Dicle Üniversitesi öğrencileri: 'Eşitlik ve adalet talebimiz sürüyor'
Dicle Üniversitesinde eğitim gören kadınlarla, kadına yönelik şiddet, artarak devam eden kadın cinayetleri ve kaybettirilen kadınlar üzerine konuştuk.

Dicle Üniversitesinde eğitim gören kadınlarla, kadına yönelik şiddet, artarak devam eden kadın cinayetleri ve kaybettirilen kadınlar üzerine konuştuk. İlk olarak söze giren Jinda Karademir kadın cinayetleri söylemiyle ilk karşılaştığında dehşete kapıldığını ifade ediyor. “İstatistiklere bakıldığında kadın cinayetlerinin küresel bir sorun olduğunu görüyoruz. Bu sorunun temelinde cinsiyet eşitsizliğinin yattığı kanaatindeyim. Cinsiyetçiliğin, cinsiyet eşitsizliğinin beslendiği günümüz dünyasında kadına yönelik şiddete son verebilmek maalesef mümkün olmaz. Bu yüzdendir ki yıllardır eşitlik ve adalet talebimiz sürüyor” diyen Jinda şüpheli kadın ölümlerinin ve kaybolan kadınların cezasızlık politikalarının ve etkin soruşturma yürütülmemesinin bir sonucu olarak karşımıza çıktığını ifade ediyor. Gülistan Doku’yu ardından 27 Eylül’den beri haber alınamayan Rojin Kabaiş’i hatırlatıyor: “Rojin Kabaiş’in, Gülistan Doku’nun ve kayıp tüm kadınlarımızın bulunması konusunda yetkili makamların sorumluluklarını yerine getirmesini talep ediyoruz.”

'KADINLARIN KAYBOLMASINA ALIŞTIRILDIK'

Jinda’nın ardından söze dahil olan Roza son günlerde yaşananları yasaların eksikliğine ve uygulanmamasına bağlıyor. “Gülistan, Rojin, Narin ve ismini bilmediğimiz veya unuttuğumuz birçok kadın bu topraklarda sanki hiç var olmamışçasına yok olmalarının en büyük ve belki de tek sebebi adalet sisteminin işlevini gerçekleştirmemesi. Bunun yanı sıra, güvenlik güçlerinin üzerlerine düşen görevi yapmamaları, yayın organlarının yeterince hassasiyet göstermemeleri ve halkın her geçen gün, nasıl daha fazlalaştığını anlayamadığım bir şekilde yozlaşması. Kadınlar bu toplumda günden güne değersizleştiriliyor ve bu sistematik bir şekilde oluyor. Gülistan’ın haberlerinin çıktığı günleri hatırlıyorum da 5 sene önce bile şimdiye göre daha bilinçli ve öfkeli tepkiler verilebiliyordu. Faillerin bulunması isteniyordu ama Rojin, Gülistan kadar haber olamadı çünkü buna alıştırıldık!”

‘SÖZLÜ DEĞİL FİİLİ BİR ÇABA GÖRMEK İSTİYORUZ’

Sıla Güler ise kaybolan kadınlarla güven ortamının daha da sarsıldığını vurguluyor. “Ortadan kaybolan ya da kaybettirilen kadınların hikayesini, sebebini bildiğimiz kadın cinayetlerinden bile daha tehlikeli ve korkunç buluyorum. 5 yıl gibi uzun bir sürede bir insanın akıbetinin öğrenilememesi bana pek gerçekçi gelmiyor” derken tüm toplumu tedirgin eden bu olayların kadınları daha da değersizleştirdiğini söylüyor ve ekliyor: “Başımıza bir şey gelirse birkaç gün sosyal medyada gündem oluruz sonra kimse ne olduğunu anlamadan bir başkasının hikayesine ya da suni gündemlerden birine gömülür, unutuluruz hissiyatını ben ve tanıdığım tüm kadınlar yaşıyor.”

Bu sözlerden sonra umutsuz bir tablodan hemen vazgeçiyor Sıla ve devam ediyor: “Başına ne geldiğini, nerede olduğunu, hatta sağ olup olmadığını bile bilmediğimiz tüm kadınların sadece birer hikaye olarak anlatılmasını istemiyorum. Gerçekten kapsamlı araştırmalarla bütün gizemlerin çözülmesini istiyorum. Bunu hem söz konusu kadınların ailelerine hem de bütün topluma borçlular. Sözlü değil fiili bir çaba görmek istiyoruz.”

‘KADINLARIN GÜVENLİĞİ İÇİN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ŞART’

Kadınların içinde bulunduğu bu karanlıktan nasıl çıkacağının reçetesi ise Roza’dan geliyor. Böyle gitmeyeceğinin altını çizerek köklü değişimlerin şart olduğunu söylüyor Roza. “İlk olarak devlet ve güvenlik güçlerinin bu vakalara gerekli ciddiyeti vermesi, failin kim olduğuna bakılmaksızın derinlemesine ve tarafsız soruşturma yapılması gerekiyor.  İlk önce bu patriarkal zihniyeti değiştirmeliyiz ve asla geri adım atmamalıyız. Ancak daha somut adımlar olarak; teknolojik alt yapıyı düzgün kullanma, toplumsal bilinçlendirme ve eğitimin arttırılması dahası yasal caydırıcılık çok önemli önlemler olur” derken konu İstanbul Sözleşmesi’ne geliyor. Sözleşmenin feshiyle kadınların yasalara olan güveninin daha da sarsıldığını vurgulayan Roza “Bu sözleşmenin temelinde yer alan koruma, önleme, soruşturma ve cezalandırma ilkeleri, kadınlarımızın güvenliği için en büyük silahtı” diyor.

‘ÖNEMLİ OLAN SUÇUN İŞLENMESİNİN ÖNLENMESİ’

Sıla, cezasızlık politikasının kadın cinayetlerinin ve kadına şiddetin bu kadar artmasında çok önemli bir rolü olduğunu söylerken bunun sadece adaletle ilgili bir durum olmadığını da ekliyor: “Sosyal, psikolojik ve pedagojik olarak da çok büyük eksiklerimiz olduğuna inanıyorum. Kadınları nasıl koruyabileceğimizden ziyade erkekleri suçtan nasıl uzak tutabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Türkiye'de insanların bu kadar büyük oranda suça bulaşmasını toplumsal bir çürüme olarak değerlendiriyorum. Sadece adalet istemek yetmez. Devletin bütün organları birlikte çalışıp gençlerin eğitimini, sağlığını ve güvenliğini iyileştirmek için uğraşmadığı sürece bu tür olayların son bulacağını düşünmüyorum maalesef. Çünkü her ne kadar caydırıcı cezaların bu olayları engelleyici bir gücü olsa da bence sağlıklı olan bir insanın cezadan korktuğu için değil bunun gerçekten yanlış olduğunu bildiği için suçtan uzak durmasıdır.”

‘HAYALİNİ KURDUĞUMUZ TOPLUM İÇİN ÖRGÜTLÜLÜK’

Jinda da İstanbul Sözleşmesi’nin öneminden bahsederken örgütlülüğün önemine değiniyor: “Bireysel olarak bilinçlenmek, örgütlü bir kadın mücadelesi ve hükümetin de şiddeti önlemek adına atacağı olumlu adımlar bizleri hayalini kurduğumuz topluma biraz olsun yaklaştırabilir. Burada özellikle örgütlü bir kadın mücadelesinin ciddi bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.” Jinda “Şiddetin şiddetle önlenemeyeceğini bilerek; eşitlik ve özgürlük mücadelemizde biz kadınlar, haklarımızı talep ediyor ve alana kadar da direneceğimizin sözünü veriyoruz. Tüm insanları da bu erkek egemen sisteme başkaldırmaya davet ediyoruz" diyor. 

Fotoğraf: Ekmek ve Gül