19. yüzyılda Aşkın Metafiziği adlı bir kitap yazan Filozof Schopenhauer Hristiyanlık dininin bildik sözlerini tekrarlayarak kadınla erkek arasındaki bu çetrefil, kolay tanımlanamayan duyguyu, üremek için doğanın bulduğu bir oyun olarak tarif eder. Kimilerine göre romantik aşk bir Orta Çağ “buluşudur.” Kimilerine göre ise insanlık kadar eski. Aragon için mutlu aşk yoktur, bir başkasına göre zaten aşk hayaldir; Atilla İlhan içinse “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.” Gazetelerin magazin eklerinde ömrüne üç yıl biçilen, eğer bir dostluğa ve sevgiye dönüşmezse üç yıl boyunca canınıza okuduktan sonra biten bir duygu. Yine de her insanın peşinde koştuğu, sözüm ona Helen için Paris’in Truva’yı yaktığı, uygarlıklar kuran, batıran, tahttan vazgeçiren, sanatın ilham kaynağı. Bu, vardı yoktu tartışması bitmeyen duygu hayatın çok önemli bir yerinde durmaya devam ediyor.
Aşkın iki kişiden başka kimseyi içine almadığı varsayılır. Oysa bütün diğer insan ilişkileri gibi aşk da sadece o iki kişi ile yaşanmaz. Bir mektebe yazılır gibi yazılır insan aşka. Karşısındaki kişiyi inançlarına, kültürel birikimine, atalardan gördüğü geleneğe göreneğe, kadın ve erkek davranışları konusundaki ezberlerine, geçmiş deneyimlerine, sınıfsal konumuna, sınıf atlama heveslerine bağlı olarak seçen kişinin hormonlarının aşk aşk diye salgılanması için bir dizi sosyal sürecin bir makine gibi çalışması gerekir. Aşk çünkü aynı zamanda insana bir hayat tarzı vadeder. Ya batarsınız ya çıkar.
Bu mektepte terbiye edilir insan. Müstesna ve mutena, özel bir ilişki yaşadığını sanan aşıklar kadın ve erkek olmayı öğrenir orada, önceden öğrendiklerini sınar, pekiştirir. Bu yüzden de aşk insan hayatının boş bırakılmaya gelmez bir alanıdır! Toplumun kadın ve erkekten bekledikleri aşk fidanlığında sulanır; bazen bu sulama sırasında kökler o kadar çürür ki, geriye aşk diye bir şey kalmaz. Duygusuz ve zoraki birliktelikler, adına evlilik denen nakit müessesesi aşkın varmış gibi yapılabildiği bir yer olmaktan çıkar. Aşk kadın bedeni ve duygularını terbiye etmek isteyen siyasi iktidarların en çok müdahale ettiği sosyal bir alana dönüşürken ondan geriye sevgisiz çiftleşmeler kalır.
Bu terbiye sürecinin en acı sonuçlar verdiği zamanlardan geçiyoruz. Her biri seviyordum öldürdüm, kıskandım öldürdüm, yemeğe tuz atmadı vurdum, kıyafetiyle tahrik etti saldırdım, boşanmak istedi dövdüm vb. gibi gerekçelerle açıklanan kadın kıyımının faillerinin yüzde doksanı kadınların en yakınındaki, aralarında sevgi ilişkisi olduğu varsayılan erkeklerden oluşuyor. Erkekliğin medyayla, ilahiyatçı fetvacılarla, dini referanslarla provoke edildiği, kadınların aynı yöntemlerle bastırıldığı koşullarda aşk bugün potansiyel bir şiddet evreni durumunda. Sistem erkek bebeklerden birer katil, kız çocuklarından kurban yaratıyor. Kadınların bedenlerinin ve ruhlarının sınırları küçüldükçe küçülüyor.
Televizyondaki iki dizide (Çukur, İstanbullu Gelin) iki kadın karakterin, kıymet bilir ve kendilerine aşık kocalarını takdir ederken durmadan tekrarlayarak klişe haline getirdiği “Sen nasıl bir adamsın” sözü seyirciden haklı olarak aşk içinde “insan gibi” durulabileceğini görmekten kaynaklanan bir şaşkınlık bekliyor. Bu vurdulu kırdılı, tacizli tahrikli dünyada aşkın insanca yaşanabileceği umudu yoksa orada bir toplum olduğundan söz edilemeyeceği için bir ütopya olarak aşk hiç değilse söylemde diri tutulmalıdır. Diziler aşk vardır, mümkündür demek için işe yarar.
Bir 14 Şubat günü daha sevgililer birbirlerine (daha çok erkekler kadınlara) hediyeler veriyor olacak; piyasalar şenlenecek, selfieler çekilip instagrama konulacak. Aşıklar, başkalarının gözünden kendi mutluluklarına bakacak. Çünkü kadınların ve erkeklerin terbiyeden geçmiş bedenleri ve ruhları yılda bir kez mutluluk pozları eşliğinde hediye almaya, vermeye de kurulmuş durumda.
İnsanları her gün biraz daha yontarak makbul kadın veya erkeğe dönüştürmeye çalışan, üstelik düşen her kıymıkla, akan her kanla ortada aşkı, cinslerin orantısız silahlandığı kıyamet gibi bir savaş alanına çeviren böyle bir düzende aşkı bir ütopya olmaktan çıkarmak çözümdür. Aşk şimdi eğer iki kişiden daha fazla kişiyle, insanı değersizleştiren bir sosyal iklimde yaşanıyorsa etraftaki kalabalığa bir çeki düzen vermek, safralardan kurtulmak için mücadele etmek gerekir.
O halde büyük harfle yazılmış Aşk, ne düzene ne birbirinin kötücül heveslerine teslim olmayanların bir kazanımı olsun. Yeryüzü kapitalizmin değil aşkın yüzü, kadınla erkek özgür olsun.
Ve evet… mutlu aşk bu kıyametten çıkış yolunda mümkündür.
Kaynak: Evrensel Gazetesi
İlgili haberler
GÜNÜN ŞARKISI: Sümeyra’dan Düşürdün Aşkın Narına
Türkülerinde barışı, mücadeleyi, eşitliği ve kadınları yaşatan halk müziği sanatçısı Sümeyra’nın bug...
Başka bir halı saha mümkün mü?
Diyoruz ki, başka bir halı saha mümkün. Kadınlar olarak takım kurabilir, “koymak” için değil keyif a...
Aşkın belleğine kadınlar ortaktır
Kadın dilli şiir denizi kuruydu Hafız’ın İran’ında. Su oldu Furuğ. Ardından ılık nefesiyle doldurup...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.