GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Cemile
‘İbrahim’le yaşamanın işkenceye dönüştüğü şu günlerde ilginç bir şekilde ailesi ile geçen günlere özlem duymuyordu. Neden sonra şefkat görmemiş olmanın da şiddetin başka bir biçimi olduğunu anladı.’

Uzun ince pardesünün iki yakasını iki eliyle sıkı sıkıya bir arada tutarak koşar adımlarla yürüyordu. Hedefe giden yolu ezberden kat eden ayaklarının o sırada kafasından geçenlerle hiç alakası olmadığı dışarıdan bakıldığında anlaşılacak kadar belirgindi. Hafif esen sabah rüzgarı içinin tiremesine gereğinden fazla neden oldu. Pardesüsünün iki yakasını, geçirdiği elleri ile daha bir çekiştirdi. Artık üstündeki pardesü de sinirleri ile eşit derecede gergindi. Sokağı, yokuş yukarı koşmakla kaçmak arasında bir yürümeyle bitirdi.

Caddenin karşısındaki börekçiden nefis kokular yayılıyor, önünden geçen anne, sırtında okul çantası elini tuttuğu çocuğunu yanı sıra sürüklüyor, az ilerideki otobüs durağında her gün gördüğü simalar sabırla ayakta dikiliyordu... Canına yandığım bu hatta bu saatler işe yetişebilmek ayrı bir meziyet gerektiriyordu.

Neyse ki çalıştığı atölye son iki yıldır servis koydu da o bütün bu çileyi çekenleri izleyip onlar için sadece üzülüyordu.

Ne kahrolası bir huydu bu. Kendi yaşadıkları yetmezmiş gibi ağaca, hayvana, yaşlıya, çocuğa, işçiye, işsize, öğrenciye, o da olmadı ota, afedersiniz boka her şeye üzülüyordu. Bazen ciddi ciddi dünyaya üzülmek ve acı çekmek için gelmiş olabileceğini düşünüyordu. Bir dönem çalıştığı yerde sohbet eden iki kişiden herkesin bu dünyada bilmem kaçıncı hayatını yaşadığını duymuştu. Bugün yaşadıklarımız bir önceki hayatlarımızın karşılığı imiş. ilk duyuğunda “Ne garip insanlar bunlar, ne tuhaf şeyler bu söyledikleri” diye düşünmüştü. Çok da sürmedi buradaki işi zaten. O zaman garipsediği anlatılanlar nedendir bilinmez son günlerde durup durup aklına geliyordu. “Çok fena şeyler yapmış olmalıyım öteki hayatımda” diye söylendi. Bugün yaşadıklarını bir yere koymalıydı sonuçta.

Her şeyin her zamanki haliyle başladığı sıradan bir gündü. Bugünün her zamankinden farklı biteceğini şimdilik bir tek o biliyordu. Cemile bugünün sonunu düşündükçe ışıl ışıl bu bahar sabahında titriyordu.

Nihayet sevis aracı uzaktan göründü. Aracın önünde durması çok sürmedi. Otomatik açılan kapıdan içeri girmesi ile karşı koltuğa kendini atması bir oldu.
İşçiler için servis arabaları değme makam arabalarından daha değerlidir. İş öncesi saatlerde yarım bırakılmış sabah uykusunu tamamlayanlar, ayrı bölümlerde çalıştığı için ancak burada görüşebilenler ve tabii en son dedikodular için bu saatler en uygun olanıdır. İş çıkışlarında hakim duygu yorgunluk olduğundan, bu hal pek çok şeyin önüne geçer. Herkesin oturduğu yer bellidir serviste. Yoklama koltuklara göre alınır. Boş koltuğa bakılarak “Cemal ağabey yok bugün. Hayırdır?” diyerek son havadisler paylaşılır.

Cemile koltuğa yığılır gibi oturdu. Ardından sıkı sıkıya tuttuğu pardesüsünün yakalarını bırakmasıyla koltuğun cam tarafında oturan kadın kesik bir çığlık attı. Cemile neredeyse bu çığlıkla eş zamanlı parmağını ağzına götürüp sus işareti yaptı. Kadın:

-Cemile abla bu ne hal?
diyebildi.

Buruşturduğu suratı ile Cemile’nin boynuna bakarken sesini ancak bu kadar bastırabildi. Kadının boynu dar ağacında asılı kalmış bir insanınki gibi çeşitli renk tonlarındaydı. Çok derin sayılmasa da dört beş santim uzunluğunda kesik görüntüsü görene çığlık attıracak cinstendi..

-İbrahim.

Bu tek kelime olayı bütün detayı ile anlatmış gibi yetti diğerine. Sessizlik oldu bir süre

-Abla söyledin mi nihayet? Hayvan herif! Ne bekliyorduk sanki.

Cemile’ye üzülse mi, acısa mı, cesaret mi verse, vazgeç mi dese? Bilemedi...

Cemile:

-Artık dönşü olmayan yola girdim Gülcan . Dün olanlardan sonra ne kadar doğru yaptığımı bir kez daha anladım. ‘Açtım davayı’ dedim. ‘Yakında elinde olur makhkeme kağıtları’ dedim.

Boşanmak istediğimi de davayı açtığımı da haykırdım yüzüne.

-Şu haline baksana abla. Öldüresiye sıkmış boğazını! Sence nasıl olacak bu iş?

Cemile, Gülcan’dan hepi topu üç yaş büyük olmasına rağmen Gülcan Cemile’ye yaşına değil de yaşadıklarına hürmeten abla diyordu. Beş yıla yakındır bu firmanın ütü paket bölümünde çalışan iki kadının iki dert ortağına dönüşmesi çok sürmedi. Zira uzun yıllar ortaklık etmeye yetecek miktarda dert mevcuttu.

-Bilmiyorum Gülcan, ama artık o eve dönemem. Bakacağım bir hal çaresine.

Gülcan, pek çok acısına tanıklık ettiği bu kadına “gerçek dost” olduğunu gösterme fırsatı veren şu anda :

-Akşama çıkışta bize gel diyeceğim ama... Biliyorsun eve gelmediğini anladığı anda ilk aklına gelen biz oluruz. Yani ne bileyim. Sonra tatsızlık çıkardığında yine sen üzüleceksin deyiverdi. Cemile böyle bir cevabı beklemiyordu. Aslına bakarsan ortada bir soru bile yoktu . Hatta Gülcan onun için kaygılanıp “Bu akşam çıkışta bize gideriz. Eve gidersen öldürür bu herif seni” derse kesinlikle kabul etmeyi düşünmüyordu. Bir konuda haklıydı, İbrahim ilk evvel Gülcan’ın evine damlar kesin bir maraza çıkarırdı. Bu nedenle Gülcan ısrar etse bile onlara gitmemekte kararlıydı. Bu böyle olsa da cevaba bozuldu. Bozulduğunu belli etmeden derhal sahte bir samimiyet giydi yüzüne.

-Bilmem mi ? Önce size gelir domuz. Düşündüm bunları hep ablam. Dert etme sen, ben halletim o işi.

Hallettiği falan yoktu. Dün akşamdan beri kafasını kemiren esaslı soru buydu. İbrahim için şiddet artarak çoğalan bir hal almış gittikçe de sıradanlaşmıştı. Masaları devirmesi, kapıları tekmelemesi, duvarları yumruklaması, küllük fırlatması bütün bunlar şiddeti hayatının bir parçası haline dönüştürmüştü. Kumanda TV’yi almadı mı; yemeğin tuzu fazla mı geldi ya da ne bileyim kapı biraz geç mi açıldı... Her şey onu sinirlendirebilir, öfkesi ölçüsüzce Cemile’ye yönebilirdi. Ay başlarında gelen maaş da olmasa en sinir olduğu şey çalışmasıydı. İşe girdiğinden bu yana çok değişini başına kalkıp duruyordu. Asıl sinirlerini bozan şeyin çalışan Cemile’nin artan özgüveni olduğunu ikisi de biliyordu.

Bugün bu haliyle hiçbir şey olmamış gibi işe gitmek için evden çıkması sadece zaman kazanmak içindi. Bir de Gülcan’ı haberdar ederek iş yerine haber bırakmak istedi.

-Sen şefe anlatıverirsin bir şeyler Gülcan. ‘Cemile abla iki gün izin istedi’ dersin. ‘Çok fenaydı, hastaydı’ falan de. Ne bileyim uydur bir şeyler işte. Onca sene neredeyse sıfırsız çalıştım. Bir şey demez herhalde.

-Derim abla. Sıfırsız çalıştın doğru diyorsun.

Gülcan, “Halletim diyorsun da nasıl? Nereye gideceksin?” sorusunu sormaktan kaçındı. Onu peşinen reddetmiş olmanın verdiği mahçubiyetle önemli bir iş yapıyormuş gibi iki de bir “Sen iş kısmını dert etme. Konuşurum ben şefle” diyordu.

Servis aracının iki durak kadar ilerlemesini bekledi. Sonra şöfore doğru “Fikri abi beni sağda bıraksana” diye seslendi. Bu ani ve sıra dışı isteği karşısında adam şaşkınlığını gizleyemedi. Sağa yanaştı otomatik kapı düğmesine bastı. Bu sırada bir açıklama duyacağını zannetti, oysa Cemile kapının açılmasıyla birlikte kendisini kaldırıma bıraktı. İndikten sonra Gülcan’ın Fikri abiyle konuşarak merakını gidermiş olduğunu düşündü. Araç gözden kaybolana kadar bekledi. Az sonra bir sokak boyu yol yürüyecek, annesinin kapısında olacaktı. Bu anı geciktirmek için akşama kadar burada dikilebilirdi...

Memleketten göçle geldiklerinin üçüncü yılıydı. Koskoca İstanbul denilen bu şehirde üç yıldır görebildiği kapının önü, daha fazlası annesiyle birlikte her salı çıktığı semt pazarıydı. Babası ve iki ağabeyi sabahtan çıkar akşama ancak eve gelirken annesi ile Cemile günlerinin tamamını hiç durmadan bu üç erkeğe hizmet etmekle geçirirlerdi. Ev temizle-pakla, çamaşır yıka - katla, yemek pişir - taşır, sofra kur- kaldır, bulaşık yıka-yerleştir , yatak ser-topla sonra.... Sonra tekrar dön başa!

Bir türlü sonu gelmeyen ev işleri, kendini tekrar eden ve bir öncesinin aynı olan haftanın günleri. “Bu nasıl İstanbul?” dedirten dolap beygiri tadında yıllar içinde zamanla semt pazarı Cemile’nin tek eğlencesi oluverdi. Hayatının tek heyecanı salı gününün gelmesini beklemekti. Biraz insan, biraz ses, biraz nefes demekti pazar yeri. Giyim kuşam tezgahları, envai çeşit mutfak araçları, mevsimin meyveleri, yeşillikler, takılar – tokalar, bağırış çağırış gürültü hengame... Tüm bunlar panayır yerinde bir çocuk misali mutlu ediyordu onu. Bir süre sonra pazara çıkıyor olmayı bir tek onun iple çekmediğini fark etti. Sosyal hayatı şartlı serbestlik hükümlüsü kadar sınırlı olan bu genç kadın, kendsini beğenen ilk erkeği de bir pazar tezgahının arkasında tanıdı.

Gezip tozması çıkıp tanıması söz konusu dahi olmayan bu adamla tanışmaları ile evlenmeleri arasında geçen süre toplasan altı ay ya var ya yoktu. Bu sürenin bu kadar kısa ve sürecin bu kadar hızlı olmasında kendi ailesinin namus anlayışının büyük payı vardı. Kız dediğin adı çıkmadan başgöz edilmeli gidip yuvasını kurmalıydı. Zaten pazarcının birinin kızlarına talip olması bile onu çok başı boş bıraktıkları anlamına geliyordu. Neyse ki adam helal süt emmişti de kızları ile evlenmek maksatlı ilgilenmişti.

Az sonra baba evi göründü. Üç katlı eski bir yapının yüksek giriş katında geçen o günleri hatırladı. İki ağabeyi ve babasını düşündü. Ailesinden şiddet görmemiş olsa da şefkat de görmemişti. İbrahim’le yaşamanın işkenceye dönüştüğü şu günlerde ilginç bir şekilde ailesi ile geçen günlere özlem duymuyordu. Neden sonra şefkat görmemiş olmanın da şiddetin başka bir biçimi olduğunu anladı. “Genç kızlığın ne idi ki Cemile, kadınlığın ne olsun?” diye derin bir iç çekti.

Uzun zamandır kızının aile hayatı hakkında bilgisi olan anne onu bu saatte karşısında görünce şaşırdı. Boynundaki derin tahribat Cemile’nin dün akşam olanları anlatırken yaşanan arbedeyi de şiddeti de anlatmasına hacet bırakmıyordu. Annesi elbette bir anne olarak kızının bu haline de yaşadıklarına da üzülüyordu. Ne var ki Cemile’nin boşanma fikrini desteklemedi.

-Babanı da ağabeylerini de bilirsin Cemile. Her kadın zaman zaman evliliğinde sorunlar yaşar. Boşanmak bizim ailemize yakışmaz kızım. Ne yapacaksın boşanıp yalnız mı yaşayacaksın? Olmaz. Buraya mı döneceksin? Bu hiç olmaz. Ben babanın ağzını bundan önce de yokladım. “Boşanmayı aklından çıkarsın, kocasına kadınlık görevlerini ihmal etmesin her şey düzelir” diyor. Bana da kızıyor. “Senden yüz buluyor bu kız senden sebep evine yar olumuyor” diyor. Hem bizim çevrede boşanan yoktur. Bizi elaleme rezil mi edecen kızım? Kocandır bugün döver. Yarın sever...”

Cemile bu sefer annesinin bu perişan halini görüp etkileneceğini düşünmüştü. Bu sefer kızına “Yok artık bu kadar da fazla. Durma kızım çık gel bakalım ne yapacak o zırdeli” diyecek sandı, ama olmadı.

-Sonra kocan kapıya dayanır. İleri geri sözler söyler. Baban duramaz cevap verir. Koca koca adamları birbirine mi vurduracaksın? Hafazanallah!

Bir parça şefkat görebilmesi için daha ne yaşaması gerekir bilemedi.Yüreğinin sıkıştığını hissetti. “Bir anne-baba nasıl olurda göz göre göre acı çektiğini söyleyen evladına bu kadar kayıtsız kalabilir” diye düşündü. Kadının değersizliği kaderi, çaresizliği, çıkmaz sokağı olmamalıydı. Annesine de “Kadınsın çekeceksin” sözlerine de kafa tutmak istedi.

Hayatı babası ve ağabeylerinin veya koca denilen bir erkeğin avucunun içinde izin verdikleri ölçüde yaşamaya itirazı vardı. Bunun dışında bir seçeneğin de var olduğunu annesine ve temsil ettiği anlayışa kanıtlamayı yürekten diledi. Oturdukları odanın duvarları üstüne üstüne geliyorken artık burada duramazdı. Evden en son çıktığında annesinin ne dediğini duymadı bile...
Neredeyse beş yıldır hafta içi günün bu saatlerinde ne yapılır bilmiyordu. Öğlen saatlerine yaklaşan şu anlarda servisin geldiği yoldan gerisin geri yürümeye koyuldu. Tüm bu olanlar karşısında tek mutluluğu bu rezilliğe tanık olacak bir evladının olmaması idi. Bir dönem kendisini derinden yaralayan bu hal şimdilerde tek mutluluk nedeni idi. Zaten gittiği her hekim kendisinden kaynaklanan bir sorunun olmadığını söyledi. İbrahim ne bu durumu kabullendi ne de tedavi olmayı denedi. “İyi ki de öyle olmuş” diye düşündüğü çok oldu.

Gün boyu hiç hissetmediği kadar özgürce dolaşıp durdu. Uzun zamandır önünden geçip bir türlü içine giremediği dükkanları gezdi. Sanki dün yaşanmamış gibi yaptı. Sanki ne yapacağını bilmeyen ortada bırakılmış kendisi değilmiş gibi davrandı. Cıvıl cıvıl cadde boyunca ona yalnızca tepedeki şahane güneş eşlik ediyordu. Birden garip bir şekilde pazar yerini dolaştığı günlerdeki gibi mutlu olduğunu hissetti. Vitrinler, mağazalar, marketler insanlar... Akıntıya kapılmış sandal misali senelerdir sıkı sıkıya tuttuğu dümeni bırakıverdi. Bir çocuğun lunapark gezisi yaparken duyduğu heyecanı duydu, başka bir hayatı yaşıyormuş yalanını saatlerce sürdürmek istedi. Gel gör ki vakit iş çıkışına yaklaşıyordu, mecburen evin yolunu tuttu.
Anahtarı çevirdi kapıyı açtı. Odaya geçmesiyle koltukta oturan kocası ile burun buruna geldi.

Dün yaşananlara aklına gelince yine bu eve dönmüş olmasından dolayı kendinden nefret etti. İnce uzun pardesesünü çıkarıp asacakken, “Bugün şef aradı” diye arkasından ses işitti. Kısa bir sessizlik oldu. Hastaymışsın, işe gitmemişsin. Geçmiş olsun demek için aramış. Sen açmayınca beni aramış.
-.................

İbrahim o meşhur haykırışı ile devam etti .

-Önce boşanma lafları, sonra işe gidiyorum deyip gitmemeler!

Bir anda elini kadının saçlarına daldırıp kendine doğru çekti.

-Ne haltlar karıştırıyorsun lan sen? Kaltak karı? Seni dölleyecek bir pezevenk mi buldun? Ha orospu?

Zavallı Cemile şimdi ne dese bu öfkenin bitmesini sağlamayacağından emindi. Yine de “Ne diyorsun, nereden çıktı bu şimdi?” gibi bir şeyler geveledi. Adam oralı değildi. Haykırışları odayı inletti. Kadının sırtı kocasına dönüktü. Saç diplerini kavradığı için boynu gergin haldeydi. Aniden gözünün önünde bir metal ışıldadı.

Mahalleyi ambulans sesi inletiyordu. Polis arabaları acı sirenlerini çalıyor, biri gidip diğeri geliyordu. Bir müddet sonra binaya bir cenaze arabası yanaştı, apartman kapısından siyah bir ceset torbası içinde bir kadın bedeni çıkarıldı.

ALEV SUBAŞI KİMDİR
1972 İstanbul Şişli doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunuyum. MEB’e bağlı çeşitli devlet okullarında yürüttüğüm sosyal bilgiler öğretmenliğimin 24. yılını sürdürmekteyim. Evli ve iki çocuk annesiyim.


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kâğıt Parçası

‘Olanca gücüyle yüklendi. Tüm ağırlığını vererek omzundan bastırıp çökertti yere. Daha açılan açıldı...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Korkmadan Uyanmak

‘Artık sesimi unuttum, dilimi yuttum. İki kulağım tetikte. Düşman rahat bırakmıyor. Sığınaktayım ve...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Defter

‘İstediklerini yapmazsam beni annelerine şikayet edeceklerini, işten attıracaklarını söylediler. Ded...