Solanla doğana aynı daldan yürür su
Gelin bu Eylül’ü yükü yalnızca bizim sırtımıza bindirip, “aynı gemideyiz” cümleleriyle kaderlerini kaderlerimizin üstüne çiziktirenlerin, karşısına dikildiğimiz bir başlangıca çevirelim...

Meşgul insanın yılbaşısıdır Eylül, zoru bilenin, zorlukla baş etme derdinde olanın yeni yılıdır... Okul başlar, iş başlar, kışlık hazırlıkları başlar, kurslar başlar, yardım için, iş için, kurs için kurum başvuruları başlar... Başlar da başlar... Yeni başlangıçlar Ocak’ta değil, Eylül’de yapılır...

Omuz üstlerini hafif hafif gıdıklayan esintileriyle, yakıcı yazın ardından tatlı serinliğin adı olurken Eylül, yeşilin ve ama sarının da renk renk, çeşit çeşididir. Aynı dalda solan yaprakla yeni doğan yaprağın yan yana olduğu canım Eylül, solanla doğanın aynı sudan beslendiğini de gösterişiyle ders verir...

Öyledir işte; solanla doğana aynı daldan yürür su. Yeniden başlayan, içinde bitenden parçalar taşır hep.

Şimdi yeniden başlıyoruz. Bu sefer belli ki zor bir sene bekliyor hepimizi. Adı henüz tam konulamamış bir krizin öngünlerinde, zaten çok da ferah fersah sürmüyorken yaşamlarımızı, daha da zor olana uyanmak an meselesi. İşimizi kaybetmek, ekmeğimizi küçültmek, çocukların boğazından geçen lokmayı saymak, alacağımız bir şeyi kırk kere düşünmek... Zor. Ama bekleniyor. Zor. Ama eğer solandan yeni doğan için bir özsu çıkarmazsak olacağı bu...

Böylesi zorluk zamanlarında hep içe bakar gözler; kafalar içe çalışır, duygular içe kapanır. Dertler büyürken bileğimizde şakırdayıp duran zorluk zincirlerinin sesinden başka ses duyulmaz olur kulaklarda. Eller hep olmayanı yetirme gayretinde çalışır. Dünya işte o küçücük “içe” sığıştıkça, dönüp duran gerçek dünyada neler olup bittiği daha az anlaşılır olur. Eğer ki solana bakıp “ah vah” etmek için değil, solanın içinde yeniden dirilene can katmak için taşıdığı özsuyla beslenmek için tutmazsak birbirimizin elini... Olacağı bu.

Gelin bu Eylül’ü umudumuzun, azmimizin, gelecek hayalimizin değil, onları solduranların solduğu bir “yeni başlangıca” çevirelim.
Gelin bu Eylül’ü yükü yalnızca bizim sırtımıza bindirip, “aynı gemideyiz” cümleleriyle kaderlerini kaderlerimizin üstüne çiziktirenlerin, bize bir tabiat kanunu gibi “tüm yükü siz çekeceksiniz” diyenlerin karşısına dikildiğimiz bir başlangıca çevirelim...

Eylül; barışın tüm dünyada kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk hep bir ağızdan söylendiği günle başlar. Ekmek ve Gül’ün bu sayısının kapağındaki umutlu cümle, Bertolt Brecht’in “Çağrı”sının son dizeleridir. Der ki Brecht o şiirinde “Bir tabiat kanunu değildir savaş, / Barışsa bir armağan gibi verilmez/ insana:/ Savaşa karşı / Barış için/ Katillerin önüne dikilmek gerek,/ ‘Hayır yaşayacağız!’ demek...”

Bir armağan gibi vermeyecekler yaşamlarımızı bize... Bize umutla, sağlıkla, güvenle, özgürce ve huzurla yaşanacak bir ömrü vaat ettikleri kadar kolaylıkla vermeyecekler. Vermezler... Barış, o yaşamı sürdürmek için olmazsa olmazlardan olduğundan esirgenir hep insanlıktan. Oysa ki düşünsek savaş geçmişte kalmış, barış ve güzellik taşıyor yaşadığımız günün her anından... Ne güzel olurdu değil mi?

Olurdu. Olur. Olmalı. Olacak.
Sen, solanda yeni doğan için bir özsu bulduğunda, dünya içe kapanmadığında, yanındaki kız kardeşinin elini tuttuğunda, dikildiğinde katillerin, vurguncuların önüne ve söylediğinde o umutlu şiirin dizelerini; olacak.

Ekmek ve Gül’ün Eylül sayısı, geleceğe baktığında sadece karışık bir tablo görenler için bir “bakma rehberi” oldu. Dört bir yanımızı kötücül analizler, dert arttıran söylemler, neyin neden olduğunu açıklamak yerine daha da kafa bulandıran cümleler sarmışken işin özüne ve çözümüne dair tartışmalar var bu sayımızda. Elbette, tarihin bizim yaşadığımız zorlu dönemlerine benzer dönemlerinde kadınların neler yaptığını, nasıl bir araya gelip, nasıl mücadele ettiklerini anlatan güzel bir tarih yazımız var. Orta sayfamızda da dünya kadınlarının barış mücadelesinin ilham verici örneklerine yer verdik. Geçmişin geleceğe açılan kapılarında bu deneyimler hepimiz için çok öğretici olacak.

10 Ekim Katliamında yitirdiğimiz Elif Kanlıoğlu’nun annesi Öznur’un mektubu ise bu deneyimlerin üstüne bugünün gerçeklerini ve barışa susamışlığımızın yalnızca bir duygu değil bir mecburiyet olduğunu da ortaya koyuyor. Bu ayın filmi ise Suriye’de devam eden savaşın ilk günlerinden bir kadın hikayesi sunan Insyriated.

Anlamak, baş etmenin, yok etmenin önemli bir aracı. Tam da bu nedenle kavram tartışmaları yapmaya çalışıyoruz dergimizde. Bu sayımızın irdelenen kavramı “homofobi”; önümüzdeki sayılarda hangi kavramlara birlikte bakalım isterseniz bize yazabilirsiniz. Kitap tanıtımımız ise şiddetin en can yakan biçimlerinden biri olan enseste ilişkin önemli bir kaynak olarak ele alınabilecek bir araştırma olan “Ailenin Karanlık Yüzü: Ensest” kitabına ilişkin.

Mektuplarımız, röportajlarımız ve Eylül’ün en önemli gündem maddelerinden biri olan eğitim sorunlarına ilişkin analiz yazılarımızla dopdolu bir dergi oldu. Solanı gören ama ondan yeni doğacak için özsu taşıyan tüm kadınların elinin altında olsun istiyoruz dergimiz.

Dergimizin neşeli kapağını Berna Yangın çizdi, yeni başlangıçlar için capcanlı hissedeceğimiz bir Eylül olsun diye rengarenk... Ona da bir teşekkür borçluyuz.

Gelecek ay görüşürüz!

İlgili haberler
Asla değersiz değiliz!

Nasıl ki artık bir kız kardeşimizin, bir çocuğun canı yandığında sesimiz daha gür, daha kalabalık, d...

Yaşamın, umudun, aydınlığın, adı barış olsun

Elbet bir gün adalet yerini bulacak. Biz kazanacağız! Vicdan ve adalet diye bağıran analarımızın, ka...

Gemi aynıysa herkes dikkatli olsun!

Elin baltasıyla ağacınızı keserseniz, hem baltadan olursunuz hem ormanınızdan. İşte ‘döviz terörü’ d...