En temel gıda maddelerine erişimin zorlaştığı, açlık sınırının 7 binlerde yoksulluk sınırının 24 binlerde seyrettiği ve bu rakamların her ay daha da arttığı bu günlerde işsizlik, yoksulluk ve göç hikâyeleri ile derneğimize gelen kadınların sayısında büyük bir artış gözlemliyoruz. Adana’dan gelen Ceren’in ve onun aracılığıyla Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğine gelen başka akraba ve tanıdıklarının iş bulmak ve geçinebilmek için İstanbul’un yolunu tuttuklarını öğreniyoruz.
Ceren’in bodrum katında, mutfağı olmayan iki göz evine misafir oluyoruz ve hem şiddet hem açlık sarmalı içerisinde verdiği hayat mücadelesini dinliyoruz ondan… Eşi ve 7 yaşındaki kızıyla birlikte ekonomik olarak sıfırı tüketmişken yaklaşık bir ay önce İstanbul’a göç etmek zorunda kalmışlar.
Eve girdiğimizde salonda fazla eşyanın olmaması dikkatimizi çekiyor. Bir çekyat, komşulardan geldiğini öğrendiğimiz bir tüplü televizyon ve masa... Yerler beton, soğuğu önlemek için birkaç kat kilim ve örtüyle kaplanmış. “Doğal gazı ve ocağı olmayan bir evde İstanbul’un keşmekeşinde ayakta kalabilmek için çabalıyoruz” diyor Ceren. “Aslında biz göçebeyiz. Çocukluğumdan beri ekmeğimiz nerede ise oraya çadırımızı kurar çalışır o iş bitince başka topraklarda ekmeğimizi çıkarırız. Mevsimlik işçilik dünyanın en zor işidir. Su olmaz, aş olmaz, kışın soğuk olur ısınamazsın, yazın sıcak olur serinleyemezsin. Hastalanırsın bir güvencen yok, kendi imkanlarımızla iyileşmeye bakarız. Okumak istersin, okula gidemezsin. Bizim ailede ablam ve abim dışında kimse okula gitmediği için okuma yazma bilmez. Annemin yemek, çay yaparken yaktığı odun ateşinde odunların karasından tebeşir yapar bir duvar bulabilirsem kendi kendime harfleri birleştirip okumaya yazmaya çalışırdım. Okumak için çok çabaladım ve kendi kendime öğrendim. 17 yaşımda akrabamla evlendirildim. Hem eşimden hem eşimin ailesinden şiddet gördüm. Evlendikten sonra kaynanamla birlikte yaşadım. Kaynanam her seferinde beni eşime şikayet ediyordu. Akşam eşim eve geldiğinde beni dövüyordu. Neden dövdüğünü bir türlü anlayamadım. Kızım doğduktan sonra da evimizi ayırmak zorunda kaldık.”
‘YA AÇLIKTAN ÖLECEKTİK YA DA KENDİMİZİ VAR EDECEKTİK’
Eşinin işsiz olduğu bir gün, annesine gidip çocuğunun aç olduğunu söyleyip 10 lira ekmek parası istediğini, annesi vermeyince o akşam aç uyuduklarını anlatıyor. “Hepimizin canına tak etmişti nereye kadar böyle devam edecek bilmiyordum. Kızımın okula gitme yaşı geldi ancak bu ekonomik sıkıntılardan onu okula bile yazdıramadık. Ekmek bulamazken tefecilerden aldığımız paralar faiziyle birlikte dağ oldu. Borcumuz üç iken beş vermek zorunda kaldık. Kaynımın İstanbul’a gelmesi, tersanede işe başlamasıyla bizim de İstanbul yolculuğumuz başladı. Gitmekten başka çaremiz yoktu, ya açlıktan ölecektik ya da gurbette yaşayıp kendimizi var edecektik. Tersanede şartlar biraz daha zor ama sigortası olması ayda bir asgari ücretin elimize geçmesi aç kalmaktan iyiydi. Evi zar zor bulduk. Bodrum katı mutfağı olmayan bir ev ama bana ve kızıma bu ev saray gibi geldi. İlk defa kendimize ait bir evimiz oldu.”
‘BU YOKSULLUĞU BİRLİKTE ÇÖZERİZ’
“İlk muhtarlığa gittim oradan bir komşum beni derneğe yönlendirdi. Derneğe ilk girdiğimde çok utanmıştım. Hayatımda ilk defa kızımın okula gidebilmesi için yardım istedim. Sonra bir baktım kadınlar kızımın okula gidebilmesi için el ele vererek okul kıyafetlerinden defterine, çantasına ayakkabısına kadar her şeyi tamamladı. Dayanışmanın özellikle de kadın dayanışmasının bu mahallede ne kadar etkili olduğunu gördüm. Yalnız olmadığımı hissettim. Şimdi daha yeniyim ama bu dayanışmanın bir parçası olmayı çok istiyorum. Kızımı her okula bıraktığımda derneğin yolunu tutuyorum, kadın arkadaşlarla sohbet ediyor ‘Birlikte ne yapabileceğimizi konuşuyoruz’ diyor. Çaylarımız biter, sohbetimiz son bulur, kalkmaya hazırlanırken “Bizi kurtaracak olan dayanışmayı ayakta tutabilmek ve birlik olmak. Bu yoksulluğu birlik olarak çözebiliriz” diyor Ceren gözlerind
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.