O çocuk ellerde oyuncak olmalı, gelin kınası değil
Yatılı bir kız lisesinde öğretmenlik yapan Berrin, öğrencisi Yüksel’in yaşadıkları üzerinden anlatıyor yoksul kız çocuklarına dayatılan karanlığı…

“Keşke her hayalimiz gerçekleşseydi hocam, şimdi bu durumlarda olmazdık.”

“Gelemiyorum hocam. “

“Hem devamsızlıktan kaldım. Çalışıyorum. Aileme bakmak zorundayım…”

“Elimden gelen bir şey yok hocam. Ben de çalışmazsam kim bakacak onlara?”

“Hepinizi özledim.”

“Şimdi işten dönüyorum, birazdan sizleri görmeye gelirim.”

“İnşallah.”

Bu cümleler, sabahın 9’ unda yazılmış mesajlardan. Yüksel’e ait. Hani daha önce anlattığım öğrencim Yüksel. Hani şu güneş yanığı esmer yüzündeki o kapkara gözleriyle utanarak bana bakan; yara bere içindeki ellerini ve siyahlaşmış tırnaklarını gizlemeye çalışan Yüksel. “Ben çalışmazsam aileme kim bakacak?” diyen Yüksel.

Yaklaşık 2 aydır okula gelmiyor Yüksel. Karnesini bile almaya gelmedi. Bugün, bu mesajı yazdıktan birkaç saat sonra okuldaydı. Ben bahçedeyken geldi, sessizce yanıma oturdu. Yüzüne baktım, gözlerinin içine. Hiçbir şey diyemedim. Demeye utandım. Bir şey soramadım. Sormaya utandım. Sorularımız gibi cevaplarımızı da içimize attık sarıldık. Nasıl anlatmalı? Üzerinden saatler geçmesine rağmen Yüksel’in bana sımsıkı sarılışını; kollarının, ellerinin baskısını hâlâ hissedebiliyorum. İlk defa kendimi bu kadar çaresiz hissettim. Bu çocuğu bu duruma mecbur bırakan şartlara öfkeliydim, öfkemden ağladım. 3 yıl önce pansiyona adım attığından beri özel bir bağ kurduğum bir öğrencimdi. Sevgimden ağladım. Ama en çok da çaresiz kalışıma ağladım.

4 kardeşler. Yüksel, ortanca çocuk. İşe gidebilecek, eve ekmek getirebilecek tek kişi. “Tek bildiğim iş, bahçeye ve tarlaya gitmek hocam” diyor. “Küçüklüğümden beri hep bahçeye giderim ben. Çoğu zaman, akşamdan gideriz, sabah döneriz işten. Bugün de öyle oldu, hocam. Dönerken yolda sizin paylaşımınızı gördüm, size yazmak istedim.”

Paylaşım dediği, Sıla Şentürk’le ilgiliydi. “16 yaşındaki bir çocuk nişanlanmaz, 16 yaşındaki bir çocuk okula gider, hayal kurar, dans eder, şarkı söyler” dediğimiz mesaj. Kendini görmüş o mesajda besbelli. Hayalleri yarım kalan, aslında hayal bile kuramayan, dans nedir bilmeyen bir çocuk Yüksel. Bu durumda olan sadece Yüksel değil ki bu ülkede. Çocuk yaşında okulundan alınıp işe verilenler, zorla evlendirilenler o kadar çok ki. Çocuklar ağlıyor bu memlekette, çocuklar ölüyor. Hayalleri, sevinçleri, hayatları alınıyor ellerinden. Geriye, ortalıkta hayalet gibi dolaşan çocuklar kalıyor.

Şimdi, kendi kendime söylenip duruyorum. Çocuk gitti okuldan. Elimizden uçtu. Bense çaresizce arkasından bakıyorum. Aklımda hep şu soru: Nasıl yapmalı?

BUNCA EŞİTSİZLİKTE KALDIRILAN SINAV BARAJI KİME YARAYACAK?
Öğrencilerimin çoğu, hafta sonlarında ve yaz tatillerinde çalışırlar. Pazartesi genelde ya uykusuz ya da yorgun olurlar. Onları her fırsatta başlarını, katlayıp yastık yaptıkları montlarına koyarken buluruz. Derse başlamadan önce sohbet ederiz. Hangi şartlarda çalıştıklarını, ne ücret aldıklarını biliriz. Gelecekle ilgili ne düşündüklerini sorduğumda, çoğunun bir cevabı yoktur. Aslında durumlarının bilincindeler. Eşit, nitelikli bir eğitim alamadıklarının ve bu şekilde üniversiteyi kazanmak gibi şanslarının olmadığının öfkesini ve üzüntüsünü yaşıyorlar. Gençler, ülkenin kendileri için olumlu bir gelecek hazırlamadığının çok farkında. Son günlerdeki konuşmalarımız, üniversite sınavındaki barajın kaldırılmasıyla ilgili. 9. sınıflar, olayın tam anlamamışlar. İçlerinde sevinenler çok. Ancak, üst sınıflarda durum farklı. Barajın kalkmasının bir şeyi değiştirmeyeceğini, sınavın içeriğinin aynı olduğunu biliyorlar. Yazılı ve görsel medyada müjde olarak duyurulan olay, tamamen umut sömürüsünden başka bir şey değildir. Üniversiteye yerleşme sürecinin uzun, zor ve paralı olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Başarısızlığı örtbas etmek için barajı tamamen kaldırdılar. Sadece tabela değiştirerek anadolu lisesi olunamadığı yıllar içinde nasıl ki anlaşıldı, bu durumun da sonunun hüsran olacağı anlaşılacaktır. Her şeyden önce unutulmamalıdır ki, ortada bir sınav varsa o sınavın getireceği bir eleme sistemi de olacaktır. Adı baraj olsun ya da olmasın, sınav sisteminin doğal sonucudur bu. Böyle bir ortamda veliler, yine etütlere ve özel derslere para akıtacaklardır. Bu şartlarda, herhangi bir liseye devam eden yoksul çocukların hiçbir şansı yine olmayacak; söz konusu değişiklik, ekonomik seviyesi yüksek ailelerin çocuklarına fırsat tanıyacaktır. Yüksel ve Yüksel gibi eğitim hakkı ellerinden alınmış çocukların önlerindeki barajları ne yapacaklar? Görünen o ki, yine hiçbir şey. Önümüzde dağ gibi duran bu sorunları çözmek için, önce taleplerimizi ortaya koymalıyız değil mi? Güvenli bir ev ve güvenli bir toplumda gelecek kaygısı taşımadan yaşamalılar her şeyden önce. Eğitimin her aşamasına yayılmış, başarının tek göstergesi sayılan sınavlar kaldırılmalı. Bu çocuklar; parasız, nitelikli ve kesintisiz bir temel eğitim almalı. O minik elleri kalem tutmalı, bahçe makası değil. O küçücük parmaklar kitap sayfası çevirmeli tornavida değil. Tek dertleri kağıttan uçaklarını uçuramamak olmalı mesela. O çocuk ellerde oyuncak olmalı, gelin kınası değil.

Bu olumsuzlukları değiştirecek olan güç de bizde, çare de bizde. Yeter ki gücümüze ve haklılığımıza inanalım. Karartılmak istenen hepimizin geleceği, izin vermeyelim. Aydınlık yarınlar için sesimizi, gücümüzü birleştirmekten başka bir çözümümüz var mı? Çocuklarımız için çocuklar gibi haykıralım haydi: Biz bu hayatı böyle yaşamak istemiyoruz, diye.

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
Gelecek bizimle değişecek!

Kapitalist barbarlığa, aile, devlet, tarikat iş birliğiyle hayatlarımızı karartan ittifaka karşı eme...

Hayır, kontrol bizde!

Şubat ayı işçi direnişlerinin ardı arkasının kesilmediği, birbirinden öğrendiği ve biriktirdiği bir...

‘İki sağlık çalışanıyız iki çocuğun ihtiyaçlarına...

Faturalar, çocukların ihtiyaçları, mutfak, kira derken Sema’ya bir dokunduk bin ah işittik. Her şeye...