Edebiyat anlatılarında çevrenin beklentisine göre yaşamayı seçmeyen karakterler oldukça sık karşımıza çıkar. Çevre öyle bir girdap olur ki bazen, kişinin kendi varoluşunu yutar. Buna uymak istemeyenler de çevre tarafında “yabani”, “deli”, “münzevi” gibi çeşitli sıfatlarla tanımlanırlar. Herman Hesse’nin Bozkırkurdu, Sayaka Murata’nın Kasiyer’i, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı, Albert Camus’nün Yabancı’sı. Hepsi de toplumdan farklı bir yaşam sürerler. Alışılmışın ve beklenilenin dışında karakterlerdir. Bu anlamıyla çevreleri için biraz tekinsizdirler. Bu karakterler daha çoğaltılarak devam ettirilebilir. Ayfer Tunç’un birçok eserinde toplumdan soyutlanmış yalnız karakterler görmeye alışkınız. Onun yarattığı karakterler eleştirel bir bakış açısıyla hayatı sorgularlar. Eserlerinin birçoğunda sevgisizliği, aile içi sorunları, ölümü ve aşkı görürüz. Karakterlerin çoğu mutsuzdur. Hayatın yoğun akışı içinde belki de gelip geçtiğimiz ve görmediğimiz insanlara yer verir kitaplarında. Kıyıda köşede kalanları anlatmayı tercih eder. Ayfer Tunç’un karakterleri geçmişle hesaplaşma içinde olan, çocukluk travmaları yaşamış ve bunları şimdinin içinden gören kişilerdir. Pişmanlıklar, hatalar geniş bir zaman diliminde anlatılır. Son romanı Kuru Kız da benzer bir yapı sunar okuyucuya. Kitabın ana karakteri “kuru kız” hem fiziki özellikleri hem de hayat şekliyle oturduğu mahallede ayrıksı bir görünüm verir etrafına. Herkesin beklediği gibi bir hayat sürmez. Bu nedenle de komşuları tarafından biraz akıldan yoksun olarak tanımlanır. Kendine benzemeyeni dışlamak, acımak aynı zamanda merak etmek vardır bu anlatıda. Kuru kızın ne yaptığı komşular tarafından ilgiliyle izlenirken ne yapmadığına da odaklanılır. Örneğin evlenmez, oysaki herkesin bir “kocaya” ihtiyacı vardır. Mahallede herkesin bir kocası vardır, Ayfer Tunç hiçbir karaktere isim vermemiştir ve mahalledeki kadınları da kocalarının mesleğine göre adlandırır; “köftecinin karısı”, “pazarcının karısı”, “demir doğramacının karısı” … Ana karaktere de “Kuru Kız” olmak düşer. Silinerek yaşamayı seçen bir kuru kız.
‘BİZ ESKİDEN ÇOK ESKİDEN AKŞAMLARI MUTLUYDUK’
Ayfer Tunç öykülerinde, romanlarında anlattığı esas konu ne olursa olsun arkasında toplumsal olaylarla örülmüş bir yapı kurar. Geçmişe dönüşlerle kurguladığı eserlerinde bireyseli ve toplumsalı harmanlayarak sunar. Bu tercih eserlerinin sağlam bir temele oturmasını da sağlar. Kurduğu bu yapıda kimlik çatışmalarını, özgürlüğü, toplumsal rolleri modernizm eleştirisi üzerinden anlatmayı seçer. Tunç’un modernizm ile hesaplaşması, yazarın özellikle Dünya Ağrısı ve Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi adlı iki romanının ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Hem Dünya Ağrısı hem de Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, modernizmin çıkmaz sokaklarının etrafında dolaşan, modernizmle birlikte ortaya saçılan çelişkilere, kurmaca standartlara ve acılara odaklanan iki çağdaş metindir (Günay-Erkol, 2017:2). Ayfer Tunç’un eserlerinde toplumun bir yansımasını görürüz. Bireyler üzerinden ilerleyerek yapar bunu çoğu zaman. Anlatılan bir kişinin hikâyesi gibi görünse de öyle değildir. Örneğin Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi ve Osman’da bunu oldukça belirgin şekilde görürüz. Bir üçleme olan bu kitaplar yavaş yavaş yıkılışa giden insanların toplu bir anlatısıdır. Bir diğer kitabı Dünya Ağrısı’nda da ölümün nasıl normalleştirildiğini Maraş olaylarının tarihselliğinde anlatır. Burada da bireyler ön plandayken, onların dertlerine, sıkıntılarına ortak olurken konunun aslında ne olduğunu sonra sonra anlayabiliriz ancak. Dünya Ağrısı bir hafızanın ya da hafızasızlığın kitabıdır. Kitapta geçen bir cümle Tunç’un toplumsal hafızaya bakışını da anlatır: “Topluca işlediğimiz günahlar bedeli ödenmedikçe ikramiyesi gelecek haftaya devreden piyangoya benziyor dedi”, “Bir gün hepimize büyük ikramiye çıkacak, o zaman topluca günahlarımızın altında kalacağız”. (Tunç, 2020b: 124).
Tunç, bireyi toplumdan ayırmaz. Toplumun bireyi, bireyin de toplumu etkilediğini fark ettirir. Böyle bir anlatı tarzı da eserlerine geniş bir perspektif sağlar. Bireyler olaylara kendi bakış açısıyla bakarlar, ona göre yorumlarlar. Bunda eğitimimin, cinsiyetinin, ekonomik durumunun, yetiştiği çevrenin de etkisi olur hiç kuşkusuz. Ayfer Tunç da bir olayı farklı kişiler tarafından anlatmayı seçerek güçlü bir panorama sunar. Kendisi de bir röportajında bu durumu şöyle ifade eder;
“Benim için bir roman karakteri sadece iç dünyasından ve sınırlı sosyal ilişkilerinden oluşmaz, ait olduğu toplumda gördüğü manzara da karakterinin bir parçasıdır. Zaman en büyük aşındırıcıdır öte yandan, hepimizi çok şiddetle, törpüler, nasıl eksildiğimizi, ne kadar eksildiğimizi anlamamıza bile fırsat vermez. Edebiyat bir bakıma bu törpüleyen ve geçip giden zamanı tutma, sabitleme işidir. Farklı bakışlardan yazmak da farklı manzaraları bir araya getirmektir, genel manzarayı göstermeye çalışmaktır (Türk, 2022:26).”
HAYATI KENDİ ELİNDE TUTAN KADINLARA BİR SELAM
Yazar, son romanı Kuru Kız’da da benzer bir yol izler. Kitap dünyanın sonundaki şehir Ushuaia ile başlar ama burada kalmaz. Ushuaia Arjantin’in Tierra Del Fiego-Ateş Toprakları eyaletinin başkentidir. Ayfer Tunç bizi önce sona götürür, sonra başlangıca. Okuyucuyu bu anlamda şaşırtır. Son sanki yarım kalmıştır. Sondan başlayan anlatı romanın ana karakteri olan isimsiz “kuru kız”ın dünyanın sonuna gitmesine sebep olan olaylarla devam eder. Küçük yaşta annesinin kaybıyla kardeşinin ve babasının sorumluluğunu alan ve aynı zamanda kendine ait bir hayatı düşleyemeyen bir kadını anlatır Tunç. Küçüklüğünden beri çevresinin çeşitli sözlerine maruz kalan “kuru kız” onlara benzemediği için “anormal” sayılır. Yaptığı her şey ilgi çeker hem siliktir aslında hem de merak uyandırır. Upuzun boyu ve incecik bedeni çoğu kez alay konusu olur. İnsanlar çoğunlukla böyledir, kendisine benzemeyene pek de merhametli değildir. Özellikle her şeyin iç içe olduğu taşralarda “normal” olmayan isim koymak oldukça “normal” bir davranış gibi görülür. Romanda da böyledir “kız kurusu”ndan “kuru kız” yaratılır. Ayfer Tunç, eserlerinde sağlam bir ironiye de yer verir sık sık. Karakterlerdeki canlılık akıcı bir okuma sunar okuyucuya. Kuru Kız’da da bu tarzını değiştirmez. Önceki kitaplarında olan “Şebnem”, “Osman”, “Aziz Bey”, “Suzan” gibi etkisi güçlü olacak bir karakter daha yaratır; Kuru Kız.
Ayfer Tunç bu romanında iyi ve kötünün de izini sürer. İyi var mıdır? İyi olan her zaman iyi olarak mı kalır? Romanı okurken bu sorular aklımızın bir köşesinde durur. Kitabın bir bölümünde şöyle bir cümle geçer; “Herkesin iyi insanlar olduğu zamanlardı ya da annesinin iyi olduğu zamanlar” (37). Burada aslında annesinin komşularının annesi öldükten sonraki bakışını yansıtmak ister. Kişilerin bakışı kendileri gibi olana olumludur, diğerlerine ise pek de merhamet edilmez. Komşular belki de bu yüzden annesi hayattayken “iyi”dir. Kitap boyunca kuru kızın komşularıyla olan ilişkisini ya da ilişkisizliğini görürüz. Komşularla olan diyaloğu yok denecek kadar azdır, onların dayanışma olarak yansıtmaya çalıştıkları baskı olarak çıkar karşısına. “Akılca durgun” diye nitelerler onu, kusurludur. Kendisini herkesten soyutlayan bir karakter görürüz, erken yaşta bir evi sırtlanmıştır. Yükü çoktur. Kendi hayatını yaşamaya imkânı yoktur. Silinerek, aptal görünerek var olmanın daha kolay olduğunu küçük yaşta anlar. Hayatı biraz da olanı kabul etmekle geçer. Annesi üzülmesin diye bal sevmese de sever gibi yapar. Kardeşinin sevdiği şeyleri pişirir. Kendi isteklerini önemsemeyen bir karakter görürüz kitapta. Fiziksel olarak farklı olması onu başka türlü bir farkındalığa götürür. Aynada gördüğü kişi kabul edilir gibi değildir, o zaman der “aynaya değil, başka yere bakmalıydı, mesela dünyanın kendisine” (50). İşte böylece dünyayı merak eder, dünyanın sonuna giden yolculuk da kapalı kaldığı o evden başlar. Özellikle internetteki gezgin videolarını izlemeyi çok seven kuru kız, başka bir dünyanın varlığını da yaşatır içinde aslında. Dünya bu kadar değildir. Mahalle kadar, ev kadar, komşuları kadar değildir. Bu dünyanın bir başlangıcı bir sonu vardır. Başlangıcı onun için eviyse sonu neresidir? Bu anlamda bir cesaret anlatısıdır da. 40 yaşına kadar istemediği bir hayat süren bir kadının 40 yaşından sonra kendi hayatını yaşama isteğini görürüz. “Kendisi de böyle bir hayat istememişti. Ama hayat böyle bir şeydi, başına gelen, kuramadığın, yapamadığın” (123). Kuru kızın geri dönüşlerle anlatılan yaşamının istediği gibi bir yaşam olmadığı bellidir. Ancak bundan şikâyet ettiğini de okumayız. Sessizlik ve kabulleniş içinde geçirir günlerini. Toplumun beklentilerinin dışında yaşayan insanlar onlar tarafından tekinsiz olarak görülürler. Alıştıkları şeyleri göremeyince bir tuhaflık olduğu düşüncesi baskın gelir. İnsan böyledir çünkü kendisi gibi olmayanı hem dışlar hem ondan çekinir. Bilinmeyen bir durumdur ve bu kaygı vericidir. Bu nedenle de kendileri gibi olmayanları kendileri gibi kılmaya çalışırlar. Bildikleri gibi olsun isteler. Kuru Kız’da da böyledir. Ne kadar farklı görünürse o kadar merak uyandırır. Tek başına bir kadının tüm bu baskıya dayatmalara sessiz bir karşı gelişi okuruz kitap boyunca. “Hayatı küçüktü, dardı ama kendi elindeydi. İçli dışlı olunca insanlar hayatını elinden alıyorlardı. O zamandan beri uzak durmaya çalışıyordu insanlardan” (70) diye anlatır kuru kızı Ayfer Tunç. İnsanların kötülüğünden kaçan o küçük hayatın büyümesinin bir anlamda özgürlüğe giden yoldaki tüm engellerin alt edilerek hayatın yeniden canlanmasının anlatısıdır Kuru Kız. Hayatını kendi elinde tutan kadınlara da bir selamdır.
Kaynakça
Güney- Erkol, Ç. (2017). “Ayfer Tunç’un Modernizmle Derdi: Faillik ve İktidar”. MCBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C.XX, S.X, s.1-13
Tunç, A. (2020a). Yeşil Peri Gecesi, İstanbul: Can Yayınları
Tunç, A. (2020b). Dünya Ağrısı, İstanbul: Can Yayınları
Tunç, A. (2023). Kuru Kız, İstanbul: Can Yayınları
Türk, S. (2022). “Ayfer Tunç ile Söyleşi”, Kartal Belediyesi Kültür ve Sanat Dergisi, S.14. s.23-28
Fotoğraf: Işık Sungurlar
İlgili haberler
Mutlu son ile başlayan bir kitap: Kuru Kız
Roman kuru kızımız üzerinden Türkiye’de yoksul mahallede yaşayan bir kadın olmak konusuna ucundan kı...
Bir kitap: Çizgili Pijamalı Çocuk
Biri ateşin orta yerinde, can havlinde; ötekisi ise babası ve askerlerinin zulmünden habersiz arkada...
Bir kitap: Ana
Sarhoş baba çürümeye yüz tutmuş kapitalizmi, ana emeği, Pavel ise uğruna mücadele ettikleri geleceği...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.