Hava da daha aydınlanmamış. Allah vere de arsızı, uğursuzu denk gelmese. Neyse, neyse... Koşar adım giderim, bir şeycikler olmaz. Sokak lambaları da yanmıyor. Bu saatte yollar ne kadar da boşmuş. Hadi, hızlan Selma. Bir ses mi geldi? Biri mi var arkamda? Korkma Selma, sakin ol. Çaktırmadan bak. Vallahi de biri geliyor. Tamam korkma, derin derin nefes al. Burundan al, ağızdan ver. Fark ettirmeden çantanı al eline. Korktuğunu belli etme. Bir şey yapacak olursa çantayı kafasına geçirir, avazın çıktığı kadar bağırırsın. Tabii ya o kadar basitti! Ya elinde bıçak varsa, ya gırtlağıma dayarsa. Ne yaparım o zaman? Selma, Allah belanı versin Selma. Ne vardı gecikecek? Ne vardı servisi kaçıracak? Kaldın mı böyle bir başına? Yaklaşıyor mu o ya? Allah’ım ne yapacağım ben şimdi? Elim ayağım titriyor. Neden bizden başka kimse yok sokakta, neden, neden? Allah’ım sen yardım et. Adımları mı hızlandı onun? Yaklaşıyor... Koş Selma, koş... Geliyor... Koş...
-Selma, Selma... Hadi uyan kız, geldik...
Omzunu dürten Nurten’in sesiyle uyandı. Yine serviste uyuyakalmıştı. Aralık ayının vücudu buz kesen soğuğunda; sıcacık serviste, koltuğa oturur oturmaz içi geçmişti. Gördüğü rüyanın etkisindeydi hâlâ. Ne çok korkardı servisi kaçırmaktan. Kolay mıydı, Pendik’ten Dudullu’ya gitmek. Sabahları daha güneş doğmadan yola koyulurdu. Gündüz vardiyasında işbaşı saati yediydi. Sabah beş buçukta servise binemezse hali yamandı. Bu kadar erken güne başladığı için de bir önceki günün yorgunluğunu hiç atamazdı üzerinden. Çalar saati kaç kez ertelediğini hatırlamıyordu bile. Sersem bir halde indi servisten. Kartını bastı, ağır aksak adımlarla soyunma odasının yolunu tuttu. Soyunma odası yine bayram yeri gibiydi. Kahkahalar, atışmalar, ağza alınmayacak küfürler... Bu uğultuya hâlâ alışamadığı gibi her seferinde kızların bu enerjiyi nereden bulduklarına şaşardı.
İş önlüğünü üstüne geçirirken seslendi Özlem,
-Afyonun patlamadı mı kız?
-Çok yorgunum Özlem, dün mesaide çok yoruldum. Hâlâ belim ağrıyor. İçeri girelim, kendime gelirim herhalde.
-Ne diyeceğim sana yarın maaş yatıyor, gitsek mi Kadıköy’e? Biraz dolaşır, yemek yeriz, ne dersin?
-Güzel olur vallahi. Funda’da gelir mi ki?
-O üstünü giyinip çıktı, yukarıda sorarım.
-Tamamdır.
Maaş gününü nasıl da iple çekerlerdi. Her maaş günü, sadece tek bir gün dilediklerince gezerlerdi. Geçen ay da hep önünden geçerken iç geçirdikleri ocakbaşına gitmişlerdi. Hesap hayli kabarık gelmişti ama karışık ızgara enfesti. “Sinemaya da gidelim” diye ısrar etmekle ne iyi etmişti Özlem. İlk kez sinemaya onun sayesinde gitmişti. Ne büyük bir salondu. “İki pazarıma mal oldu ama olsun” diyerek omuz silkti. Babası geldi aklına bir an. Duysa kemiklerini kırardı. Liseyi bitirip de işe başladığı gün, “Seni eve destek olasın diye gönderiyorum, yoksa bekâr kızın ne işi var elin işinde,” demişti. Beş yıldır, tüm maaşını olduğu gibi babasının eline sayardı. Çok ağırına giderdi bu muamele ama itiraz edemezdi. Neyse ki, Aysel akıl vermişti de eli biraz para görmüştü. “Kız kaç saat mesaiye kaldığını nereden hesaplayacak evdekiler. Onu da bari kendine ayır,” demişti.
...
Bu beş yılda çokça iş değiştirmişti Selma. Bu seferki işyeri diğerlerine benzemiyordu. Büyüktü, temizdi, kızlarla da çok çabuk kaynaşmıştı. İşi de ağır sayılmazdı. Bir kere oturarak çalışıyordu. Sayı baskısı burada da vardı ama en azından bant yoktu. Önceki işyerini hatırladı. Bandın hızına yetişeceğim diye kan ter içinde kalırdı. Tuvalete gitmek için ustaya yalvar yakar olduğu günler hiç de az değildi. Recep ustanın çiçek bozuğu, çirkin suratı geldi gözlerinin önüne. Alçak herif, hep kaytarmak için tuvalete gittiğimizi düşünürdü. Namussuz, nasıl da rezil etmişti beni. Aybaşı olduğum bir gün “bekle, birazdan yerine bakacak birini bulacağım” diye diye oyalamıştı da kan önlüğe bile geçmişti. Neyse ki, Suna usta halden anlıyor. O da en az Recep usta kadar suratsız ama hiç değilse kadın. Kafasındakini dağıtmak istermiş gibi elini başının üzerinde sallayarak geçti tezgâhının başına.
Tezgâhlar yan yana dizilmişti. Aynı sırada beş kişi çalışıyorlardı. Özlem hemen yanı başındaydı. Daha ilk gün can ciğer olmuşlardı. Hemşehrisiydi Özlem, sekiz yıldır bu fabrikadaydı. Herkesi tanırdı, herkesle arası iyiydi. Özlem sayesinde kızlar da hemen arasına almıştı onu. Canla başla işi öğretmişlerdi, hiç yabancılık çekmemişti. İki katlı atölyenin ikinci katında tümüyle kadınlar çalışıyordu. Daha önce hiç bu kadar çok kadınla bir arada çalışmamıştı. Kadınların kendi aralarındaki sohbeti ilk günler şaşırttı onu. Açık seçik, ayıp şeyleri bile rahatlıkla konuşuyorlardı. Bazen öyle laflar ediyorlardı ki bekârların yüzü kıpkırmızı kesiliyordu. Şakalaşmalar, kahkaha hiç eksik olmuyordu. Şakanın dozunu kaçıranlar da yok değildi. Herkesi illallah ettirmişti Mahide. Düğününe bir hafta kala Serpil’in soyunma dolabına prezervatif asmıştı da Serpil kulaklarına kadar kızarırken o kıkır kıkır gülmüştü.
...
Çığlık sesi ile her şey dondu kaldı. Herkes birbirine bakarak, sesin kimden ve nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Kısa süren bir şaşkınlığın ardından tezgâhından fırlayanlar sağa sola bakınıyordu. Ne olmuştu, kim bağırmıştı… Sebahat’in yardım sesi işitildi, “yetişin Fatma bayıldı”. Hep birden sesin geldiği yöne doğru koştu kadınlar, tuvaletin önünde boylu boyunca yere serilmişti Fatma. Eli ayağı birbirine dolandı kadınların, hepsi korkulu gözlerle Fatma’ya bakıyordu.
Sebahat Fatma’nın kafasını dizlerinin üzerine almış, Nuriye yanaklarına vurarak kendine getirmeye çalışıyordu. “Kolonya getirin, kolonya getirin” diye bağırıyordu Asiye. Ne yapacağını bilemez haldeydi hepsi.
Ustabaşının “Dağılın, film mi oynuyor” sesiyle kendine geldi kadınlar. “Herkes niye burada, niye bıraktınız işi”, “Hadi herkes işine” diye bağırışını sürdürdü ustabaşı.
-Yardım edelim dedik Suna usta.
-Gerekmez biz hallederiz. Hadi işinize, bir tekinizi bile görmeyeyim burada. Sebahat, Mahide siz burada kalın, üçümüz anca indiririz revire. Diğerleri yerlerine...
Suna ustanın bu tutumuna öfkelense de kadınlar elden ne gelirdi. Homurdana homurdana, endişe içinde geçtiler yerlerine. Selma yerine geçerken “ne oldu ki ya, inşallah kötü bir şeyi yoktur” dedi Özlem’e. “İnşallah Selma, İnşallah” diye karşılık verdi Özlem.
Sandalyesine otururken Nuriye’nin “Allah onu sabilerine bağışlasın” dediğini duyar gibi oldular.
Kadınların kaygılı bekleyişi Sebahat ve Mahide’nin gelişiyle son buldu. Suna ustadan azar işitmemek için hızla yerine geçen Sebahat meraklı gözle kendisine bakan arkadaşlarına dönerek,
-Korkulacak bir şey yokmuş, ‘sinir krizi geçirmiş’ demiş doktor. Sakinleştirici verip eve gönderdiler
-Neden, ne olmuş ki?
-Kaynanası memlekete gitmiş bugün, ne yapsın, o da yedi yaşındaki çocuğa üç yaşındakini emanet edip evden çıkmış. Üstelik dışarı çıkmasınlar diye de üzerlerine kapıyı kilitlemiş. ‘Korkudan olmuş’ dedi doktor. Başlarına bir şey mi geldi diye düşünmekten dayanamamış işte.
Çıt çıkmadı hiçbirinden. Bunları anlatırken sesi çatallaşmış, göz pınarlarına yaşlar oturmuştu Sebahat’in. Kimse kimseye bakamadı, kimse kimseye bir şey diyemedi. Kafalar öne eğildi sadece... Derin bir “Ahhh” sesi işitildi Asiye’den...
....
-Kızlar bu akşam mesai var.
-Suna usta kaç akşamdır böyle hiç dinlenemedik bu hafta.
-Ah canım, beğenmiyorsan kapı orada. Dışarıda iş bekleyen çok.
Bu cevaptan sonra sesi çıkmadı Özlem’in. Sinirden avuçlarını sıkıyordu. Ona doğru bakıp hafifçe gülümsedi Selma. Suna’nın tersi kötüydü. Onunla dalaşmaya gelmezdi. Laf geçiremeyeceğini anladığını kapı önüne koydurmaktan hiç çekinmezdi. Hülya’ya yaptıklarını daha kimse unutmamıştı.
Suna usta gittikten sonra kulağına eğilerek kısık sesle “Boşver Özlem,” dedi Selma.
-O değil de Selma, yarın da mesai olursa bizim gezme işi yatar.
-Evet öyle olur. Ama sıkma canını, yarın olmazsa öbür gün gideriz. Funda ne dedi, geliyor mu?
-Evet, evet o da gelecek.
Özlem ve Selma kendi aralarında konuşurken, Kibriye öfkeyle yanlarına yanaştı.
-Ooooo sohbetiniz bol olsun kızlar, çay da getireyim mi? Kız Özlem sana kaç kez diyeceğim şu malı biriktirme, bak tezgâhın dolmuş. Senin yüzünden Suna karısından azarı ben işiteceğim. Yeter ya, bıktım sizden. Kaç kez uyardım, bir kulağınızdan giriyor öbüründen çıkıyor. Malı elinde tutma, gönder, sonra her şey birbirine giriyor. Sadece size değil hepimize zararı. Sizi sürtükler sizi, hep çene, hep çene.
-Kiboşum kızma ya haklısın. Vallahi sen haklısın, dalmışız. Ayyy gel gel bir öpeyim de sinirin geçsin. Hem hemşehri değil miyiz? Gel kurban olduğum gel.
-Yılışma hemen, hep aynı numara. Seni fettan seni, bu kızı da kendine benzettin. Elin değil ağzın çalışıyor sürekli. Öpecekmiş de kurban olurmuş da sen git Suna’yı öp. Nasılsa gelip hepimizi öpecek birazdan.
Selma şaşırmıştı, Kibriye’yi hiç böyle sinirli görmemişti. Yaşı diğerlerinden geçkin, sessiz, suskun bir kadındı Kibriye. Selma’nın şaşkınlığını anlamış olacak ki göz kırptı Özlem ona, eğilerek kulağına Kibriye’nin duymayacağı şekilde “dur sen dur, bak onun sinirini nasıl alacağım ben.”
-Kızlarrrrr, Kiboş yine sinirlenmiş, küfrün biri bin para, hadi bir el atın da...
Parola herkese ulaşmış gibi hep birden alkışla tempo tutmaya başladı kızlar, Özlem de türküye... “Sivas’ın yollarına/ çıkayım dağlarına/ bırak ben beni vuram/ ölüm gitmez zoruma vayyy”
Kibriye bir yandan tüm kızlara küfürler ediyor, bir yandan o da alkışla tempo tutuyordu. Çok değil birkaç saniye sonra siniri geçmiş, türkünün sözlerine o da eşlik eder olmuştu.
.....
Paydos zilinin duyulması ile kadınların yerlerinden kalkması bir oldu. İtişenler, gülenler... Birbirleriyle yarışırcasına soyunma odasının yolunu tuttular. Selma yanı başındaki Özlem’in aniden kaybolmasına bir anlam veremedi. Hangi ara üzerini değiştirmiş, hangi ara dışarı çıkmıştı. Soyunma odasında etrafına bakındı ama göremedi. Üzerini değiştirirken “Allah allah bir işi var demek ki” diye düşündü. Odadan çıkıp kapıya yöneldiğinde kadınların merdivenlerde bekleştiğini gördü. Tüm kadınlar tek sıra halinde merdivenlere dizilmişler, sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Önünde bekleyen Nuriye’ye “ne oluyor,” diye sordu.
-Ya bu Özlem âlem kız. Bugün 8 Mart’mış, kadınların günü müymüş, neymiş, sen git bir demet papatya al, (yüzünde hınzır bir gülümsemeyle) parası daha fazlasına yetmemiş zaar, herkese tek tek ver. Anlayacağın bu sıra papatya sırası...
Duyduklarına inanamadı Selma. Kadınların günü mü varmış? İçi ısındı. Bu Özlem ne güzel bir kadındı ya, herkesi nasıl da mutlu etmişti. Ömründe ilk kez biri ona çiçek verecekti. ‘Hiç böyle hayal etmemiştim. İlk çiçeğimi, ilk aşkımdan alacaktım oysa ki’ diye düşünerek merdivenleri çıkarken yüzüne kocaman bir gülümseme oturdu. Özlem’in papatyayı uzatmasına fırsat vermeden sıkı sıkı sarıldı can dostuna. “Çok teşekkür ederim” derken gözlerinin içi gülüyordu...
Serviste her zaman oturduğu koltuğuna otururken de gülümsüyordu. Sadece o da değil tüm kadınlar. İlk kez o gün serviste uyumadı. Yol boyunca Özlem’in çiçekleri verirken anlattıklarını düşündü. 8 Mart kadınlar günü değilmiş, emekçi kadınlar günüymüş. İşçi kadınlar erkeklerle aynı ücreti alabilmek için can vermiş. Ne demişti Özlem “biz şimdi 8 saat çalışıyor, erkeklerle aynı ücreti alıyorsak 129 kadın işçinin ödediği bedel sayesinde.” Bu Özlem ne kadar da bilgili kız. Nereden biliyor ki bunları? Ya, birinden bahsetmişti, bir kadından, neydi adı onun, Karola mı, Karolayn mı neydi? Onun sayesinde 8 Mart, bizim günümüz olmuş. Bak şimdi ya, kafama takıldı. Şimdi hatırlayana kadar çıkmaz aklımdan. Dur bir yazayım Özlem’e de söylesin. Telefonunu eline alarak Özlem’e şöyle yazdı “Özlem kimdi o kadın? Hani 8 Mart’ın tüm dünyada kutlanmasını sağlayan?” Gülen yüz emojisi ile yanıtı gecikmedi Özlem’in “Clara Zetkin”...
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Nasır
Hayat sonunda yolunu değiştirmiş, farklı bir tarafa akmaya başlamıştı. Tarihini de kaderini de kendi...
Genç kadınlarla 8 Mart’ı, haklarını ve isteklerini...
Kartal’dan genç kadınlar: Sokaklarında cesurca değil, özgürce dolaşabileceğimiz bir dünya istiyoruz.
8 Mart: Mitler ve gerçekler
‘8 Mart’ın kökenine ilişkin eskiden beri yürütülen ama 8 Mart’ın son yıllarda ‘feminist grev günü’ i...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.