Bu fotoğraftaki çocuklar kim?
Hiç eğitim görmeyen, küçük yaşta çalışmaya başlayan, şehrin en ücra köşesine atılan; çocukluğunu yaşayamayan yüz binlerce çocuktan sadece ikisi; Nur ve Bektaş.

Kocaeli diyelim ya da Tuzla, belki de Edirne ne fark eder? Anlatacaklarımızın yeri zamanı isimleri çok önemli değil... Hayret edilecek şeyler değil anlatacaklarımız, ülkenin dört bir yanında olan çoğu zaman görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz şeyler. Memleketimden çocuk manzaraları...


KARANLIĞA RAĞMEN GÖZLERİNİN İÇİ GÜLEN ÇOCUKLAR
Kadın Dayanışma Derneğimizin yeni dönem yapacağı kurslarına dair el ilanı dağıtırken gördüm Nur'u. Fatma abla Nur'u önceden tanıdığını söyledi, biz de tanıştık böylece. Küçücük boyu, kocaman gözleri ve peşinde 5-6 tane köpekle yürüyor çek çek arabasını da sürükleye sürükleye. Biraz sohbet ettik, utanarak konuşuyordu bizimle. Okuma yazma bilmediğini öğrenince, onu ücretsiz okuma yazma kursuna davet ettik. Sonra arada sırada yolda karşılaştık, sohbetlerimiz devam etti.

O günlerde başka bir ablamız bana evde çocuk kıyafetleri olduğunu, bunları bir yere vermek istediğini söyledi. Ben bunları nereye vereceğimizi, ne yapacağımızı artık biliyordum. Hem çıplak ayaklarla gezen çocuklara giyecek bir şey götürecek hem de nasıl şartlarda yaşadıklarını görecektim. Çıktık yola... Caddenin kalabalığından sıyrılıp dar yollardan geçtik, nihayet vardık çadırların oraya. Hava soğuktu, soba dumanlarının isi ve kömür kokusu vardı havada. Biraz da yemek kokusu... Nur'u sorduk önce göremeyince oracıkta tanıştığımız Bektaş ile başladık sohbete. Bektaş, Kocaeli’ye Antep’ten gelmiş. 5 senedir kağıt topluyor, 14 yaşında. Hiç okula gitmemiş bugüne kadar. Sabah 6-7 gibi çalışmaya başlıyor akşam 4-5’e kadar sürüyor... Her gün değişiyormuş kazandığı. Ama genelde anca karın doyurmaya yetiyormuş. Okulu sevmiyor, çünkü artık kağıt toplamak onun mesleği olmuş. En büyük dileği temiz bir evde oturmak ve banyo yapmak. 10 kardeşin en küçüğü Bektaş, diğer kardeşleri de onun gibi kağıt topluyorlar. Bir fotoğrafını çekmek istediğimde umursamaz şekilde gülümsüyor ve omuzlarını silkerek ‘Çeeek’ diyor. Gözlerinin içi gülüyor bütün bu karanlık tabloya rağmen.


EN BÜYÜK DİLEĞİ OKULA GİTMEK
Nur'u görüyoruz arkadaki çadırlarda. Yanına gidiyoruz. Nur Kocaeli’ye Adana’dan gelmiş. Yaklaşık 3 senedir burada. Haftanın her günü çalışıyor. Sabah gün ağarmadan kahvaltı yapıp gidiyor, havanın kararmasına yakın saatte de dönüyor. Bu süreçte Nur’u koruyanlarsa peşinden hiç ayrılmayan köpekleri. Nur’la yola çıkıp Nur’la dönüyorlar. Babası diyor ki “O köpekler varken Nur’u kimse kaçıramaz.” Nur hiç okula gidememiş. Çünkü okula gitmek için burada ikametgahı olması gerekiyor. Çadırda kaldıkları için ikametlerini burada gösteremiyorlar, bu yüzden Nur’u okula almıyorlar. Aynı çadırda 7 kişi kalıyorlar. Nur’un en sevdiği şey türkü söylemek, en büyük dileği ise okula gitmek. Nur’un abisi Diyarbakır’da küçük yaşta yaşadığı bir kavgadan dolayı hapiste, ancak parasızlıktan senelerdir göremiyor abisini...

ŞEHRİN EN ÜCRA KÖŞELERİ
Biz Nur ile sohbet ederken arkadan babası sesleniyor, bunları yayınlamayın diyor çünkü kimse çığlıklarına kulak vermediği gibi bir de yaşadıkları yerden edilmişler. Önceden birinin haber yaptığını ve kaldıkları yerden sürüldüklerini söylüyor. Babası da konuşmaya dahil oluyor; “Çalmıyoruz, çırpmıyoruz, kimsenin malına el uzatmıyoruz” diyor... Yine de insan muamelesi görmediğini, valiliğe, nüfus müdürlüğüne gittiklerinde kapıdan yaka paça dışarı atıldıklarını anlatıyor. En azından bir konteynır, bir prefabrik evleri olsa daha iyi olacağını, çocuklarını okula verebileceğini dile getiriyor. Şimdi yaşadıkları çadırlara fareler böcekler giriyor ve hiç uyumalarına imkan vermiyorlar. Yine burada su kesildiği için banyo yapabilecekleri bir imkan yok. Bu insanların sesine kulak vermek yerine onları şehrin en ücra köşelerine itiyorlar. Etrafa kötü görünüyor, karşıdaki zengin insanları rahatsız ediyor diye, yeni marketler açmak için, yeni binalar dikmek için bu insanların çadırlarını gözden uzak yerlere yollamışlar. Çoğu zaman yardım etmek bir tarafa çadırlarını bile yıkmışlar. Çocukların ayakları çıplak, elleri soğuk. 3-4 yaşında bebeklerin eğlenceleri kağıt toplama arabasına binip gezmek.

Tüm bu yoksulluk içinde göze çarpan başka şeylerde var mesela yeni doğum yapmış bir köpek ve onun yavruları için yapılan yuva. Çünkü yuvasızlığın ne olduğunu bilen insanlar bunlar. Ve sadece insanca bir yaşam istiyorlar... 

“Ürkek bir serçe gibi eğme başını.
Kaldır başını ve dimdik dur!
Bu senin değil, ülkemin ayıbı.
Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk.” 

İlgili haberler
GÜNÜN RAKAMI: Korunmaya muhtaç çocuk sayısı 2 yıld...

Bu korkunç artışın en temel gerekçesi ise artan yoksulluk.

GÜNÜN DİLEĞİ: Çocuk işçilik son bulsun!

Bodrum'da 23 Nisan nedeniyle Cumhuriyet Başsavcısı’nın koltuğuna oturan öğrenci Egehan Uslu'nun tali...

Türkiye’nin çocuk karnesi her geçen gün daha kötü

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde dünyanın çocuk karnesi iyi değilken Türkiye’de tablo daha da k...