Kadın Savunma Ağı: ‘Diyanet, nefret siyasetini örgütleyen bir odak’
Kadın Savunma Ağı, Diyanet'in toplumsal yaşama müdahalelerinin hangi toplumsal koşullarda nasıl değiştiğine ve kadınların yaşamlarının nasıl kıskaca alındığına dair konuştu.

DOSYA 4. Gün

AKP iktidarının özellikle 2010 sonrası döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı'na toplumsal ve siyasal hayatın her alanında etkin bir rol verilmesinin kadınlar açısından yarattığı sonuçları değerlendirdiğimiz dosyamızda, kadın hareketinin bu süreci nasıl değerlendirdiği ve bir mücadele gündemi olarak nasıl ele aldığına ilişkin sorularımıza bugün Kadın Savunma Ağı’ndan Çiğdem Çidamlı ve Buse Üçer yanıt veriyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın zaman içindeki değişimine ve bugün kadınların ve kız çocuklarının yaşamına etkilerine dair Kadın Savunma Ağı adına Çiğdem Çidamlı ve Buse Üçer sorularımızı yanıtlıyor. Laiklik mücadelesinin kadın harekerinin özsel değerlerinden biri olduğunu söyleyen Çidamlı ve Üçer, “Diyanet’in kapatılması, Diyanet’in yetki alanına sokulan, özellikle kadınlar ve çocuklarla ilgili tüm kamusal faaliyetlerin ve kaynakların bu anlamda laikleştirilmesi ve kadın hareketinin denetimine sokulması talebi ortak bir başlangıç noktası olarak anlamlıdır” diyor.

DİYANET’İN 3 DÖNEMİ

Diyanet gittikçe devletin her kademesinde söz sahibi olan ve yaşamın her alanına müdahale etme yetkisi ve bütçesine sahip bir kurum haline her geçen gün getiriliyor. Diyanet’in dünden bugüne politikada başrol haline geldiği süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diyanet’i dönemlere ayırırsak, 2008 öncesi, özellikle 2011 sonrası ve 15 Temmuz sonrasındaki konumu bugün geldiği aşamayı daha net görmemizi sağlar. 2008 öncesinde AKP’nin ılımlı İslam siyasetiyle beraber Diyanet bugünkü kadar siyasetin odağında, pek çok bakanlığın toplamından daha fazla bütçe ayrılan bir yapıda değildi. Bu, Gülen Cemaati ile AKP’nin iş birliği dönemi; dinci gericilik AKP eliyle örgütlenirken özellikle türban, kürtaj gibi meseleler gündemleştirildi. 2008 krizi sonrasında AKP, AB ile uyumlu bir iktidar görüntüsü çizmeye çalışırken kadın hareketinin bastırmasıyla İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamayı tercih etti.

Ancak 2011 sonrasında Gülen Cemaati ile çıkar birliği zedelenmeye başlayınca dinci gericiliği tesis edecek tarikatlara para aktarmanın, cemaatten kalan boşluğu doldurmanın aracı olabilecek bir odak yaratma ihtiyacı arttı. Diyanet’in yetkileri de bütçesi de 2011 sonrasında daha da büyüdü. 2012’de Kuran kurslarında 12 yaş sınırı kaldırıldı. Aynı yıl 1500’e yakın 4-6 yaş Kuran kursu varken sadece 56 kamu kreşi mevcuttu. Giderek kadını aileye sıkıştıran politikalar Diyanet eli ile örgütlenmeye başlandı. 2015 sonrasında bu durum giderek daha da yerleşti. İçişleri Bakanlığı’ndan bile büyük bütçesi olan bir kurumdan söz ediyoruz.

Dinci gericilik bu ülkede AKP öncesinde de örgütleniyordu. 12 Eylül’den sonra Türk-İslam sentezi politikasının temel bir aracı olan Diyanet, bugün devletin en temel kurumu, devletin neoliberalizme uygun hale getirilmiş tüm “kamusal” fonksiyonlarını icra eden başlıca kurum haline getirildi. Faşizmin temel hedeflerinden birinin kadınlar haline geldiği bir dönemde, kadınları güçsüzleştirmek, aileden özerk bireyler olduklarını unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun kadınların ücretsiz emeğini sömürmek ve kadın emeğini değersizleştirmek gibi ekonomik, dinci gericilik-patriyarka iş birliğini “yeni Türkiye”nin çimentolarından biri haline getirmek gibi ideolojik-siyasal birçok nedeni var.

DOSYANIN 1. GÜNÜ: 1924’te 429 sayılı “Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekâletleri’nin İlgasına Dair Olan Kanun” ile birlikte kurulan Diyanet İşleri Reisliğinin kurulduğu dönemden bu yana sahip olduğu yetkileri ona yüklenen yeni rollerle birlikte zaman içerisinde değişim gösterdi. Bu değişimler hangi süreçlerde, nasıl gerçekleşti? Diyanet’in geçmişinden bugüne gelişine tarihi bir bakış atmak için TIKLAYIN
‘GENİŞLEYEN SINIRLAR KUŞATMA ŞEKLİNDE’

Diyanet’in sınırlarının her geçen gün daha da genişlemesinin kadınlar ve kız çocuklarının yaşamlarına etkileri neler oluyor?

Diyanet tek başına hareket etmiyor: Aile Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, MEB gibi Bakanlıklarla özel protokoller imzalıyor. Çocuklara yönelik Diyanet TV yayınları yapıyor. Bu genişleyen sınır gerçek bir kuşatma şeklinde. Bu genişleyen sınırlar özellikle kadınlara ve kız çocuklarına şiddet olarak geri dönüyor. Bir kadının sosyal yardım alabilme koşulları bile evlilikle ve aile ile ilişkili. Dul olmak, engelli bakımı üstlenmek, evlilik yapmak, çocuk doğurmak durumlarında sosyal yardım alabiliyoruz. Boşanmak mesela yetmiyor, kocan ölmüş olmalı. Ya da erken evliliği teşvik için Çeyiz Hesabı diye bir uygulama var. Çocuk başına para bile veriliyor. Diyanet kadınların boşanmalarının önüne geçmek için neredeyse her yerde aile danışma merkezlerini örgütlüyor, “aile irşat büroları” kuruyor. Şiddet gören kadını hukuki yola yönlendirmek yerine “idare edivermesini” öğütlüyor. Erken evliliği teşvik eden, cinsel istismarı af yasası olarak bilinen yasayı savunan, çocukların evlilik yaşlarını sorgulatan, “aile yapısına ters düşmesi” nedeniyle LGBTİ+’lara saldıran Diyanet hepimizi etkiliyor. Aslında Diyanet büyük bir nefret siyasetini örgütleyen siyasi bir odak haline gelmiş durumda.

Diyanet’in yaşamın her alanına etkisi ve Diyanet’in mevcut pozisyonunun gelecekte kadınlar ve kız çocukları için sonuçları sizce neler olabilir?

Diyanet’in mevcut konumunu neoliberalizmin ekonomik-siyasal krizi, sömürü ve egemenlik ilişkilerini pandemi sonrası “yeni normalde” sürdürme dayatmaları; derinleşen ataerki krizi ile birlikte düşündüğümüzde, merkezinde Diyanet’in olduğu dinci-faşist-partiyarkal saldırıların uzunca bir dönem kadınların, kız çocuklarının ve LGBTİ+’ların özgürlük ve eşitlik haklarının önündeki en önemli engellerden ve dolayısıyla çatışma alanlarından biri olacağını öngörebiliriz.

Kadın hareketi açısından bu konu sizce bir mücadele gündemi olarak nasıl ele alınmalı? Nasıl bir mücadele yolu izlenmeli?

Bizim açımızdan “bu konu” feminist laiklik mücadelesinin konusu. Bize göre ataerkil egemenlik ve sömürü ilişkilerini “doğallaştıran” dinsel kurum ve uygulamalarla mücadele anlamında laiklik mücadelesi, başından itibaren feminist mücadelenin, kadın hareketinin tarihsel kuşaklarının özgürlük mücadelesinin özsel değerlerinden biri. Kimsenin bize hediyesi değil, tersine kapitalist-resmi laiklik, kendi gerici iktidar iş birlikleri için bu özsel değerleri çarpıtarak, kadınların bu özsel mücadelesine kendi iktidar amaçları için el koyarak aslında bugünkü “dinci geri dönüşü” de mümkün hale getirdi.

Bugün de önceki yüzyıllardaki gibi, dünyevi ataerkil-kapitalist iktidarın üstü dinle örtülmeye; kadınların erkek iktidarıyla mücadelesi dinsel uygulamalarla bastırılmaya, günahlaştırılmaya çalışılıyor. Bu tüm dünyada gördüğümüz evrensel bir olgu: Kürtaj hakkına karşı saldırıların arkasında Katolik ve Ortodoks kilisesini; İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik uluslararası saldırıların arkasında uluslararası dinci-faşist odakları, ağları buluyoruz. Taliban, IŞİD gibi oluşumlar zaten başlı başına bu dinamiklerin yarattığı “canavarlar.”

Bu bağlamda, “laik devlet, özgür beden” sloganı 4. kuşak kadın hareketinin evrensel sloganına dönüşüyor. Dinsel iktidar odaklarının makbul/makbul olmayan kadın ayrımını ve erkeklerin özel-kamusal alanda kadınlar üstündeki iktidarını dinle meşrulaştırma çabaları kapitalizmin pandemi sonrası yeni normali ve toplumsal yeniden üretim krizi bağlamında daha yakıcı hale geliyor. Faşizm, dinci gericiliği eskisinden çok daha fazla merkezine koyuyor. Doğurganlık, zorunlu annelik- bakım emeği, heteronormativite, kürtaj, aile hukukunun dinselleştirilmesi, boşanma kısıtlamaları, şiddete itaat, özgür kadın bedeninin-cinselliğinin şeytanlaştırılması, kadınların seks kölesi, savaş ganimeti haline getirilmesi, kamusal alanda ayrımcılığın özel alanda itaatin normalleştirilip yasallaştırılması, bunlar dinle meşrulaştırıldıkları ölçüde feminist laiklik mücadelesinin konusu.

Biz dinci kurumların her anlamda mülksüzleştirilmesinin, bilimsel düşünce, eğitim ve siyasal/kamusal alan üzerindeki dinsel tasallutun ortadan kaldırılmasının yanı sıra toplumsal yaşam ahlakının -özel alan ilişkilerinin ahlakının da her türlü dinsel ideolojiden, kuraldan arındırılmasını, yaşam ahlakımızın kadın ve LGBTİ özgürlük mücadelesinin ilkeleriyle yeniden kurulmasını talep ediyoruz.

Ayrımcı ve mutlak ilkelere dayalı tek ve dışlayıcı bir ahlakçılık değil, kapsayıcı bir etik; kadınları bedenleri, gerçek sorunları, evlilik ve aile dışındaki kişisel ihtiyaçlarıyla özerk ve gerçek insanlar olarak kabul eden bedenlerimizin kimsenin mülkü olmadığı, cinsiyetli ve özgür varlıklar olarak saygı gördüğü, insanların cinselliklerine özgürce sahip çıktığı, üreme kararlarını kendilerinin aldığı, cinsel yönelim-kimliklerinde özgür olduğu ve bunların bağımsız bir gelirle yaşama hakkıyla tam olarak desteklendiği laik bir toplum talep ediyoruz.
Bunlar için şimdilik Diyanet’in kapatılması, Diyanet’in yetki alanına sokulan, özellikle kadınlar ve çocuklarla ilgili tüm kamusal faaliyetlerin ve kaynakların bu anlamda laikleştirilmesi ve kadın hareketinin denetimine sokulması talebi ortak bir başlangıç noktası olarak anlamlıdır.

Dosyadaki tüm yazılara ulaşmak için TIKLAYINIZ

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Feride Eralp: ‘Diyanet’in büyüyen etkisi eşitsizli...

Dosyamızın kadın hareketinin Diyanet'in dönüşümünü nasıl değerlendirdiğini ele aldığımız bölümümüzde...

TİP’li Kadınlar: ‘AKP din kartı ile seçmeni konsol...

'Diyanet’i ve gerici politikalarını teşhir etmek ve etkili bir mücadele hattı örmek mümkün' diyen Tİ...

Diyanet’in cesameti, kadınların hayatı, bizim seçe...

Sömürünün hükmü sürsün diye baskı arttıkça, yoksullar daha barınaksız, eğitimsiz, güvencesiz, gelece...