Gemi aynıysa herkes dikkatli olsun!
Elin baltasıyla ağacınızı keserseniz, hem baltadan olursunuz hem ormanınızdan. İşte ‘döviz terörü’ dedikleri bu! ‘Biz batırdık, siz boğulun!’ diyorlar, ‘milli’ seferberliğe çağırıyorlar.

Yıl 1905. Rusya ile Japonya arasında süregiden bir savaş var. İki imparatorluk da Mançurya ve Kore’ye hakim olmak istiyor. Rus donanmasının en kıdemli, en deneyimli subayları ve askerleri Pasifik’e gönderilmiş. İmparatorluk kıyılarında en deneyimsiz subaylar kalmış, filolar kötü yönetiliyor.

Rus çarı savaşı kaybediyor; bütün fatura köylülere ve işçilere çıkarılıyor. Köylüler isyanda, işçiler grevde, askerler kazan kaldırıyor! Halklar “Rusya hapishanesi”ne karşı ayağa kalkmış ulusal haklarını talep ediyorlar.

Aylardan haziran. (Yine bir haziran!) Suya değen yüzeyinde uzunluğu 113 metre, su üstünde uzunluğu 115 metre, genişliği 22 metre civarında, 8 metreye kadar su çeken bir savaş gemisi Karadeniz’de, Ukrayna kıyılarına yakın. 18 subay, 700’ü aşkın tayfası var.
27 Haziran sabahı, tayfanın önüne çürümüş etten yapılma borş çorbası konuyor. İçinde kurtçukların yüzdüğünü gören tayfa çorbayı içmeyi reddediyor. Geminin kaptanı ve kıdemli subaylar elebaşı olarak gördükleri için infaz emri veriyor, ancak uzun süredir Karadeniz filosunda örgütlenen sosyalistlerin çağrısıyla askerler infazı gerçekleştirmiyor. Güvertede başlayan ayaklanmanın sonunda 7 subay ölüyor, geri kalanlar da gemi hapishanesinde nezaret altında alınıyor. Geminin dümeni tayfanın eline geçiyor. Bir süredir grev ve isyanların sürdüğü Ukrayna’nın liman kenti Odessa’ya kızıl bir bayrakla yanaşan gemiyi teslim almaya ya da batırmaya gönderilen üç çarlık gemisi de isyana katılıyor. Tüm Rusya donanmasını, kıyı kentlerini Çarlığa karşı ayaklandıran, nihayetinde monarşiye büyük bir darbe vurularak 1906 anayasasının hayata geçmesinde önemli bir rol oynayan bu gemideki 11 günlük isyan, daha sonra ‘devrimci bir ordunun ilk nüvesi’ olarak görülecek.

Şimdi, bundan 113 yıl önce, üstelik Türkiye’de değil başka bir memlekette, üstelik karada değil deniz üstünde gerçekleşmiş bir isyanı hatırla(t)mak neden? Nerede yaşandığından bağımsız, hangi dilde emir verildiğinden ya da hangi dilde isyan edildiğinden bağımsız... Toplumun ezenler ve ezilenler olarak bölündüğü yer herde geçerli bir hakikati hem ezenlere hem ezilenlere anımsatmak için: Fabrika patronlarının, tüccarların ve büyük toprak sahiplerinin ve de onların çıkarına ülkeyi savaşa sürükleyen Çarlığın silahlı koruyucusu o subaylar ile ezilen köylünün, sömürülen işçinin, hane içerisindeki emeği karşılıksız kalan kadınların çocukları olan o tayfa AYNI GEMİdeydiler! Potemkin Zırhlısı’ndaki bu isyan ve isyanın tetiklediği devrimci dalga, sömürenler ile sömürülenlerin aynı gemide olmasının her zaman sömürenler lehine sonuçlanmadığının en çarpıcı örneklerinden biri. Hayatın belki de en yalın, ama üzeri en çok örtülen gerçeği: Aynı gemide olsalar da en güzel yemekleri mideye indirenlerle kurtlu çorbaya talim edenin ‘gemi’si aynı değildir!

SİZİN BORÇLARINIZ DA SİLİNDİ Mİ?
Misal, Türkiye’nin en zengin aile şirketlerinden birinin, Sabancı Holding’in yöneticisi Güler Sabancı. Adanalı, 63 yaşında. Birçok ödül almış. Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneğine (TÜSİAD) üye olan (1984) ve hatta yönetim kuruluna giren ilk kadın (1987). Avrupalı sanayicilerin yuvarlak masası ERT’nin ilk ve tek kadın üyesi. Amerika’da yayınlanan en eski ekonomi dergilerinden biri olan Fortune dergisinin 2013’te yayınladığı “Dünyanın En Güçlü 50 İş Kadını” listesinde ikinci sırada. Hem kadın olup hem de iş dünyasında bu kadar başarılı olduğu için ödüle doymuyor; paraya para demiyor. Tüm bu özelliklerinin yanısıra öyle de zeki bir kadın ki! Zira, yeni ekonomi bakanı Berat Albayrak’ın sunduğu ‘Yeni Ekonomi Yaklaşımı’ modelinin derinliğini hemencecik kavrayıp, eylül ayında açıklanacak detaylara gerek duymadan Berat Bey’e tam güven notu veriyor. Neden? Çünkü Berat Bey ile arasında “vergi yapılandırması”na dayalı bir “dostluk” var. Zira, Güler Sabancı’nın 9 milyonluk vergi borcunun yüzde 92.8’i silindi. Yani Güler Hanım 9 milyon yerine 650 bin ödeyecek. Yine Sabancıların Suzan 10 milyon yerine 750 bin, Exsa Export 350 milyon yerine 14.5 milyon lira ödeyecek.

Son 10-15 yıldır, konut, araba ya da ihtiyaç kredisi çekmeyen kalmamıştır. İçinizde mutlaka üniversite okurken öğrenim kredisi çekenler de vardır. Hiç kredi çekmediyseniz kredi kartı kullanmışlığınız ve birikmiş borçlarınız mutlaka vardır. Hatta belki icra ve haciz memurlarıyla uğraşmıştır birçoğunuz. Gelir, çevre, çöp, motorlu taşıt, ıvır zıvır vergisi ödeyememiş, borçlanmışsınızdır. Yeni bir “vergi yapılandırması”nı daha geride bıraktık. Sizin borçlarınızın yüzde kaçı silindi?

Gelin çok basit bir matematik yapalım. Geçen yıl 1 Eylül’de dolar 3.45 TL, asgari ücret 1404 TL idi. Bugün dolar 6.45 kabul edelim, asgari ücret 1603 TL. Yani geçen yıl 1 Eylül’de asgari ücret 407 dolarmış, bu yıl 248 dolar! Asgari ücrete 200 lira zam yapıldığı halde, yüzde 40 değer kaybetmiş! Şimdi soralım; bugüne dek 226 lirası vergi olan ve ekim ayından itibaren ödeyeceği aylık gelir vergisi 302 liraya çıkacak olan asgari ücretli ile Güler Hanım aynı gemide mi?
Sevran Arlı, 35 yaşında, işçilerin 12 saat çalıştırıldığı Bingöl Kalehan Barajı yapımı sırasında 30 metreden düşerek can verdi. Ramazan Dağdelen, Palu-Genç-Muş demiryolu inşaatında tünel göçüğünün altında kalıp hayatını kaybetti. Samsun’da Eti Bakır İşletmesinde 300 liralık platform yapılmadığı için amonyak tankının çökmesi sonucu 6 işçi öldü. Adana Kozan’da baraj inşaatında patlayan kapak yüzünden ölen 10 işçinin 5’inin cesedi dahi bulunamadı. Liste uzar gider... Hepsi de Cengiz Holding bünyesindeki inşaat şirketinin işçileriydi. Tüm bu iş cinayetlerinde 3 kuruş kazanmak için can veren işçiler, onların ana babaları, eşleri, çocukları, 422 milyon liralık vergi borcunun tamamı silinen Cengiz İnşaat ile aynı gemide mi?!


AMERİKA’YA DİKLENMEKMİŞ, YERSENİZ!
Şimdi, dün ihalelerde rakip gibi görünen şirketler, dün meydanlarda birbirine demediğini bırakmayan AKP’si, CHP’si, MHP’si, İYİ Parti’si, hepsi yanyana arz-ı endam ediyorlar, “Aynı gemideyiz!” diyorlar. Amerika’nın ‘Yeni Türkiye’ye savaş açtığını söylüyorlar. İkinci bir ‘Kurtuluş Savaşı’ verildiğini iddia ediyorlar.
Türkiye halkları, sağcısı solcusu fark etmez, Türkiye’nin emekçileri ezelden beri Amerika’yı sevmez. İster anti emperyalist bir bilinçle olsun, ister “yurdunu sömürüp kukla gibi oynatmak isteyen gâvur bir devlete” karşı bir sezgisel bir koruma duygusu. Vietnam, Kore, Irak, Afganistan, Suriye... Türkiye emekçilerinin belleğinde Amerika’nın müdahalesinden hayır gelmeyeceği sağduyusunun yeri sağlamdır. Bu sağduyu suistimal ediliyor.
“Milli” bir yalanla “evrensel” bir gerçek gizlenmeye çalışıyor: Patronlar ve onların çıkarlarına göre devleti yöneten siyasetçiler, Türkiye’nin başta Amerika olmak üzere dış ülkelere bağımlı olmasının başlıca sorumlusudur!

Türkiye’de, fabrika, hisse senedi ya da tahvil biçiminde var olan yabancı sermaye varlığı bugün 700 milyar dolar. 2005 yılında yabancı sermaye stoku 63 milyardı. Aradaki süre boyunca sağlanan ekonomik büyüme, aslında yurt içerisinde üretilen değerdeki artışa değil, dövizin ucuz oluşuna dayanan, sanayi ve teknolojiye değil betona gömülen yatırımlarla gerçekleşti. Türkiye, kazancı düşük pistonlu motor, işlenmemiş alaşımsız metaller, tişört gömlek pantalon, az biraz fındık ihraç ederken (ki fındığın 5 dolardan 2 dolara düştüğünü iliştirelim); fabrikalardaki yüksek teknolojili makinaları, otomasyon ve dijital sistemlerini, tarımda gübresini, tohumunu, zirai ilaçlarını, mazotunu ithal eder hale geldi.

‘Yeni Türkiye’de imalat sanayi ve tarımın hammaddelerinin, ara mallarının ve teknolojisinin yüzde 70’i ithal.
Daha da önemlisi son 16 yılda büyüyen ne kadar şirket varsa yabancı sermaye ortaklığıyla büyüdü. Örneğin, Cengiz İnşaat, Avusturya sermayelidir. Sabancı Holding’in yüzde 50-50 ortaklıklarının büyük bir kısmı Güler Hanım’ın liderliğinde gerçekleşmiştir, birçok Avrupa ülkesinden sermaye girişi sağlanmıştır.
16 yıldır bütün devlet ihaleleri döviz üzerinden açılmış, yabancı ve yerli bütün sermaye gruplarına teminatlar, gelir garantileri döviz üzerinden verilmiş.

Kısacası, ucuz mal ihraç edip bol bol yabancı sermaye ithal eden memleketimizde ekonomi tamamen dövize bağımlı hale getirilmiş. Amerika’da kıpırdayan doların Türkiye’de fırtınaya dönüşüp gemi batırması da bundan. Dövize karşı bu kadar savunmasız kılınan her ekonominin varacağı yer burası olur, oldu ve oluyor da. Elin baltasıyla ağacınızı keserseniz, hem baltadan olursunuz hem ormanınızdan. İşte “döviz terörü” dedikleri bu! “Biz batırdık, siz boğulun!” diyorlar, “milli” seferberliğe çağırıyorlar.

NE ZAMAN BİRİ ‘MİLLİ’ DESE...
Şimdi hafızalarımızı bir yoklasak, “milli birlik”, “milli seferberlik”, “milli şuur”, “milli ruh”, şimdi de “milli para”... 16 yıldır az mı duyduk milli lafını. Milli dediler; yoksulluğa dayanın dediler. Milli dediler; asgari ücrete bu kadar zam, azla geçinin dediler. Milli dediler, hak aramayın grev yasak dediler. Milli dediler, devlet elinde ölen çocuklarının kemiklerini isteyen Cumartesi Anneleri’ni dövdüler. Milli dediler, sınırın ötesine savaş açıp çocuklarımızı gönderdiler!
Dün “vatan, millet, sakarya” diyerek sınırın ötesine gönderilen, savaşta ölen askerler ne için öldüler? “50 küsur şehit verdik, Türk müteahhitlere ihale kazandık” diyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in ailesinin şirketi Süleymaniye Havaalanı inşaatından milyonlarca dolar kazansın diye! Ne zaman biri “milli” dese, yoksul çocukları “şehit” oluyor, ihale vakti gelince şehitler küsurata dönüşüyor!
Önce anneler annelere sorsun; herkes bir yana, önce kadınlar kadınlarla konuşsun: Ölen evladına “küsurat” gözüyle bakanlarla aynı gemide miyiz?

MİLLİ YOKSULLUK MU? SINIF MÜCADELESİ Mİ?
Her milli denildiğinde, rızıktan ve candan fedakarlık yapmaya devam edecek miyiz? Sanayi üretimi azalıyor, iç ve dış pazarlar daralıyor. Üst üste zamlar, vergiler artacak... Kredi kartları harcamaları kısıtlanacak, “kazandığından çok tüketme” devri bitiyor. Ücretler eriyecek, reel ücretlerle birlikte alım gücü düşecek. Kadının evdeki yükü katlanacak ama çuvalla un alınsa, paket paket makarna istiflense, kiloyla salça hazırlanıp, kavanoz kavanoz konserve dizilse, bir bostan sebze kurutup kilere konsa da bertaraf edilemeyecek bir yoksulluk kapıda. Yaklaşan yoksulluğa da “milli” mi diyeceğiz? Milli yoksulluk deyip razı mı geleceğiz?

Şimdiden birçok şirketin kapanacağı, daralmaya gideceği, iflas edeceği belli. İşsizlik kapıda. Birçok yerde ilk önce kadınlar işten çıkarılıyor, çıkarılacak. Ya da bazı sektörlerde özellikle kadınlar işe alınıyor, alınacak. Sigortasız ve daha düşük ücretlerde çalıştırılıyorlar çünkü. Milli işsizlik, milli güvencesizlik deyip sineye mi çekeceğiz?

Eğitim ve sağlık masrafları arşa vardığında, döviz artışı yüzünden ilaçlarını alamayan kanser hastamız öldüğünde, ölene “milli para şehidi”, ölüme “milli tecelli” mi diyeceğiz?
Kısacası, biz patronların dümeninde su alan bu “milli gemi” batarken boğulacak mıyız, yoksa millet, din, dil gözetmeksizin üretenler ve üretirken sömürülenler olarak, yani bir sınıf olarak geminin dümenini ele mi alacağız?

1905 Potemkin Zırhlısı Ayaklanması’ndan bir bildiriyi buraya bırakalım; aynı gemideysek herkes bir okusun:
“Tüm yurttaşlara ve emekçi halka! Otokrat hükümetin suçları tüm sabrımızı tüketti. Haksızlık karşısında öfkeyle yanan tüm Rusya haykırıyor: Kahrolsun esaretin zincirleri! Hükümet tüm ülkeyi kanda boğmak istiyor ama aklında tutmadığı bir şey var. Bütün askeri birlikler ezilen halkın evlatlarından oluşuyor. Potemkin tayfası ilk kararlı adımı atmış bulunmaktadır. Halkın celladı olmayı reddediyoruz. Sloganımız, ‘Ya tüm Rusya halkına özgürlük ya da ölüm!’ Talebimiz, savaşa bir son verilmesi ve derhal genel oy hakkı temelinde kurucu bir meclisin toplanmasıdır. İşte, sonuna kadar savaşacağımız amaç budur: Zafer ya da ölüm! Tüm özgür insanlar, tüm işçiler özgürlük ve barış mücadelesinde bizden yana olacaklardır. Kahrolsun otokrasi! Yaşasın kurucu meclis!”

İlgili haberler
Kadınların krizi derinleşiyor

Ekonomideki hareketlilik kadınları nasıl etkiliyor? Nasıl bir çözüm, nasıl bir talep ortaya koyulmal...

Fiyatlar pahalı ama sor bakalım neden!

Pazarda herkes fiyatları yüksek buluyor ama pahalılığın nedenleri konusunda fikirler farklı. Ekonomi...

Krizin faturasını işçilere kesmeye çalışanlara cev...

Bu zor zamanların faturasını işçilere ödetmek isteyen sermaye ve onun sözcülerinin işi bu defa zor g...