Kadınlık hallerine yolculuk: İçimden Kuşlar Göçüyor
'Güçlükle kazanılmış bir hayat benimki. Bağışlanmış değil!' diyor ya yazar, hangimizinki bahşedilendir? Hayatlarımızın kazanımları, söke söke aldıklarımızdan ibaret değil midir?

Türk edebiyatının usta kadın kalemlerinden İnci Aral'ın eserlerinde; yaşanan toplumsal düzende bireyin çıkmazları, arayışları ve bu süreçte yaşadığı acılar, kavgalar, umutsuzluklar yer alır genel olarak. Daha çok roman ve öykü türünde eserler veren yazarın kıvrak dili, müthiş betimlemeleri ve bir psikolog titizliğiyle irdelediği insan figürünün iç çatışmalarını, büyük ölçüde ve derin şekilde duyumsarız.

Eserlerinin en temel teması kadın-erkek ilişkileri olan yazarımız, erkeğin hükmeden kadının da ikinci sınıf sayılan cins olduğu "gerçekliğine" karşılık; düşünen, irdeleyen, başkaldıran, kaderine razı olmayıp savaşan kadın kahramanları yüceltir. 

YAZARIN HAYATINDA BİR YOLCULUK

Otobiyografik bir roman olan İçimden Kuşlar Göçüyor, yazarın aniden ortaya çıkan hastalığı ile başlıyor. Konulan kanser teşhisi ile ilk aklına gelen ensesinde hissettiği ölümü, "Hiç beklenmedik bir anda, çağrısız, hazırlıksız... Yorulduğum, artık yaşamak istemeyeceğim bir gün de gelebilir, diye düşünürdüm..." diye tarifler.

Jinekolojik muayene masasında her kadın gibi şunları düşünür:

"... Ömrüm boyunca ne çok yattım kalktım bu soğuk kadın masalarına. Bunlar, çaresizlik duygusu ve ürperti uyandırır insanda. Dizlerinizin iç kısmına değen metal yarım yuvarlaklar üşütür içinizi. Dünyada hiç olmadığınız kadar savunmasız, çaresiz ve utanç içinde kasılır kalırsınız. Bu masalar ürkütücü bir kadınlık serüvenini simgeler ve insanı yavaş yavaş kaçınılmaz sona doğru götürürler. Gebelik, düşükler, doğumlar, kürtajlarla, polip ve miyomlarla ya da kanserli hücrelerle azala azala yol alınır ölüme doğru." 

Ölüm ve menopozla birlikte ikili ilişkiler üstüne düşünmeyi de sürdürür kitabın devamında, evlilik kurumunu bir savaş alanı kabul eder:

"Bütün beraberlikler egemenlik mücadelesi sürecinden geçer. Kimi zaman bir taraf yenilir, teslim olur. İki taraf da teslim olmuyorsa karşılıklı olarak mevziler kazanılır ya da kaybedilir ve kişilerin yaşama alanlarının sınırları belirlenir. Bu, yazılı olmayan bir barış antlaşmasıdır. Sorunların tümünü çözmez belki ama temelde işe yarar. İki ayrı insan, iki bağımsız birey olarak ortak hayatı sürdürmeyi kolaylaştırır." 

Evliliğin olmazsa olmazı, ancak evlilik olmadan da yaşanabilmesi gereken cinsellik de tartıştığı kavramlardan biridir yazarın. Fiziki ve psikolojik yorgunlukla gönülsüzdür cinsellikte. "Cinselliği hep önemsemiş, doyurucu bir cinselliğin kadın, erkek arasındaki sevginin, bağlılığın ön koşulu olduğuna inanmışımdır. Ama aşksız, tek başına cinselliğin, bu konuda seçici olamamanın ruhsal bir çoraklığa, yalnızlığa ve dağınıklığa yol açtığını da düşünüyordum. Sevginin olduğu yerde her şey geçerli ve güzel, olmadığı yerde ise yapay, boşuna ve yorucuydu bence." diye itiraz eder.

İçten içe hesaplaşır durur menopozuyla, "Ekmek kavgasının baskın çıktığı yerde, yaşlanmanın, kamburlaşmanın, eklem ağrılarının daha az önemi olmalı. Ayrıca sigorta hastanelerindeki yoğunluk ve kargaşa içinde, menopoz sıkıntılarına doğru tanılar konduğunu kim ileri sürebilir?". Öyle ya! Ölümün gölgesinde daha ikincil değil midir menopoz?

Bütün bu kadınlık hallerinin üstüne çıktığı iç yolculuğunda öylesine açık, şeffaf, saydam şekilde düşüncelerini sere serpe ortaya koyar ki! Şaşırtır okuyucuyu. Kitabın diğer etkileyici yanı, yazma serüvenindeki bunalımları, iç hesaplaşmalarıdır:

"...Bazı günler kısacık bir paragrafın başında akşamı buluyorum. Bazen o gün yazdıklarımın tümünü silip umutsuz, tükenmiş yatıyorum... Her bir sözcük, hatta o sözcükleri oluşturan her bir harf, emek istiyor. İğne oyası yapmak, iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey yazmak."

Yazar, çocuk yaştaki kayıpları, evliliklerindeki iletişimsizlik, yatılı okullar, çocuklarından uzak kalışı ve edebiyat dünyasının acımasızlığına rağmen; dik başlılığıyla, inatçılığıyla, korkusuzluğuyla, yetenekleriyle, kadın duyarlılığıyla dağılan hayatını yeniden toparlamayı ve onlarca roman ve öykü yazarak biz kadın okuyucuların aklına ve gönlüne ulaşmayı başarmıştır. Ve sonuçta, "Bu ülkenin bir yerlerinde sinemaya giden kızlar kasaba meydanlarında boğazlanıyorsa hâlâ, dayak yiyen kadınlar çocuklarıyla birlikte ölmeyi seçiyorsa, öğretmensiz, okulsuz binlerce köydeki kız çocukları parayla alınıp satılıyorsa, insan nasıl olup da çağın gereklerinden ve gerçeklerinden payına düşeni almayı bu biçimde savunabilir?" diye sorgular kendini ve hemcinslerini.

"Güçlükle kazanılmış bir hayat benimki. Bağışlanmış değil!" diyor ya yazar, hangimizinki bahşedilendir? Hayatlarımızın kazanımları, söke söke aldıklarımızdan ibaret değil midir?

Kitap adı: İçimden Kuşlar Göçüyor
Yazarı: İnci Aral
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınları 

Fotoğraf: Kitap kapağı

İlgili haberler
Bir kitap: Hayvanlara Övgü

Michel de Montaigne’nin Hayvanlara Övgü kitabıyla anlaşıldığı gibi yolculuğumuz hayvanlar alemine. Y...

BİR KİTAP: Bir Kadın

'Annie Ernaux Bir Kadın’da annesiyle ilişkileri özelinde bir kadını anlatır. O aslında yeryüzündeki...

Bir kitap önerisi: Amok Koşucusu

Onuruna, gururuna, aşkına sahip çıkan bir kadın, doktorun yardımı olmadan hayatta kalamayacağını bil...