Merhaba kadınlar,
Soğuk kış günlerini karşılamaya hazırlandığımız şu hareketli günlerde ufak bir kahve molasında buluşup Aydan’nın hikayesine yolculuk yapmaya ne dersiniz?
Onu amfinin en arka sıralarında uyurken görürdüm. Saçı başı darmadağınık, üstünde hep aynı kot pantolon ve haki yeşil asker postallarıyla, üniversiteliden çok varoş serserisine benziyordu. Avrupa’da yaşayan “gurbetçi” aileler, kendinden olanı gözünden tanırlar ya, akıcı lisanıyla, hali tavrıyla hiç renk vermemişti bize Aydan. Ta ki kantinde savurduğu o küfrü duyana kadar. Elinde sıcak çayı yanlışlıkla üstüne döktüğünde ağzından çıkan “has.....” Hadi canım inanmıyorum? Demeye kalmadan kalabalığa karıştığını gördüm. Takip etmek için hızla fırladım bahçeye.
Her zamanki huysuz haliyle, kocaman gözlerinden buz gibi bakışlar savurarak oturuyor banka.
“Sen Türk müsün?” diye seslenerek oturuyorum yanına.
- S’en aller! (Git başımdan)
- Ama Türkçe küfür ettin.
- C’est pour toi! (Sana ne)
Yoğun ısrarım ve inadım sayesinde dudağının kenarından minicik bir gülümsemenin süzüldüğünü fark ediyorum. Değişmiş ses tonuyla bu sefer esprisini de ihmal etmiyor: “Sana da mı küfür edeyim?”
YALNIZ GEÇEN ÇOCUKLUK
Lilly diyorlardı adına. Adıyamanlı, üç çocuklu, mülteci bir ailenin son çocuğu. Babaları aileden iki yıl önce gelerek “düzen” kurmuş önce. Anne ve çocuklar için zorlu geçen bu iki yıl ve arkasından çıktıkları kabus gibi yolculuk, Aydan’yu daha 8 yaşında haşin bir kız çocuğu yapmış.
Birkaç ay sonra, Aydan babasını feci bir trafik kazasında kaybeder. Üç küçük çocuk, gündelik işlerde çalışan anne, yeniden yaşam kurma mücadelesinin tam ortasında bulurlar kendilerini. Önce cenaze, sonra da anne ve büyük abla bir yolunu bulup getirilir Türkiye’ye. Fransa’da kalan Aydan ve küçük ablası ise “haym” denilen yurda yerleştirilmiştir bu arada. Tam bir yıllık zorlu bekleyişten sonra, bir sabah ellerine ulaşan mektupla iki küçük kız donup kalırlar. Cenaze ve defin işlerinden sonra araya giren akrabalar anneyi baş göz edip evlendirmiştir. Yeni koca ilk günler çocukları yanlarına aldıracağını vadetse de zamanla yerini dayak ve hakarete bırakmıştır.
İki küçük kız kardeşin, “yol gözleyerek” büyüdükleri yurt kapısına ne gelen olmuştur, ne de giden... Aradan gecen on koca yılı, daha sonraki günlerde kah gülerek, kah hüzünle anlatan Aydan, yüzüne yapışmış isyankar ifadenin derin gizemini de bu arada bir bir çözüyordu.
Aydan’nun ablası, on sekizine basıp da kurtuluşu acilen evlenmekte bulmaya çalışmış ne yazık ki... Avrupa’nın en “medeni” ülkelerinden birinde, Fransa’nın ortasında da olsa “erkek şiddeti” aynı korkunç yüzünü burada da göstermiş küçük kıza. Gurbetçi muhafazakar bir ailenin gelinidir artık.
‘KENDİMİ YENİDEN DOĞURACAĞIM’
Yalnızlığı iyice içselleştirmiş olan Aydan, ağır bir depresyon geçirir. Aylar süren sendromdan sonra gözünü açtığı hastane odasında her zamanki gibi ne geleni vardır ne de gideni. Aydan, gördüğü tedavilerden sonra üniversite okumaya karar verir. Hastanede kendisine uzanan bir dost kadın eli sayesinde geçimlik maaşına bile kavuşur. Yine bir öğle arası sohbetinde, artık buz kesmiş çayını koklayarak “Biliyor musun?” diyor, “Umumi tuvaletlerde bile sabahladığım oldu benim.” O an ellerimin o çaydan daha soğuk olduğunu fark etmiş olacak, içeri girmeyi teklif etti ardından. “Peki, ne yapacaksın şimdi?” diye sormaktan alamıyorum kendimi. Keskin bir ses tonu çınlatıyor kulaklarımı: “Kendimi yeniden doğuracağım.”
Sesin hepimizin sesi olsun! Birlikte kolaylaşsın, Aydan kardeşim benim...
İlgili haberler
Barışı çocuklara nasıl anlatacağız?
Savaşın vahşetini duyarsızlaştırıcı bir açıklıkla resmetmek yerine ‘etkileyici/hakiki’ olmanın çocuk...
‘Silaha para harcamasınlar, ücretleri artırsınlar’
“Şu anda savaşla ekonomik krizi gölgelemeye çalışıyorlar. Savaşın ve ekonomik krizin yükünü bize yık...
Dört koldan savaş kışkırtıcılığı işçi kadınları ik...
Sonuçta toplar, tüfekler, ağır silahlar olunca üstüne bir de ölümler gelince, metal işçisi kadınlar...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.