“Önemli olan çabuk verilen yanıtın çarpıcılığı değil, sorumluluğunu arayan sözün derinlik kazanmasıdır.”
Elias Canetti, “Konuşmalarıyla Konfüçyüs”, Sözcüklerin Bilinci
“Buyurun oturun” dedim yanımda dikilen yaklaşık ben yaşlardaki kadına. “İnecek misiniz” dedi. “Yok, daha inmeme var ama ben yeterince oturdum, biraz da siz oturun.” Şaşkınlığı bariz, mütereddit bir tavırla yine de oturdu. Benimle aynı ücreti vermiş olmasına rağmen sadece bir sonraki durakta bindiği için ayaktaydı.
Kendimi bildim bileli böylesi durumlarda kaybeden değil kazanan tarafta da olsam içimde büyüyen rahatsızlığı ve haksızlık duygusunu fark eder ve biraz da hayret ederim. Ayakta olanın öfkesini anlamak mümkünken, oturan biri olarak yine de durumun haksızlığına tahammül edemememde bir enteresanlık var mı? Niye “Yemek buldun ye, dayak buldun kaç” öğretisinde kalamayıp dayak aranıyorum?
Dokuzuncu sınıflarda antik Yunan reformcularını anlatıyorum. Artık derslerde biraz da aynı şeyleri tekrar etmemek adına değişik kaynaklardan hikâye ararken Solon’la ilgili bir paragrafa gözüm takılıyor. Şöyle demiş bir yerde:
“Haksızlığa uğramayanlar da uğrayanlar kadar öfke duydukları zaman, haksızlık ortadan kalkacaktır.”
Haksızlığa uğrayan kadar öfke duyup duyamayacağımızı bilmiyorum ama kayıtsız kalamadığımız bir gerçek. Benim sesim yüksek çıkmaz, bağırmam, kısa vadede bir şey yapmıyormuş gibi bile görünebilirim. Zamanı mayalamaya çalışıyorum kendimce. Yazarken bu tutumumu rasyonelize etmek için mi böyle yazıyorum diye kendi kendime sorduğumda yanıta üzülmüyorum. Pankart açıp meydanları dolduran insanların acil enerjisi kadar zamana yayılan istikrarlı çabanın ve iradenin de gerekli olduğunu biliyorum. İhraç edilenin, kadının, hayvanın, düşük koşullarda var olmaya çabalayanın farkında olup bu haksızlığı dönüştürmeye çalışan pek çok insan var.
Kızımın okuduğu kitabın yazarına sarılmak istedim geçen gün. Okuyup çok sevmiş ve bana da okumak istemişti. Asla didaktik olmayan, tatlı ve macera dolu bir hikayenin içine insana dair ne çok naif ayrıntıyı dantel gibi işlemişti. Onun, on küsur yaşında küçük kızımın içine bir evren mayaladığını görünce aklıma geldi bunlar. Bir yavaş devrimci gibi.
Derslerde babalarının, annelerinin ya da izledikleri televizyon programlarında maruz kaldıkları tükürüklü fanatiklerin ağızlarıyla konuşan öğrencilerimle taraf oldukları bir durumdaki tutumları hakkında konuşuyorum. Başka türlü bakmayı hiç bilmeyenlerle nasıl da iyi bilenlerin dolu olduğu bir sınıf dolusu insan. İyi baktığımı sandığım bir konuda beni de tutup sarsalayan sürpriz bakma biçimleri.
— Gençler, sabah kahvaltıyı oğlum hazırladı, diyorum. Sınıftaki oğlanların modellemesi için.
Kızlardan biri söz alıp:
— Kızınız yapınca onu da bu kadar takdir ediyor musunuz, oğlunuzun yapması çok mu değerli?
Deyiveriyor mesela.
Dikkatle bakıyorum yüzüne. Kurduğum cümleden kendine haksız gelen kısmı bulup çıkarmasına, onu tutup kaldırıp herkese ilan etmesine, hatta içinden biraz da bana kızmasına. Cinsiyetçi buldu beni, yüzüme vurmak istiyor.
Nefes alıp gülümsüyorum.
— Kız ben sana sımsıkı sarılırım da virüs izin vermiyor.
Onun da yüzü yumuşayıveriyor. İşte artık ortada gerçek bir haksızlık mı var, yoksa bu karşımızdaki insanı tam anlamıyla tanımadığımız için olan bir yanlış anlama mı artık konuşabiliriz.
Bu anı tarifleyen güzel bir cümlesi var Theodor Adorno’nun:
“Düşünen varlığın bakışında beliren mutluluk, insanlığın mutluluğudur; düşünce, mutsuzluğu tarif ettiğinde dahi sırf onu ifade ediyor olduğu için mutluluktur.”
Otobüste biri oturarak biri ayakta giden iki kadın da mutlu. Biri ayakta olduğu fark edildiği için, biri bu dünyada minnacık da olsa bir haksızlığı kendince protesto ettiği için…
Gökten üç elma düşerse, dilimleyip hepimiz yiyelim. Selametle.
Görsel: freepik
İlgili haberler
Sabrımız yüzde hiç, artık serde mücadele var
İkilem basit: Sürünerek hayatta kalmak mı, insanca yaşamak mı? İlk seçenek her gün daha fazla yoksul...
İMES’te kadın işçi olmak: Taciz, fazla mesai, düşü...
İMES’te çalışan kadın işçiler kötü çalışma koşullarının yanı sıra tacizden de bıkmış durumda. Tüm zo...
İşçi Semra’nın sorgulamaları: Yarı aç yarı tok, ne...
Metal işçisi Semra’nın evinde soba tütmüyor, evi de iş yeri de ısınmıyor… İzin yapmak, dinlenebilmek...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.