Devletin ‘eylemcisi’ olmayacağız!
İdam taleplerinin görünür olduğu çocuk istismarı eylemlerindeki tabloyu okurumuz Semiramis Güney anlatıyor...

Önceki gün Bursa’da yapılan “Çocuğuma Dokunma” yürüyüşüne katıldım. Bu yürüyüşle ilgili izlenimlerimi, duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Son günlerde ardı ardına yaşanan ve yüreklerimizi dağlayan Eylül ve Leyla’nın ölümü, haklı olarak toplumda tarif edilemez acıya ve infiale yol açtı. Pek çok kişi sosyal medyada konu ile ilgili paylaşımlar yaparak tepkisini gösterdi. Sosyal medyanın gücünü ve etkisini yadsımamakla birlikte, eğer bir eyleme dönüşmeyecekse sadece sanal dünyada paylaşılanların çok fazla etkili olmayacağını düşünenlerdenim.

Yürüyüşün yapılacağını öğrenir öğrenmez, bir kadın, bir anne, bir sosyalist olarak değil, sade bir vatandaş, sıradan bir insan olarak ilk düşündüğüm, mutlaka orada olmam gerektiği idi. Bu durum karşısında sessiz kalmamak adına, tepkimizi, öfkemizi, acımızı haykırmanın, sesimizi duyurmanın en iyi yollarından biri buydu. Sonra, yürüyüşün kim ya da kimler tarafından organize edildiğini merak ettim doğal olarak. Baktığım bir iki yerel gazete haberinde ne bir sivil toplum kuruluşu, ne bir sendika ne de bir partinin adı geçiyordu. Sadece yer ve saat belirtilmişti. Belki yaşanılanlara duyarlı insanlar kendi aralarında organize olarak gerçekleştireceklerdi tıpkı Gezi’de olduğu gibi diye düşünürken, bu kadar safdilli olmamak gerektiğini “fısıltı gazetesi”nden kısa bir süre sonra öğrendim. Evet, duyurusu yapılmış, ‘izin verilmiş’ti. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, söz konusu iki masum çocuğun katledilmesine tepkiyse orada olunması gerektiği sonucuna vararak belirtilen saate yakın bir zaman diliminde yola çıktım.

Bindiğim taksinin şoförüne gideceğim yeri söylediğimde “Eyleme mi gidiyorsunuz? Çok iyi çok iyi!” deyince yüreğimde bir ferahlama hissettim. “İşim olmasaydı ben de gelirim, erkeklerin daha çok katılması lazım. Ne de olsa suçu işleyen bizleriz” yönündeki özeleştirisini duymak beni şaşırttı. Ama birkaç cümle sonra sözü “bunları asmak lazım”a getirince konuşmanın seyri değişti. İdamın bir çözüm olmadığını anlatmaya çalıştım. “İbret için asmalı”, “Nasıl olsa içerde şişlerler” cümleleri nasıl bir linç kültürü içinde yaşadığımızın tipik tezahürleriydi.

Alana vardığımda dikkatimi ilk çeken hemen hemen hiç güvenlik önlemi olmayışıydı. Hatta yürüyüş için ayrılan alan trafiğe dahi kapatılmamıştı. Artan kalabalık doğal olarak yolu kapattı. Bulvarın kenarlarında bir iki yerde polis aracı vardı. Motosikletli polisler eylemin güvenliği için mi oradaydılar yoksa eylemin bir parçası mıydılar anlamak zordu.

Yürüyenlerin arasına katıldım. Oldukça kalabalıktı. Cadde ve kaldırımlar tamamıyla doluydu. Kadınların çoğunlukta olduğu ilk bakışta göze çarpıyordu. Çocuklar anne babalarının yanında, kucağında, omzundaydı. Bebek arabalarıyla gelenler de hayli fazlaydı.

Yürüyen insanlarla ilgili ilk gözlemim beni adeta şaşkına çevirdi. Yanlış mı görüyorum diye kendimden şüphelendim bir an ama hayır durum gün gibi ortadaydı. Pankart ve döviz taşıyanlar haricinde hiç abartısız her 10 kişiden neredeyse 8’i elindeki cep telefonu ile video kaydı yapıyordu. Kısaca herkes canlı yayındaydı! Kalan 10’da 2’lik kesim ise neredeyse devasa boyutlarda hazırlanmış “idam isteriz” pankartlarının önünde poz veriyor ya da “selfie” çekiyordu! Evet, her eylemde eyleme katılanlar fotoğraf çeker, video kaydı yapar ama dünkü kadar abartılana ilk defa şahit oldum.

Pankart ve dövizler katılımcı sayısıyla kıyaslanırsa çok çok azdı denebilir. Ayrıca hayatlarında ilk kez bir eyleme katılmış bir kitlenin çoğunluğu oluşturduğunu düşünüyorum.

Bunun yanı sıra gayet “hazırlıklı” gelen gruplar da yok değildi. ”İdam isteriz” temalı büyük boy pankartlar son derece profesyonel ellerden çıkmış gibi görünüyordu. Hiçbir sendika, meslek örgütü, parti, sivil toplum kuruluşunun amblemi, flaması, bayrağı yokken “nedense” Türk Metal’in devasa boyutlardaki pankartı adeta ben buradayım diye bağırıyordu.

“Ülkenin problemi yol değil!”, “Hepimiz Eylül’üz, hepimiz Leyla’yız!”, “Çocuk istismarı affedilemez”, “İdam değil, ölene kadar güneşsiz hücre hapsi”, “Çocuk susar, sen susma” görebildiğim pankartlardan bazılarıydı.
Babasının omzunda yürüyüşe katılan, beş altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim erkek çocuğun pankartında şunlar yazılıydı: “ Sokakta oyun oynayarak büyümek istiyorum… Annem babam gibi!” Fakat babanın elinde de bir pankart vardı ve aynen şöyle yazıyordu: “Kur’anda kısas esastır idam yasalaşsın!” Benim gözümde en çarpıcı manzaralardan biri buydu.

Atılan sloganlara gelince; en çok “idam isteriz”, “çocuk vatandır, vatanına sahip çık”, “çocuğa uzanan eller kırılsın” dördüncü bir slogan yoktu zaten.

Bitti ve eve döndüm. İçimde ne “bir iş görmenin saadeti” ne de “iyi ki gitmişim” rahatlığı vardı. “Sizin için en iyisini biz biliriz” tavrının da, “milli irade” cilasıyla parlatılmaya çalışılan “plebisiter diktatörlük”ün de aynı kapıya çıktığını bir kez daha idrak ettim.

2 Temmuz Sivas Katliamı’nı anma yürüyüşünde atılan slogan aklıma geldi: “Devletin Alevisi olmayacağız!” Evet devletin Alevisi de olmayacağız, devletin “eylemcisi” de olmayacağız!

İlgili haberler
İHD Adana Şubesi: ‘İstismara karşı çocuk koruma si...

İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi çocuk istismarına karşı basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ‘K...

Çocuk istismarına karşı kadınlar ayakta!

Ülkenin dört bir yanında kadınlar sokağa çıkarak çocuk istismarına tepki gösteriyor... Kadınlar, yas...

‘Yeni Yasa’ dedikleri İstismarı Aklama Yasası!

İstismara büyük tepkinin ardından hükümet daha önce hazırladığı yasa tasarısını yeniden gündeme geti...