Van’ın Saray ilçesinde sınır karakolunda 5 Ocak 2023’de sözleşmeli olarak görev yapan iki askeri personelin, deport etmek için sınıra götürdükleri 16 kişilik grupta yer alan Afgan uyruklu L.M. adlı mülteci kadını gruptan ayırdıkları ve tuvalete götürdükleri öne sürüldü. Tuvalette tecavüze uğradığı iddia edilen kadının çığlık atması üzerine, görevli diğer askeri personelin olay yerine geldiği belirtildi.
Olayın ardından tutuklanan 2 sözleşmeli askerin yargılandığı davada geçtiğimiz günlerde karar çıktı. Askerlerden biri 32 yıl 6 ay, diğeri de 37 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Son yıllarda kolluk kuvvetleri tarafından mültecilere yönelik artan saldırı ve şiddeti mülteci hukukçusu Avukat Jindar Uçar ile konuştuk.
SON YILLARDA ŞİDDET ARTTI
Kadınlar sınır geçiş ve geri itme sürecinde neler yaşıyor?
Göç meselesine dair genel bir yanılgıyı kırmak lazım son yıllarda Türkiye’ye göç artmış olsa da Türkiye 40 yılı aşkındır birçok kişinin göç rotası olarak kullanılıyor. Sığınmacı ve göçmenler İran- Van sınırı üzerinden Türkiye ve Avrupa’ya geçiyor. Geçiş yoğunluğunu takip ettiğimizde İç İşleri Bakanlığının her yıl yayınladığı sınır dışı edilenlerin sayısı üzerinden son 10 yılda, özellikle 2018 yılından bu yana sınır dışı sayılarında bir pik yaşandığını gözlemliyoruz. Pandemi döneminde bu pikin düştüğünü görüyoruz ama pandemi sonrası yine artış söz konusu. Özellikle seçim sürecinde mülteci düşmanlığı siyasetçiler tarafından yaygınlaştırıldı ve seçim malzemesi olarak kullanıldı. Toplamada öfke ve kinin büyümesi de şiddet olarak kendini gösteriyor. Geçtiğimiz yıldan bu yana Ankara’da, İzmir’de yaşananlar, mültecilerin yakılarak öldürülmesi, mahallelerde saldırıların artması bu nefretin de somut şiddete dönüşmesinin göstergesi.
Toplumun içinde artan öfke ve şiddete dönüşmesi bir yana öte yandan devlet aygıtının içinde de yaygınlaşan şiddet eylemleri var. Kolluk güçlerinin, askerlerin sınırda, Geri Gönderme Merkezlerinde özellikle kadınlara uyguladığı şiddet, taciz ve tecavüz sıklıkla yaşanmaya başladı.
Siyasilerin söylemleri ve toplumda yaratılan öfke devlet aygıtlarının içinde çalışanlara da şiddet uygulamaları üzere cesaretlendiriyor. Birçok örnek sıralayabiliriz örneğin 2014 yılında Lütfullah Tacik isimli Afganistanlı çocuğun polis şiddetine maruz kalarak hayatını kaybetmesinden tutun da sınır hattında mültecileri taşıyan aracın askerler tarafından taranması gibi birçok örnek var. Bu şiddetin en çok yaşandığı yerlerin sınır olması çok normal çünkü hiçbir kontrol ve denetim mekanizması sınır hattında mevcut değil. Kamuoyunun ulaşamadığı, yaşananların üstünün kapatıldığı süreçler çok yaygın. Kamuoyu ancak şiddet, taciz ve tecavüze maruz kalanlar yaşadıklarını anlatırsa süreçten haberdar oluyor veya saldırı anında rasgele görüntü alabilen olursa yaşananlar gündeme geliyor. Bu süreçlerde suç faili kolluk küvetti olunca suçun vasfı basitleşiyor ki bu saldırılardan öte işkence. Sınır hattında denetimin olmaması ve hukukun tamamen askıya alındığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Son 2-3 yılda özellikle sınırda mültecileri “geri itme” esnasında yaşanan şiddetin gerçekten çığ gibi büyüdü aşikâr. Sadece sınır hattı değil sınır içinde yaşananalar günden güne vahamet kazanıyor. Örneğin 2019 yılında Z.N. isimli bir İranlı kadın tutulduğu GGM’de güvenlik görevlileri tarafından tecavüze maruz kalmıştı. Söz konusu olayla ilgili açılan davayı biz takip ettik. Her iki güvenlik görevlisine üst sınırdan 15’er yıl ceza verildi. Bu süreç asla iyiye doğru evrilmiyor. İktidarın göç ve mülteci meselesine dair politikasının olmaması bir yandan da bu sonuçları ortaya çıkarıyor.
‘SORUN KANUNLARIN UYGULANMAMASI’
AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması, BM’nin göçmen ve mülteci politikaları denetim mekanizması oluşturmuyor mu?
Aslında çok kısıtlı. Avrupa’nın genelinde artan mülteci düşmanlığı ve devletlerin mülteci ve göçmen düşmanlığı üzerinden ördükleri politika toplam sınır ve mültecilerin güvenliğini tehdit eden pozisyonda. İngiltere’de mültecilerin statüsü belirlene kadar denizin ortasında aylarca veya yıllarca tutulacakları kamp Avrupa siyasetinin mültecilere bakış açısının aynası. Özellikle Türkiye açısından Geri Kabul Anlaşması önemli bir yerde duruyor. Türkiye’yi göçmen deposuna dönüştüren, mülteciye hareket alana tanımayan bir anlaşma. Öte yandan Türkiye mülteciler için insani yaşam koşulları yaratamıyor ve bu kıskaçta mültecilerin adalete erişimi de mümkün olmuyor. BM’nin 2018 yılında saha ofislerini kapatması ve mülteci kabulü sürecini Türkiye’nin inisiyatifine bırakması da süreci zorlaştıran diğer şeylerden biri oldu.
Peki şu an yapılması gereken ne? Nasıl bir yol izlenmeli?
Şu an yasal olarak kanunda bir eksiklik yok hatta yabancılar üzerine düzenlenmiş kanunlar ve ceza kanunu kapsamlı. Mesele bu kanunların uygulanmaması. Kanun sığınmacının, iltica başvurusu sürecinde ne yapması gerektiğini net biçimde ifade ediyor ancak bu kanun idare tarafından esnetiliyor veya uygulanmıyor. Ben avukat olarak danışanımla gittiğim başvuruda bile “gidin 6 ay sonra gelin” şeklinde yanıt alıyorum. Öte yandan mültecilere dönük şiddet eylemlerinde ciddi bir cezasızlık söz konusu ve bu “Nasıl olsa aklanırım” özgüvenini yaratıyor.
Kolaj: Canva Pro- Ekmek ve Gül
İlgili haberler
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'nde hatırlayalım....
Mülteci kadınlar yıllardır kayıt dışı, sendikasız, güvencesiz çalışmaya mecbur kalıyor, siyasetin bi...
Adres sınırlaması mülteci karşıtlığına daha fazla...
Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği Koordinatörü Burçak Sel ile Türkiye’de yaşam mücadelesi...
5 soruda mülteciler, kadınlar ve çözümler
Çeşitli sorunların kaynağını görünmez kılacak bu söylemlerle mülteciler, yoksulluğun, şiddetin, sosy...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.