk bu ortamda tek başına yürüyerek gidiyor okula. Biz ne işte ne de evde ısınabilen bir aileyiz. Düşünüyoruz, daha nasıl fazla çalışır ve daha fazla nasıl kısarız bir şeylerden diye. Ama hiçbir şeye yetmeyince kendi kendime soruyorum; ‘Ne için çalışıyorum?’ diye. Karnımız doymuyor, evimizi ısıtamıyoruz, çocuğumu servise veremiyorum.”
ÇOCUĞUN GÖNLÜNÜ BORÇ İLE YAPMAK…
Yakın zamanda çocuğuyla arasında geçen bir olayı anlatmaya başlıyor. “4 ay hiç izin yapmadan çalıştım, artık çocuğun, kocanın yüzünü bile görmüyordum. Bir vardiya dönüşünde çocuk isyan etti. Onunla ilgilenmemi istedi. Ağlayınca dayanamadım, ne yapmak istediğini sordum. ‘Beni sinemaya götür’ dedi. Ben de sinemaya götürmek isterim ama ne zamanım var ne de param. Bir hesap yapınca sadece çocuk için 100 lira almam lazım. O ay aldığım maaş zaten 5 gün içinde eriyip gitti. Üstelik çok da yorgundum ama çocuğa verdiğim sözü tutmak zorundaydım. Çünkü artık annesinin bir yalancı olduğunu düşünmeye başlayacaktı” diyor.
Üst katta oturan akrabasından 100 lira borç alıp yorgun bitkin bir halde çocuğunu mutlu etmek için sinemanın yolunu tutmuşlar. Semra’ya dinlenmek o gün de nasip olmamış ama çocuğun mutluluğu daha önemliymiş. İzleyecekleri filmin biletini almış ve sinema salonunda yerlerine oturmuşlar. Salondaki sıcacık klimanın altında daha reklamın ilk 5 dakikasında Semra mayışmaya başlamış. “İnan ki çok zorladım gözlerimi açık tutmak için ama uyumuşum. Film bittiğinde uyandım. Çok öfkelendi, ‘Ya anne sen bir de horladın’ diye bana trip attı. Bir şartla affedeceğini söyledi; bir hamburger daha yerse…”
ŞİMDİ İŞÇİ SEMRA NE YAPSIN?
Semra’ya “Fabrikada kaç kişisiniz? Bunları bir tek sen mi yaşıyorsun?” diye soruyorum. “Fabrikada 700’e yakın işçi var. Biliyorum birçok işçi kadın da benim gibi” yanıtını veriyor. Devam ediyorum sorularıma, “O zaman neden daha iyi şartlarda yaşamak için birlikte hareket etmiyorsunuz?”
“Hiiişşşt”, “Bunlar sakıncalı şeyler. Allah korusun bu ortamda bir de işsiz mi kalalım” diyor hemen. “Ama” diyorum, “Sen az önce kendin söyledin hiçbir şeye yetemiyorum diye. Bu kadar çalışıp yarı aç yarı tok nasıl olacak?”
Semra, “Ama kime güveneyim” diyor. “Bizim fabrikada bir şey yapmaya kalkışsak hemen yukarıya bildiriyorlar” diye ekliyor. Sohbet ilerledikçe hep böyle olmadığını birçok fabrikada işçilerin birleştiğinde neler başarabildiğini konuşuyoruz.
Semra, ev ve iş arasında sıkışıp kalmanın, esnek çalışmanın işçilerin hayatlarında nelere mal olduğunun en somut örneği. Birlikte hareket etme fikri aslında Semra’nın kulağına çok hoş geliyor. “Ama buna da bir zaman lazım. Kafamızı önümüze eğip çalışıyoruz, kimsenin kimseden haberi olmuyor. Belki de birbirimizden haberdar olmayalım diye bu kadar çok çalıştırılıyoruz. Tek bildiğim şey; evet, değişsin istiyorum. Çünkü ne kendim mutluyum ne de ailemi mutlu edebiliyorum” diyor. Uzayıp gidiyor sohbetimiz…
Pandemiyi fırsat bilen patronlar, işçileri esnek çalışma, fazla mesai ve işten atmakla tehdit ediyor ve bunları bir kural haline getirmeye çalışıyorlar. Ama sürekli açlıkla sınanan işçiler bu durumu kendi yaşadıkları somut sorunlarla birlikte her fırsatta sorguluyor. Semra gibi. Bu sorgulamanın örgütlü bir güce dönüşmesi noktasında kendi deneyiminden henüz faydalanamamanın eksikliğini yaşıyor işçiler...
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Sabrımız yüzde hiç, artık serde mücadele var
İkilem basit: Sürünerek hayatta kalmak mı, insanca yaşamak mı? İlk seçenek her gün daha fazla yoksul...
Haydi fırtınanın en önüne
Bu ay ülkenin dört bir yanında ve her alanda haklarımızı savunmak ve daha fazlasını talep etmek için...
İMES’te kadın işçi olmak: Taciz, fazla mesai, düşü...
İMES’te çalışan kadın işçiler kötü çalışma koşullarının yanı sıra tacizden de bıkmış durumda. Tüm zo...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.