İşçiyi işçiye işçiyle anlatan bir film: Toprağın tuzu
Maden işçisi eşi Esperanza’nın anlatıcısı olduğu film, Meksika kökenli işçilerin beyaz işçilerle eşit haklara sahip olmak ve iş güvenliği gibi taleplerle ilan ettiği, aylar boyu süren grevi anlatıyor.

Başlangıcı olmayan bir hikâyeye nasıl başlanılır? Esperanza’nın izleyiciye sorduğu bu retorik soruyla açılıyor Salt of the Earth (Toprağın Tuzu). İç içe geçmiş ezilme biçimlerinin, farklı baskı türlerinin ve sömürünün nerede ve ne zaman ortaya çıktığını anlatmaya başlayacağımız bir sıfır noktası olmadığı doğru. Ama tüm bunların birbirini nasıl etkilediği, günlük hayatta nasıl ilişkilenmelere yol açtığı ve türlü ayrımcılığa sebep olan farklı baskı türleri ile mücadele etmek için nasıl bir yol haritası edinmemiz gerektiği konusunda küçük ölçekli, oldukça sade ve etkileyici bir anlatı sunuyor Toprağın Tuzu. Bir maden işçisinin eşi olan Esperanza’nın anlatıcısı olduğu 1954 yapımı film, Meksika kökenli işçilerin beyaz işçilerle eşit haklara sahip olmak ve iş güvenliği gibi taleplerle ilan ettiği ve aylar boyu devam eden grev sürecini anlatıyor. Esperanza grev tartışmalarının başladığı günü “sonun başlangıcı” diyerek tanımlıyor ve kendi için kutsal bir gün olarak addediyor. Çünkü tüm bu grev süreci aynı zamanda başta Esperanza’yı ve tüm kadınların madenci olan eşleriyle olan ilişkilerini de dönüştüren bir okul görevi görüyor.

Filmde gördüğümüz grev, 1950 yılında başlayıp yaklaşık 18 ay boyunca süren gerçek bir grevin kurgusal bir versiyonu aslında. Karakterleri canlandıranların çoğunluğu ise profesyonel oyunculardan değil filmin baz aldığı grevdeki maden işçilerinden veya onların ailelerinden oluşuyor. Senaryosu dahi halka açık toplantılarda tartışmaya açılan bu bağımsız yapımın yönetmeni Herbert J. Biberman ve senaristi Micheal Wilson’a göre bu film, “işçiyi, işçiye, işçiyle” anlatan bir film. Yönetmeninden senaristine filme katkı sunanlar, McCarthy döneminde Amerikan karşıtı faaliyetler yapmakla, yani komünizm propagandası yapmakla suçlanarak daha önce Hollywood kara listesinde yerini almış “yasaklı” isimlerden oluşuyor. Bu ambargo daha sonra filmin de “tehlikeli” bulunup gösterime girememesine kadar uzanırken çekim esnasında da ekip türlü tehdit ve saldırılara maruz kalarak filmi güçlükle tamamlamış.

EŞİTSİZLİKLERE KARŞI MÜCADELE SINIF MÜCADELESİYLE BİRLEŞİNCE

Amerika Birleşik Devletleri’nin New Mexico eyaletinin eski ve gerçek adıyla San Marcos, beyazlar tarafından değiştirilen adıyla Zinctown kasabasını anlatmakla başlar Esperanza (İspanyolca’da Umut anlamına geliyor). En başta kendisine ve kendisi gibilere ait olan bu el konulmuş toprakları anlatırken şöyle der: Ev bize ait değil ama çiçekler bizim. Yoksulluk içinde çocukların bakım yükünü ve ev içi işlerin sorumluluğunu üstlenen Esperanza’nın isim gününden dileği hamile olduğu üçüncü çocuğunun dünyaya gelmemesi olur. Hemen ardından pişman olup kendini kötü hissetse de kadınların içine itildiği zorunlu koşullarda aklından geçenlerin “kutsal anneliğe” rağmen sesli olarak dile getirilmesi zamanının ilerisinde bir film yapıyor Toprağın Tuzu’nu. Maden işçilerinin durumunu ise Esperanza’nın eşi Ramon iş yerindeki yöneticiyi kastederek söylediği “O maden çıkarmak istiyor, biz dışarıya canlı çıkmak istiyoruz” cümlesiyle özetler. Yeni bir iş kazasının yaşanmasıyla ateşlenen grev boyunca madenciler yalnızca şirketle değil patronlarının çıkarlarını koruyan polisle de defalarca karşı karşıya gelir. Bu sırada madencilerinin eşleri, grevin taleplerinden birinin temiz ve sıcak su tesisatı kurulması olması gerektiğini söyler fakat daha öncelikli talepler olduğu gerekçesiyle başta pek kulak asılmaz; kadınların grevin doğrudan birer parçası olma ısrarları ise çoğunluk tarafından doğru bulunmaz ve kabul görmez. Fakat zaman ilerledikçe ve işçilere dönük saldırılar arttıkça kadınların grevi devralması bir nevi zorunlu hale gelir. Siyasal birer aktör olarak grev sahnesine çıkan kadınlar bu süreci oldukça başarılı yönetmekle kalmaz, aile içindeki iş bölümünü de tam tersine çevirir.

Toprağın Tuzu, kadınlar üzerindeki baskıyı da ezilen uluslar üzerindeki baskıyı da sömürü sisteminin eşitsiz güç ilişkilerinin bir parçası olarak ele alırken, tüm bu eşitsizliklere karşı yürütülecek mücadeleyi de bir grev örneği üzerinden sınıf mücadelesinin ortasına yerleştiriyor. Zaman geçtikçe Meksika kökenli işçilerin eşitsizliği yaratanın beyaz işçilerin varlığının değil patron olduğunun farkına varmaları, Ramon’un Esperanza ile eşitler hukuku kurarak birlikte mücadele etmenin doğru olduğuna ikna olduğu anda nihayet grevin başarıyla sonuçlanmasını sağlaması buna birer örnek.

Esperanza en sonunda kendilerinin kimsenin geri alamayacağı bir şey kazandıklarına ve bunun çocuklarına miras kalacağına inandığını söylüyor. Ve öyle de oluyor.

Fotoğraf: Film afişi