Ekmek ve gül için, insanca bir yaşam için kadınlar 1 Mayıs’a
Yeni baharların umudu yeşeriyor. Bu umutla gidiyoruz 1 Mayıs’a. Hırs ve kâr uğruna günden güne soframızı boşaltanlara karşı gidiyoruz...
İNSANCA YAŞAM; İNSANCA BARINABİLMEK DEMEKTİR!

Son birkaç yıldır tüm tüketim maddelerine zam geldiği gibi, ev kiralarında da sürekli artış yaşanıyor. Gerçek enflasyonun önlenemeyen artışı yüzünden pek çok ev sahibi daha kira zam dönemi gelmeden zam yapıyor, kiracıları anlaşarak ya da zorla çıkarıyor. Sanki yeterli sayıda konut yokmuş gibi spekülasyonlar yapılıyor. Oysa sadece İstanbul’daki boş konut sayısı 1 milyon 800 binin üzerinde. Üstelik ister ev sahibi olalım ister kiracı binalarımızın ne kadarın deprem dirençli, bilinmiyor.

Biz diyoruz ki; sağlıklı, deprem dirençli ve güvenlikli konutlarda parasız barınmak her yurttaşın hakkı! Kadına yönelik şiddetin, ayrımcılığın ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü bu toplumda evsiz kalma korkusu altında yaşamak istemiyorsak insanca barınma hakkımız için mücadele etmeliyiz!

İNSANCA YAŞAM; GÜVENCELİ ÇALIŞMA DEMEKTİR!

Özellikle son 20 yıldır bir fikir pompalanıyor topluma; “Esnek çalışma en çok kadınlara yarıyor” diyorlar. Çocuklara kreş açmamak için hem işverenler hem de devlet yetkilileri “ev ve iş yaşamının uyumu” diye yutturmaya çalışıyorlar bu yalanı. Bir yandan patrona kâr üretirken diğer yandan da devletin ücretsiz sağlaması gereken eğitim, sağlık ve bakım hizmetini de kadınların sırtına yıkıyorlar. Ne demek esnek çalışma? En iyi pandemi zamanında görmedik mi? Yarı zamanlı çalışma dediler, tam zamanlı çalıştırıp yarı ücret verdiler. Evden çalışma dediler, bir iş günü içindeki tüm maliyetleri çalışanın üstüne yıktılar, gecemizi gündüzümüze katıp çalıştırdılar. Hak aramaya kalktık; bir baktık ki ana şirketin değil, taşeronun işçisi görünüyormuşuz. Kiralık çalıştırdılar, kadrolunun işini yaptırdılar. Sözleşmeli personel yaptılar, her sözleşme süresi bitiminde ya yenilemezlerse diye tüm koşulları kabul ettirdiler. Üstelik kadrolu-sözleşmeli diye böldükleri insanların sendikalaşmasına da engel oldular.

Biz diyoruz ki; tüm emekçiler için, özellikle de kadınlar için, esnek çalışmanın her türlüsü yasaklanmalıdır. Kadınlar için en iyi çalışma, kurallı, düzenli, güvenceli çalışmadır. Kadınlar için en iyi çalışma sendikalarında örgütlü oldukları, sendika komitelerinde söz, yetki ve denetim sahibi oldukları çalışmadır.


İNSANCA YAŞAM; KENDİNE AİT BOŞ ZAMAN DEMEKTİR!

Bundan 150 yıl önce işçiler 12 ila 16 saat değişen sürelerde çalışıyorlardı. 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma günü de bu çalışma sürelerinin insani düzeylere çekilmesi için yürütülen mücadelelerin sonunda ortaya çıktı. Dünyanın pek çok yerinde işçiler, “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse” diyerek grevlere gittiler. Bugün pek çok ülkenin yasalarında ortalama 8 saatle sınırlı bir iş günü varsa bu mücadele sayesinde.

Ancak en iyi biz kadınlar biliriz, yasalarla gerçekler arasındaki makası. Çünkü o makası hep biz fazladan emeğimizle, angaryalar üstlenerek kapatmak zorunda bırakılırız. Çünkü günde en az 8 saat işyerinde çalıştıktan sonra bir de evdeki işleri üstlenmek zorunda bırakılan biziz! Oysa 21. yüzyılda insanlığın eriştiği teknoloji 8 saatten bile daha kısa çalışmamıza, ev işlerine daha az zaman ayırmamıza elverecek düzeyde. Ne var ki o teknoloji insanlık için, kadınların yükünü bertaraf etmek için kullanılmıyor, patronların elinde bizi işsiz bırakacak bir silaha dönüşüyor.

Bir diyoruz ki; bugün insanca bir iş günü tarif edeceksek günde 7 saati, haftada 35 saati geçmemeli. Haftanın 2 günü, bir yılın 30 ila 40 günü kesintisiz dinlenme süresi olmalı. Kadınlar günde 7 saat çalışmalı, bakım hizmetini devlet sunmalı, ev işleri o evde yaşayan herkesle eşit paylaşılmalı ve kadınların kendilerine ait bir zamanları olmalı! Canımız ne isterse onu yapabileceğimiz bir zaman!

İNSANCA YAŞAM; BORÇSUZ, KREDİSİZ, DERTSİZ GEÇİNEBİLMEK DEMEKTİR!

Diyeceksiniz ki, “Fazla mesai ücretleri olmasa biz nasıl geçineceğiz?” Evet, bugün çıplak ücretlerle geçinmek bir hayal gibi. Ama mesailer eklenenince de geçinebiliyor muyuz ki? Haklısınız; biz emekçilerin, emekçi kadınların her talebi birbirine bağlı. Kimseye borçlanmadan, kredi kartlarına abanmadan, bakkala veresiye yazdırmadan, evde kavga çıkmadan geçinebileceğimiz bir ücret almaksızın insanca yaşamamız mümkün değil. TÜRK-İş daha yeni açıkladı; bir hanenin açlık sınırı 9 bin 590, yoksulluk sınırı 31 bin 241 lira olmuş. Asgari ücretse 8 bin 500 lira, açlık sınırının altında!

Biz diyoruz ki; hiçbir ücret yoksulluk sınırının altında kalmasın! Performansmış, sayı hedefiymiş, gözümüzün üstünde kaşımız varmış, kimse bizim ücretimizden tek bir kuruş bile kesemesin! Aldığımız ücret sadece temel ihtiyaçlarımıza değil, ruhsal ve sosyal ihtiyaçlarımıza da, kendimize ait zamanımıza da yetsin!

İNSANCA YAŞAM; İŞYERİNDE ENDİŞE DUYMADAN ÇALIŞABİLMEKTİR!

Ücretimizin üstüne üç beş daha koyalım derken mesailere kaldığımız, uyumadığımız her an ya işte çalışıyor ya da evde emek veriyor olduğumuz bu hayatta bir de iş başındayken baskının her türlüsüne maruz kalıyoruz.

Bir diyoruz ki; emekçiler üzerindeki üretim, performans ve insani sınırlara uymayan her türlü üretim baskısı, mobbing, küfür ve hakaret kabul edilemez bir suçtur. Bunların soruşturulması için cinsiyete dayalı eşit temsilin sağlandığı işyeri disiplin kurulları oluşturulmalıdır. Kadınların maruz bırakıldığı mobbing, şiddet, taciz ve küçümsemeler ise daha ağır bir suçtur. İşyerinde taciz ve cinsiyete dayalı baskılara karşı özel önlemler alınmalı, özel olarak kadın müfettiş talebini içerecek şekilde iş müfettişleri çağırma ve iş mahkemelerine başvurma hakkımız olmalıdır!


İNSANCA YAŞAM; ANNE OLSAK DA OLMASAK DA HAYATA EŞİT KATILABİLMEK DEMEKTİR!

Neler duymadı ki bu kulaklar son 20 yılda. Kadın erkek eşit olamazmış; anne olmayan kadın eksik, yarım insanmış. Anne olunca da boş laf dışında hiçbir esameleri okunmadı. Gördük; deprem bölgesinde 226 bin gebe kadın yaşıyordu; üstelik 25 bini ilk ay doğum yapacaktı. Ne oldu o kadınlara? Bu memlekette anne olmak demek neredeyse istihdam dışına düşmekle eş anlamlı hale geldi. “Çocuk filanca yaşa kadar büyüsün, sonra işe başlarım” diyen kadınların tekrar çalışma yaşamına dönmeleri imkânsız gibi bir şey. Böyle olunca da kadının ev içinde erkeğe bağımlılığı arttı. Şiddet ya da herhangi bir geçimsizlik durumunda boşanmak istediğinde kadının hiçbir ekonomik dayanağı olamıyor. Asıl yarımlık, asıl eşitsizlik işte kadınları bu duruma düşüren sistemde.

Biz diyoruz ki; çocuk, yaşlı, hasta bakımı, kadını istihdamdan ve kamusal yaşamdan koparan ne kadar ev içi angarya varsa hepsinin kamusal bir iş olduğu kabul edilsin. Yani bunlar sadece kadınların değil, tüm toplumun sorumluluğu altına girsin. Doğum öncesi kadına 2 ay ücretli izin verilsin. Ama doğum sonrasında, bugün sadece kadına verilen ve yetmeyen, dolayısıyla kadınların ücretlerinden feragat ederek çocuklarına bakmak için aldıkları ücretsiz izin sistemi kaldırılsın. Doğum sonrasında, doğum yapan kadına ve eşine altışar ay devredilemez, ücretli ebeveyn izni verilsin. Kadınları babalara, abilere ve kocalarına bağımlı kılan “onun üzerinden bakılma” devri bitsin, kadını birey olarak hak sahibi kılan bir sosyal güvenlik sistemine geçilsin.

Ancak bu da yeterli değil.

Biz diyoruz ki; işyerindeki kadın sayısına göre değil, tüm çalışanların sayısına göre her işyerine ücretsiz kreş ve emzirme odası açılsın. Semtlerde ve köylerde ücretsiz, nitelikli, yaygın ve gerekirse mobil çocuk bakım yuvaları açılsın.

Yaşlı, engelli ve hastaların sağlığından ve bakımdan da otomatik olarak biz kadınlar sorumlu tutuyoruz. Koskoca devletin yapacağı işi bir başımıza bize yüklüyorlar. Bir de kendi adımıza, bağımsızca bir işe kalkıştığımızda “kadın başına” diye başlayıp engelliyorlar.

Biz diyoruz ki; yaşlı, engelli ve hasta bakımı uzmanlık gerektiren kamusal bir hizmettir. Ancak bu şekilde kişinin onurunu zedelemeden yürütülebilir. Bu yüzden her semtte ve köyde sosyalleşme olanaklarıyla birlikte bakım evleri kurulsun.

İNSANCA YAŞAM; ÜCRETSİZ, NİTELİKLİ VE HER AN ERİŞİLEBİLİR SAĞLIK HİZMETİ DEMEKTİR!

Bugün bir borç kalemini daha azaltabilmek için, her gün fırlayan fiyatlara yetişebilmek için adeta bedenimizi çürütüyoruz işyerlerinde. Boyun, bel fıtığından, üriner sistem bozukluklarına, işitme kaybından doğurganlık kaybına pek çok şekilde bedenimiz onulmaz hasarlar alıyor. Sonra da yalvar yakar izin alarak, piyango usulü MHRS randevusu bularak bir doktor yüzü görmeye çalışıyoruz.

Biz diyoruz ki; yaka rengi ya da cinsiyeti fark etmez; 50’den fazla emekçinin çalıştığı her işyerinde hekim istihdam edilmelidir. Sanayi bölgelerinde hastaneler kurulmalı, içlerinde mutlaka ama mutlaka acil travma cerrahisi, meslek hastalığı ve kadın sağlığı birimleri olmalıdır. Bugün hastayı müşteri gibi gören sağlık “sektörü” anlayışı derhal terk edilmeli; hasta olduktan sonra tedavi odaklı değil, hasta olmadan koruyucu sağlık hizmeti anlayışı benimsenmelidir. İşyerlerinde, mahallelerde, köylerde kadın sağlığı taramaları yapılmalı, rahim ağzı, meme, yumurtalık kanseri ve benzeri hastalıklardan kaynaklı önlenebilir tüm ölümler erken teşhis edilerek önlenmelidir.

İNSANCA YAŞAM; EVDE, SOKAKTA ÖZGÜRCE DOLAŞABİLMEKTİR!

Bu ülkede 42 milyonun üzerinde kadın ve kız çocuğu yaşıyor. Ekonomik geçim zorlaştıkça, bireysel silahlanma yaygınlaştıkça ya da deprem gibi doğal bir afet yaşandığında, kadınların sorumluluğu olmayan her olay kadınlara şiddet olarak tahvil ediliyor. Türkiye’de her gün onlarca kadın öldürülüyor, bunların sadece birkaç tanesi basına yansıyor. Fiziksel, psikolojik, ekonomik ya da cinsel, her gün şiddetin bir türüne maruz bırakılan kadın sayısını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. TÜİK olunsa yeter. Ama şimdilik bizim vergilerimizden kaynak verilen Türkiye İstatistik Kurumu’nun siyasi iktidar dışında kimseye hizmet edesi yok. O zaman iş bize düşüyor. Hanemize bakalım, komşumuza, mahallemizdeki kadınlara, iş yerindeki arkadaşlarımıza. En az bir azar, bir baskı, bir kıskançlık, bir kısıtlama, bir taciz, bir mobbing hikayesinin geçmediği bir gün var mı? Bu insanca bir yaşam mı? Kesinlikle hayır.

Biz diyoruz ki; kadınlar ve LGBTİ’ler istedikleri her yerde istedikleri her an, saldırılma korkusu olmaksızın var olabilmelidir. Şiddetin sonuçlarıyla bile göstermelik sosyal politikalarla ilgileniyor pozu veren mevcut anlayış derhal bertaraf edilmelidir. Şiddeti doğuran her türlü sorun, başta cinsiyet eşitsizliği ortadan kaldırılmalıdır.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül