8 Mart 2012’de bir kanun kabul edildi “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun.” Yüz binlerce kadın bu yasayı numarası ile biliyor: 6284!
Devlet bu kanunun amacını bakın nasıl açıklamış:
“MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
6284’ün yürürlüğe girmesinden bu yana 12 yıl geçti. 12 yıl önce henüz okula başlamamış olan kız çocukları geçen haftalarda liselerinden çıkıp “6284’ü uygula” diyerek yürüdüler. 2012’de ilkokul sıralarında olanlar, üniversite kampüslerinin bahçesinde “6284’ü uygula” diyerek toplandılar.
Bu 12 yıl içerisinde elinde “6284 uyarınca verilmiştir” ibareli uzaklaştırma kararları ile kaç kadın öldürüldü? Kaç istismar mağduru çocuğun karakol, savcılık, adli tıp, mahkeme salonu arasında çocukluğu elinden alındı? Kaç kadın maruz kaldığı şiddet karşısında karakola gidip “6284 sayılı Kanun uyarınca koruma talep ediyorum” diyebildi? Diyebilecek gücü bulduğunda kaç vakada kolluk kuvvetlerinden başlayarak ekonomik ve sosyal koruma mekanizmaları işletildi?
Aksine, mekanizmaların işleyiş biçimleri yaşadığımız vahşetin boyutlarını büyüttü. Açık konuşalım; komşu sohbetlerinde, söyleşilerde özellikle de kadınlar, yaşam koşullarından duydukları hoşnutsuzlukları ve sorunlarını en ajitatif biçimde ortaya döküp sonra da birbirine “Memlekette işleyen yasa mı kaldı?” diyerek karamsarlıkla bağlıyor tartışmalarını. Ama aynı kadınlar 6284’ün uygulanması için sokaklara dökülüyor; şiddet faillerinin geçelim yargılanmasını, gözaltına alınabilmesi için bile kamuoyu baskısı oluşturmaya çalışıyor.
Vahşice işlenen her cinayet önce büyük bir infial yaratıyor. Ama vahşetin dozu arttıkça çoğu şiddet biçimi de aynı oranda görünmez oluyor. Hatta bu şiddet biçimlerinin hayatın bir parçasıymış gibi kanıksanması isteniyor kadınlardan. Bir yandan da vahşi biçimde gerçekleşenlere “sadistlik, canilik, madde bağımlılığı” şekilde açıklanmaya çalışılıyor.
DEĞERSİZ HAYATLARA SERMAYENİN İHTİYACI VAR
Tek adam rejimi kadınların yaşadığı bu kabusun en dehşetli anlarını toplumsal gerçekliğinden kopararak önlem almadığı faillerin caniliğini önümüze koyuyor. Üstelik “Etkin koruma önleme, caydırıcı cezaların uygulanması gerekiyor” talebimizi de alıp kendi gerici eleğinden geçiriyor, şiddet sarmalını boğazımıza dolayacak yeni adımları hayata geçirmekten bahsediyor. Sanki tüm sorun kağıt üstündeki cezaların yetersizliğiymiş gibi bir aldatmaca yaratıyor. Sorumlu makamların konuşmalarını kazıyınca altından toplumsal, siyasal, kültürel olarak inşa ettikleri kadın düşmanlığı, kadınların ve çocukların değersizleştirilmiş hayatları çıkıyor. Çünkü sermayenin değersizleşmiş hayatlara, haklarından yoksun bırakılmış ucuz emek gücüne ihtiyacı var.
Anayasal haklarını kullanarak sendikalı olduğu için işten atılmış çeşitli fabrikalardan kadın işçiler bakın iş yerlerinde yaşadıklarını nasıl anlatıyorlar;
“Müdür beyden zoraki bir randevu ayarlatıldı. Şikayetlerimizi dile getirirken, ‘Sizin bizim için bir değeriniz yok, bizim için erkekler daha önemli’ dedi bize.”
“ ‘Hastaneye gittiğin zaman iş kazası demeyeceksin. Kendim yaptım, evde düştüm merdivenden, alnımı patlattım diyeceksin’ dediler.”
“Hasta oluyoruz rapor alıyoruz. Ustabaşı arkadaşlarımıza ‘Gidin bakın ölmüş mü’ diye soruyor. Gece bazen saat 4’e kadar çalıştırıyorlar ve evimize uzak, ıssız bölgelere bırakıyorlar bizi. Karşı çıktığımda ‘Sen zaten erkek gibisin, bir şey olmaz’ diyorlar.”
“Tacizci adamın hep arkasında durdular, beni yine o adamın burnunun dibinde çalıştırdılar.”
Bu cümleleri kuran kadın işçiler, grevleri sırasında kolluk güçleri tarafından darbedildiler. Servis güzergahlarını kadınlar için güvenli olacak şekilde ayarlamayan iş yerine ceza kesmek yerine buna ses çıkaran kadınlara şiddetle ceza kesiliyorsa, tacizci işten atılmıyor da kadın işçi susmaya ve tacizci ile aynı bantta çalışmaya zorlanıyorsa bunun bir sebebi var. Tıpkı kadınların ellerinde uzaklaştırma kararları ile sokak ortasında öldürülmelerinin bir sebebi olduğu gibi. Sömürü ve şiddet düzeninin mekanizmaları böyle işliyor.
Şiddetin, hayatın her alanında yeniden örgütlenmesi bu düzen için zorunlu. AKP’nin elinde vücut bulan cezasızlık politikası işte budur. Sermayenin şiddet sarmalının kuralsız, kaidesiz kadınları boğmasını teşvik etmektir. O yüzden önce 6284 sayılı Yasa’nın can damarı olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiler. Şimdi 6284 sayılı Yasa’yı etkin uygulamak yerine laf çeviriyorlar.
MÜCADELEDEN SORUMLUYUZ
O yüzden mücadele ile kazandığımız ve pek çok kadının da can simidi olan yasayı korumak için bir mücadele vermemiz gerekiyor.
Kadın cinayetlerinin, istismarın, şiddetin münferit olmadığını, tek başına bir psikopatın, sapığın işi olmadığını gün geçtikçe daha fazla kadın söylüyor. Ama sistematik olan bu şiddetin nasıl engellenebileceğini, haklarımızı ve hayatlarımızı koruma mücadelesi içinde somutlaştırabiliriz. Vahşileşen şiddet, hayatımızın her alanındaysa hayatın her alanında örgütlenerek güçlenmek zorundayız.
Gündelik hayatımızda karşı karşıya kaldığımız sorunların sorumlularına hayatı dar etmemiz, bunu yapabilmek için de kazanılmış haklarımıza, bu hakları garanti altına alan yasalara dört elle sarılmamız gerekiyor. Kazanılmış hakları korumanın tek bir yolu var; örgütlenmek ve var olan örgütlerimizi de güçlendirmek. Bu aynı zamanda sendikalara, meslek örgütlerine, öğrenci kulüplerine de düşen bir sorumluluk. Örgütlerimiz ne kadar güçlenirse biz de o kadar elle sarılabiliriz kazanımlara. Hak gasplarını ancak böyle engelleyebilir, yasaları uygulatabiliriz.
İktidara “6284’ü uygula” demekte ısrar etmek zorundayız. Ama bu ses slogandan çıkıp iktidarı ve onun makamlarını hayatın her alanında 6284’ü uygulamak zorunda bırakan örgütlü bir güce dönüşmek zorunda. Birbirimize de şunu demek zorundayız: “Şiddete karşı örgütlen, 6284’ü uygulat!”
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Genç kadınlar şimdi ne yapacak?
'Biz üzerimize düşeni yaptık' demek yetmez. Birbirimize sahip çıkmak için bulunduğumuz sınıfta, okul...
İkbal ve Ayşenur'un katledilmesi münferit değil |...
Devlet artan yoksulluktan kazanılmış haklara saldırılarla kadınları çepeçevre sarıyor. Kadınların mü...
Mevzular Açık Mikrofon'da asıl sorumlu tartışılmad...
Kadınların yaşamları için sokağa çıktığı bir dönemde çekildi Mevzular Açık Mikrofon'un özel bölümü....
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.