Kadınların sorunlarını arabuluculuk mu çözecek?
'Aile hukukunda arabuluculuğun kadının da lehine yürütüleceğini iddia edenler var. Ne kadar güvenirseniz. Bizler güvenmiyoruz.'

Temelden şunu söyleyerek başlamakta bir sakınca yok. Ülkemizde kadınların ve kadının insan hakları yanında yer alan, başta kadın ve çocuk olmak üzere toplumun şiddetten arınması noktasında da samimi bir iktidar desteği göremiyoruz. Dolayısıyla kadınlar olarak iktidarın yasa yapımı ve seçimlerine güvenmekte çok ciddi şekilde zorlanıyoruz. Güven duymamakta haklı olduğumuzu da yaşadığımız süreçler bize gösteriyor.

İktidar boşanmaların uzun sürdüğü, tarafların mağdur edildiği üzerinden bir süredir söylemlerini sürdürüyor. Elbette, boşanmalar tüm yargı kararları gibi uzun sürdüğü için mağduriyetler yaşanıyor ancak iktidarın süreci hızlandırmak adına atacağını söylediği adımlar, kadınların mağduriyetini büyütecek adımlardır.

ÇALIŞTAYLARDA KİMLER DİNLENİYOR?

Aslında boşanmaların uzun sürmesi basit usul kurallarıyla çözülebilecek bir sorun iken tüm Medeni Kanunun kökten değiştirileceği söylemi de bu nedenle de samimi bulunmamaktadır. Geçtiğimiz aylarda yapılan Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumu’nda da bu soruna dair iyi öneriler çıkmıştı. Ancak hakim, akademisyen gibi uygulayıcılardan gelen, çözüme yönelik doğru önerilerin hiçbiri arabuluculuğu ya da ortak velayeti konu edinmiyordu.

Bu durumda bu sempozyum ve çalıştaylarda yapılan doğru öneriler gerçekten dikkate alınıyor mu sorusu karşımıza çıkıyor. Ya da bu sempozyumlara kimler çağrılıyor? Kadın hakları alanında yıllardır büyük emekler veren, bizzat kadınlarla çalışan, dertlerine ortak olan, birlikte mücadele veren kaç sivil toplum örgütü çağrılmıştır bu çalışmalara? Bu çalıştay ve sempozyumlarda elbette iyi niyetli akademisyenler ve uygulayıcılar yer almakta, çözüm önerileri sunmaktadırlar. Ancak genel eğilimin, iktidar yanlısı ve kadın hakları aleyhinde makaleleri olan birkaç akademisyeni çağırmak olabildiği de görülmektedir. Hem bu eğilim hem de yürütülen tartışmalar, iktidar tarafından hazırlanan çalıştayların politik bir alt zemini olduğunu bize net bir şekilde gösteriyor.

ŞİDDETİ NASIL GÖRECEKSİNİZ?

Aile hukukunda getirilmek istenen arabuluculuk süreci için boşanmaların bir hak kaybına neden olmaksızın kolaylaşmasına katkı sağlayacaktır demek oldukça güç.

Arabuluculuğu önerenler dahi, şiddetin dahil olduğu vakalarda bu uygulamanın yapılamayacağını ifade ediyor. Ama şiddet hemen karşıdan görüp fark edebileceğiniz bir şey değil çoğu zaman. Tıpkı çocuk istismarı vakalarındaki gibi uzun süre şiddete maruz bırakılanlar yaşadıklarını anlatmakta çok zorlanır, uzun süre kendilerine dahi itiraf edemezler. Güven ilişkisi kurulmadan hemen ilk görüşmede yaşadıklarını anlatmaları nadiren gerçekleşebilecektir. Uzun erimli ve sistematik şiddete maruz kalan kadınlar açısından kişilik değişimine varan psikolojik yıpranmalar gerçekleşebilmekte ve şiddetin hemen ilk bakışta tespiti ise imkansız hale gelmektedir. Bu kadar uzmanlık gerektiren bir hususta devlet eliyle arabuluculuk sürecinin zorunlu tutulmasının yine kadınları psikolojik olarak baskı altına alan bir yönü olacağı da açıktır. Bu durum, ekonomik anlamda bağımsız, toplum tarafından “güçlü” olarak nitelendirilen kadınlar açısından dahi oldukça zorken istihdamdan, eğitimden dışlanmış ve aile içinde sürekli bastırılan kadınlar açısından daha da zorlaşır. 

Kaldı ki boşanmaların birçoğunda şiddetin farklı biçimlerinin ilişki içinde varlığını görebilirsiniz. Belki birçok hukukçu bunu şiddet olarak ifade etmez ama psikolojik şiddet oldukça yaygındır. Fiziksel şiddet süreci de genellikle psikolojik şiddet ile başlar ve kadınlara yönelik şiddetin farklı biçimlerinde psikolojik şiddet de muhakkak bulunur.

Birçok kadında psikolojik şiddetin ağır etkilerini görebilirsiniz. Partneri ya da eşi fiziksel şiddet uygulamamış olsa bile birlikte yaşanılan alanda devam eden tehdit, aşağılama hali kadınları baskılar. Bir kadın düşünün, kapı çarpsa yerinden zıplıyor. Hiç fiziksel şiddet görmemiş ama yıllarca erkek tarafından aşağılanmış, tehdit edilmiş. Bir başka örnek, eşi kadına hiç vurmamış olsa dahi ev içinde ağır hakaretler eşliğinde tabancasıyla mermiyi tak çıkar yaparak kadını sürekli diken üstünde tutuyor. Bu ve benzeri -fiziksel görünümü olmasa da- var olan şiddet, tehdit eylemleri ekonomik durumları fark etmeksizin tüm kadınlar tarafından deneyimlenebilmektedir.

Durum böyleyken kadınlar yaşadığı şiddeti anlamlandırmakta, ona ad koymakta çok zorlanıyorlar. Örneğin cinsel şiddeti siz sormadığınız sürece çoğunlukla anlatmazlar. Çünkü bu ülkede kadınlar kendi bedenlerinin dahi kendilerine ait olduğu kabulü ile büyümemekte bu nedenle yetişkin olduklarında partnerleri ile çok ciddi sorunlar yaşamaktalar.

Arabuluculuk sürecinde taraflar yönünden bir eşitler arası ilişkisi kurmak gerekir. Peki eşine 30 sene boyunca şiddet uygulamış, karşısındaki kadını kaşıyla gözüyle yöneten bir erkek ve bu kadın yönünden eşitler arası ilişkiyi kurmak mümkün müdür? Elbette değildir. Kadının şiddete uğrayıp uğramadığını arabulucu nasıl fark edebilir? Bu tarz vakalarla uzun süre çalışmamış biri bunu kolaylıkla anlamayabilir. Kadın da anlatamadığında "Şiddet yok" denilerek tarafları anlaşma masasına oturtmak sonucuna varılabilecektir ki bu arabuluculuk sürecinin doğasına aykırıdır.

Burada ihtiyaç olan şey toplumda ciddi bir farkındalık oluşturmak ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarına dair çalışmalar yürütmektir. Bunları konuşmadan boşanmaların kolaylaştırılmasını konuşmak kadınların aleyhinde sorunlar yaratmaktan öteye gidememektedir.

KADINLARIN ADALETE ERİŞİMİ SINIRLANIYOR

Kadınlar boşanmaya karar verene kadar süreç bu şekildeyken, boşanma sürecinde de çeşitli sorunlar gözlemliyoruz. Benim en sık karşılaştığım şeylerden biri erkeklerin boşanma sürecinde velayeti ellerinde olmadığı halde bir koz olarak kullanması. “Sana velayet konusunda sıkıntı çıkarmayayım, tek bir şartla. Benden hiçbir şey istemeyeceksin.” sözleri yüzünden ihtiyacı olan nafakadan vazgeçen birçok kadın görüyorum. Kadınlar “Yeter ki gitsin hayatımdan, ben bir şekilde hayatta kalırım.” şeklinde sağ kalmaya çalışmayı öncelemek zorunda bırakılıyor. Yani uygulamada erkekler, istediklerinde baskı uygulayarak çok rahat ve kolay bir şekilde boşanabiliyor. Ama kadınlar nafaka, tazminat gibi haklarını talep ettiklerinde çok fazla engelle karşılaşıyor, boşanmalar da bu aşamada uzuyor.

Türkiye’de adalete erişim daha doğrusu erişememe de kadınlar açısından büyük sorunlara sebep oluyor. Hiçbir zaman kendi parasına ya da maddi kazancına erişim hakkı tanınmamış kadınlar, haklarına dair bilgilendirilme konusunda da eksiklik yaşıyor. Adalet Bakanlığı tarafından sağlanan adli yardım ödeneği, gün geçtikçe azaltılıyor ve orantılı bir biçimde dağıtılmıyor. Bu durumdan, farklı illerden adli yardımdan yararlanamayan kadınların ve meslektaşların anlatımıyla haberdar oluyoruz. Van, Diyarbakır, Ağrı, Adıyaman gibi birçok ilden bu konuda telefonlar geliyor. Birçok ilde ekonomik durumu olmayan vatandaşın adalete erişimi için hakkı olan adli yardım, yalnızca kağıt üzerinde kalmış diyebiliyoruz. Bu, kadınlar ödeme güçleri olmadığı halde ücretsiz avukata erişemiyor, haklarını öğrenemiyor demek.

KADINLARA HAKLARINA DAİR DOĞRU BİLGİLENDİRME YAPILMALI

Kadınların adalete erişimi konusunda yaşanan sorunlar üzerine bir de medyadaki, toplumdaki yanlış bilgilendirmeler eklendiğinde sorun büyüyor. Yakınlarda denk geldiğim bir dizide boşanmaya çalışan bir kadının danıştığı avukatın söylediklerinin büyük kısmı yanlıştı. İnsanlar bunları izliyor ve gerçek sanıyor. Öğrenilmiş çaresizliğe itiliyorlar. Çok fazla soruya maruz kalıyoruz, “Evden çıkarsam ben direkt suçlu mu olacağım” gibi. Kadının şiddet gördüğü evden çıkması suçmuş gibi gösteriliyor. Oysa böyle bir düzenleme yok. Terk etmek bir boşanma sebebi ama evi terk etmenizin geçerli bir sebebi yoksa. Doğru şekilde bilgilendirmediğinizde kişi seçeneklerini dahi bilmeden denemekten, mücadelede etmeden vazgeçebiliyor.

Medyanın yanlış bilgilendirme konusundaki etkisinin yanı sıra uygulayıcılar diyebileceğimiz avukat, savcı, kolluk kuvvetleri vb. kişiler de çoğu zaman toplumsal cinsiyet eşitsizliği normlarına göre hareket edebiliyorlar. Kadınlara güçlendirici bir şekilde yaklaşıp, doğru şekilde bilgi iletmediklerine de rastlıyoruz. Bunu en çok cinsel şiddet çalıştığım vakalarda görüyorum. Örneğin, cinsel şiddet vakasını anlatırken o kadar kaygılı ki kadınlar “Nasıl ispatlayacağım” diye. Çünkü daha önce gittiği bir avukat, hakim ya da savcı gibi kişiler kadını, “Nasıl ispatlayacaksın” sorusu ile hiç dinlememiş bile. Kadın da “Bana avukat bile inanmadı” diye düşünerek yargılanmış hissediyor. Maalesef avukata gidip çaresizlikle dönen, döndürülen ve adalete erişemeyen kadınlar olduğunu görüyoruz. Burada kadın odaklı bir yaklaşıma sahip olmayan tüm uygulayıcıların çok ciddi hataları var.

Yalnızca kadınların doğrudan yüz yüze geldiği kesimlerde değil elbette sorun. Günümüzün önemli sorunlarından biri olan tarikatlar da adliye koridorlarında karşımıza çıkabiliyor, gerici kitlelerle doldurulabiliyor kadrolar. Bu değişim beraberinde kadın aleyhine taraflı kötü kararları getiriyor. Yargıtay kararlarında da açıkça kadın aleyhine kararların artışını görebiliyoruz.

Güçlendirici; yasanın cinsiyetçi yorumuna değil, yasa maddesinin kendisinden yola çıkan gerçekçi bilgilendirmelere ihtiyacı var kadınların. Baroların da, Adalet Akademisinin de buna dair çalışmalara ve eğitimlere ağırlık vermesi gerekiyor. Adli yardım hizmetinin daha etkili kullanılabilmesi için Adalet Bakanlığıyla daha net bir mücadele verilmesi gerekiyor. Bunlar yapılmadığı sürece, bir kadının yaşadığı olumsuzluk, yaşadığı şiddete karşı mücadele etmek isteyen tüm kadınları etkiliyor ve öğrenilmiş bir çaresizlik hızla yayılıyor.

KİM OLACAK BU ARABULUCULAR?

Ben aynı zamanda uzlaştırmacı ve arabulucuyum. Ceza davalarına ilişkin uzlaştırma dosyalarında uzlaştırmacının kadını arayıp “Şikayet etsen ne olacak, bak her gün kadınlar öldürülüyor. Sen gel bu işten vazgeç” diye kendisine ödenecek 3 kuruş para için tarafları “uzlaştırdığını” görebiliyorum. Bir tarafı açıkça baskılayan bu sürecin Aile Hukukunda da karşımıza çıkması hiç de uzak görünmüyor. Adalet Bakanının da dile getirdiği üzere İnfaz Yasası'nın mevcut hali ile adalete ulaşmak imkansız. Çok ağır hapis cezaları belirlenmediği müddetçe kişilerin hapse hiç girmemesi gibi bir uygulama var. Bu hepimizin eleştirmesi gereken bir şey ama bu, şiddet vakalarında kadını bastırmak için kullanılıyor. “Zaten girmeyecek hapse, başına bela olacak şikayet etme” deniyor. Ama “Sen bu işten vazgeç” demek aslında kadınları o şiddete mahkum eden bir yaklaşım. Bunu benimsemiş kamu görevlilerinin sayısı ise az değil. Peki kamu görevlilerinde durum buyken, bu arabulucular kimler olacak? Bu kişilere uzun eğitim verileceği söyleniyor. Ancak hakim savcılara da görece uzun eğitimler veriliyor fakat uygulamada hala cinsel istismara uğramış bir çocuğa “Neden bağırmadın” diye soran hakimlerle karşılaşabiliyoruz.

Ülkemizde her gün en az bir kadın öldürüldüğü halde kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın ciddiye alınmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Şiddet yüzünden gözaltına alınan, erkekler adliyeye bir kapıdan girip ötekinden çıkıyor. Böyle bir durumda aile hukukunda arabuluculuğun kadının da lehine yürütüleceğini iddia edenler var. Ne kadar güvenirseniz. Bizler güvenmiyoruz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
TÜBAKKOM Medeni Kanun Çalıştayı Düzenliyor

TÜBAKKOM, 23 Şubat’ta Medeni Kanun’da yapılmak istenen ve kadınların hak kaybına neden olacak düzenl...

Arabuluculuk kadın için dayatma ve şiddet demek

Adalet Bakanlığının düzenlediği Medeni Kanun Çalıştayında arabuluculuk başta olmak üzere yürütülen t...

Medeni Kanun'a saldırı çalıştayı

Adalet Bakanı Tunç çalıştayda, boşanmaları zorlaştıracak arabuluculukla kadınları hedef aldı. Tunç,...