Hava biraz kıştan biraz yazdan çalıyor. Tekinsiz. Evlerde kışlıklar bir türlü kaldırılamıyor. Havaya güven olmuyor. Bahar nazlı, gelsem mi gelmesem mi diye ayak sürerken işte yaz yine kapıda. Gezegenin mevsimi karışık, emekçilerinki de öyle. Ama daha az.
1 Mayıs işçi sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü bir mevsim dönümüne göz kırpıyor. 2015 yılı boyunca yaşanan 10 Ekim Ankara Gar Katliamı ve Kürt illerindeki kırım, 2016’da darbe girişimi, yedi kez uzatılan ve iki yıl süren OHAL dönemi, daha toparlanamadan patlak veren pandemi, işyeri-ev döngüsüne kapatılma…
Bunca basınç bir yerden ya patlak vermeliydi ya da en azından sızıntı olmalıydı. Aksi eşyanın tabiatına aykırı. Evet, hareketin son kışı uzun sürdü.
Uzunca bir aradan sonra, 78 ilde 200 mitingde, son birkaç yıldır küçük küçük hak arama eylemlerinde ne kadar biriktiğimizi görebildiğimiz bir kitlesellikle…
Davulu zurnası, işçi bandoları, genci yaşlısı, kadını erkeği, çoluk çocuk birlikte doldurduğumuz meydanlarda kitleselliğimizi aşan itidalli bir coşkuyla…
Halay, horon, tleperuj; Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça; kızıl, mor, mavi-pembe, gökkuşağının yedi rengi… Belli ki kendini bir emek gününde ifade etmeyi seçen genç bir çeşitlilikle…
“Filiz toprağı deldi” dedirtiyor, 2022 1 Mayıs’ı, “yeniden deldik…”
Eskilerin deyimiyle ölü toprağını attık görünüyor. Ama yine eskilerin deyimiyle bir çiçek açmayla da bahar gelmiyor. Bu tekinsiz iklimde baharı getirmek mücadele işi. Geçen sayımızda sendikal bürokrasinin bir temizlik konusu olduğunu vurgulamıştık. Bu 1 Mayıs ise, olanlarla değil, olmayanlarla kirin pasın nerede yağ bağladığını, lekelerin nerelerde kuruduğunu, çürümüşlüğün nerelerden koktuğunu gösterdi. Eğer 1 Mayıs alanlarında ifade ettiğimiz gibi, sömürüsüz, şiddetsiz ve eşit, kısacası insanca bir yaşam istiyorsak, bu yılın ilk 6 ayıyla birlikte, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü de içine alan bir 1 Mayıs değerlendirmesi yapmaya ihtiyacımız var. Mücadelede olanlar, olmayanlar ve olması gerekenler üzerine dönüşümü teşvik eden bir soru anahtarı lazım belki de.
‘MÜCADELE’ DEDİĞİN NEDİR? NASIL OLMALI, NASIL KAVRANMALIDIR?
“Mücadele.” Bu kadar sık kullanılıp da emekçilerin kafasında bu kadar soyut kalan az kavram vardır. Kendi halinde emekçi için ekmek kazanmak bir mücadeledir mesela. Biriken borçları eritmek için durmaksızın mesaiye kalmak. “Hayat kavgası” demişler zaten adına. Yoksul hanenin kursağı kadının ellerine bağlanmıştır, az erzakla çok karın doyurmak dünyanın en zor işi, “babayiğitlerin” harcı değil. Evde, işyerinde, sokakta artan şiddete rağmen bedenimizde sağ, ruhumuzda sağlıklı kalmak. Bunun adı mücadele değilse, nedir? Emek ister, sabır sebat ister, direnç ister. Mücadeledir.
Ama var olan yaşamı olduğu gibi sürdürme mücadelesidir. Oysa yaşam sağ kalmaktan öte bir şey. Mücadele de öyle olmalı, sağ kalmaktan ötesine yaramalı. Sağ kalmak için harcanan emek, sergilenen sabır, sebat ve direnç yaşamı başka türlü sürdürme, yaşamı değiştirme mücadelesine yaramalı. Böylesi bir mücadelenin en az üç boyutu var. Birincisi, sömürü ve tahakküm üzerine kurulu bu sistemi değiştirmek için ihtiyaç duyulan mücadele. İkincisi, bu ideal olarak tarif edilen mücadelenin belirli bir ülkede, belirli bir mekânda ve zamanda alabileceği en olanaklı biçim, yani mümkün olan mücadele. Üçüncüsü ise bu belirli koşullarda hâlihazırda yürütülmekte olan mücadele.
İhtiyaç duyulan; değiştirmek için zorunlu olan sınıf mücadelesi, sınıf sendikacılığı, sınıf partisi.
Mümkün olan; bugünkü olanaklar dahilinde, biriken güç oranında olabilecek en kitlesel, en coşkulu, en çeşitli… Ama asıl olarak en örgütlü.
Hâlihazırda yürütülmekte olan… İşte soruların yazılacağı yer burası.
NE, NEREDE BİRİKTİ? TOHUM HANGİ TOPRAKTA UÇ VERDİ?
Bu yılın başından beri en az 120 işyerinde on binlerce emekçi, enflasyon karşısında eriyen ücretlerin insanca yaşayacak bir seviyeye yükseltilmesi, zamların geri alınması, işyerinde baskı ve mobbingin son bulması, sendikal örgütlenme hakkının tanınması için iş bıraktı. İlk iki ayda gerçekleşen fiili grevlerin yarısında hiçbir sendikanın dahli bile yoktu. Yani emekçiler kendiliğinden harekete geçerek çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek istediklerini gösterdiler. Bu bir mümkünlüğe işarettir. 2022 yılında 1 Mayıs’ın kitleselliğinin, coşkusunun ve çeşitliliğinin, kısacası mümkün olan mücadelenin asgari çıtası burasıdır. Peki, 8 Mart ve 1 Mayıs alanlarını birlikte düşünelim. Hâlihazırda yürütülmekte olan mücadele mümkün olan mücadelenin neresinde? Berisinde mi ötesinde mi? İhtiyaç duyulan mücadele düzeyine erişmek için mevcut olanaklar yeterince zorlanıyor mu?
İŞÇİ KORTEJLERİ NE SÖYLÜYOR?
Bu sorular, havada asılı kalacak sorular değil. Nicelik ve nitelik yönünden ölçülebilir yanları var. Kaç işyerinde 8 Mart kutlandı, kaçında molalarda üretime dokunmadan, kaçında birkaç dakikalık da olsa üretimden, yani patronun artı-değerinden koparılarak kadın işçilerin gücü sınandı? Kaçında mücadeleyle kazanılmış bir hak olarak 8 Mart ücretli izindi ve buralardan kaç emekçi kadın meydanlarda eşitlik talep etti? TİS’te ücretli izin olmayan yerlerde 8 Mart’ı kazanmak için kaç işyerinde fiili iş bırakıldı? Kaç yetkili sendika, mesela İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptali için işyeri eylemi örgütledi, mümkün olan yerde iş bıraktı? 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde meydanlarda kaç emekçi kadın vardı? İşçi sınıfının görünmeyen emek ordusu, elindeki boş tencere ve tavalarla 8 Mart meydanlarını çınlattı mı? Yürütülmekte olan böyle bir mücadele miydi? Yoksa bunların hiçbiri mümkün değil miydi?
Ya da 1 Mayıs’ın işçi kortejlerini düşünelim. Artan enflasyon, azalan alım gücü düşünüldüğünde memlekette bayram havasının pek de hâkim olmadığı ortada. Fıstığın cevizin kilosu 200 liraya dayanmış, rüzgâr baklavadan yana değil ekmekten yana esiyor. Asıl soru, sendikalar bu rüzgârla ne yapıyor? Her şube kaç üyesi varsa bir karşılaştırma yapmalı. Tüm üyelerini 1 Mayıs alanına çıkarabildi mi? Evetse, daha fazlası nasıl mümkün? Hayırsa, neden? En başından beri işyerlerinde buna uygun bir örgütlenme çalışması yürütüldü mü? Yoksa “Nasılsa Ramazan Bayramı, tatil de var, gelen giden olmaz” diyerek en başından beri emekçilerin yaşadığı koşullara rağmen emekçiler adına karar mı verildi?
Mesela yüzde 70’ini kadınların oluşturduğu bir iş kolu olarak sağlık emekçilerinin kortejleri kitlesel miydi? Pandemide kölece çalıştırıldıkları için, hakları ödenmediği için, şiddete maruz kaldıkları için en çok eylem yapan kesimlerden biri olan sağlık emekçisi kadınların 1 Mayıs’a katılımı nasıldı? Ya da diğer kadın ağırlıklı işkollarında ve işyerlerinde?
Şüphesiz ki işçi sınıfı içerisinde mümkün olan en ileri mücadeleyi örgütlenmek ile hâlihazırda yürütülen biçimiyle örgütleniyormuş gibi yapmak farklı şeyler. Aradaki mesafe 1 Mayıs alanlarında hissedilmez değil. Bu; 1 Mayıs’ta en geniş demokrasi mücadelesi için dayanak olabilecek olan çeşitliliğimizin örtemeyeceği bir gerçeklik. Zira mücadeleye dayanak ile ihtiyaç duyulan mücadelenin öznesi de bir ve aynı şey değil. Bu yüzden “1 Mayıs’ı mümkün olan en güçlü ve örgütlü şekilde kutladık mı?” sorusu güme gitmemeli.
BAYRAMLAR İŞÇİLERİ BÖLER Mİ?
Evet, 1 Mayıs alanlarındaki renk cümbüşü, coşku ve çeşitlilik muazzam bir mücadele dinamiği sunuyor. Sınıfın örgütlülük ve bilinç düzeyini perdelemediği ölçüde. Ama tek perde bu değil. Bir de (birkaç sendika hariç) Türk-İş ve Hak-İş’in hepten ortada olmayışı var. Türkiye’nin en büyük iki işçi konfederasyonu. Bayram dediler tüydüler, hangi sınıftan yana tutum aldıklarını açıkça ilan etmekte beis görmüyorlar. Peki biz bu gerçekle ne yapacağız? Keçiye Abdurrahman Çelebi diye mi sesleneceğiz? Bu bir soru.
Bir diğer soru da şöyle: Patron sendikacılığı yapan ile ülkenin en kitlesel işçi konfederasyonu aynı. Bu gerçekle ne yapacağız? 30 gün oruçlu haliyle günde 8-10 saat patron kârına kâr katsın diye çalışan işçinin, kendi katlanılmaz hale gelmiş yaşamını değiştirmek için bir gün meydana çıkmayacağı fikri örgütleniyor. Ne yapacağız? O işçiyle bu yalanı konuşmayacak mıyız?
İŞÇİ SINIFININ TALEPLERİ EKONOMİDEN Mİ İBARET?
Neler konuşacağız peki? İşçiye ne kadar sömürüldüğünü mü anlatacağız tekrar tekrar? Ona kendini, kendi çalışma ve yaşam koşullarını anlatmaktan mı ibaret olacak sohbetlerimiz? “İşçilerin çıkar örgütü olarak sendika” tanımıyla sınırlı bürokratik bir sendikacılığın karşısında “kapitalist sınıfa karşı işçi sınıfının mücadele örgütü” anlayışını, sınıf sendikacılığını nasıl anlatacağız, ilk elden işçi sınıfının hareket ve eylem halindeki kesimlerini bu anlayışa kazanmak için hangi adımları atacağız? Kadınların kazanılması için hangi özel planları hazırlayacağız? Bugünün işçi önderlerinin yeterli politik-ideolojik donanımdan yoksun olması sorununu nasıl çözeceğiz? Bu dönemin devrimci deneyim ve örgütsel beceri ihtiyacını nasıl formüle etmeli? Öncü işçileri nasıl sınıf bilinçli unsur haline getirmeli? Buradaki kadın katılımını niceliksel olarak nasıl artıracağız, niteliğini nasıl yükselteceğiz?
Geleceksizlik sorununun sınıf mücadelesine yaklaştırdığı ama bugünkü baskıcı ortamın sıkışmışlığının sosyalizm dışı, burjuva hak arayışlarıyla sınırlı bir mücadeleye çektiği, eylem halindeki gençliğin içerisindeki ideolojik bölünmüşlük sorununu nasıl ele alacağız? İhtiyaç duyulan mücadelenin bir unsuru olarak genç kadınların komünist eğitimini mevcut olanaklar dahilinde nerede ve nasıl örgütleyeceğiz?
Şüphesiz ki bu son sorular sendikal mücadelenin sınırlarını, sadece ekonomik değil politik sınırlarını aşıyor. Zira her biri bir iktidar sorununa işaret ediyor. İşçi sınıfının ihtiyacı politika, kadın işçilerin ihtiyacı daha çok politika. Soru anahtarı az çok ortada, cevap anahtarı sınıfta!
Fotoğraflar: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
1 Mayıs mektupları: Kendimizi güçlü hissettiğimiz...
1 Mayıs kutlamalarına ilk kez katılan kadınlar yazdı…
Yeni bir örgütlülük ve iyi bir sözleşmeyle ilk 1 M...
Kısa süre önce Genel- İş İzmir 7 Nolu Şubede örgütlenen ve ilk defa TİS imzalayan Kemalpaşa Belediye...
1 Mayıs 2022 | Dünyayı değiştirmek için kadınlar #...
1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde emeğin, barışın, özgürlüğ...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.