Hem kadınlar hem de erkekler, Türkiye’de kadınların yaşadığı en büyük sorunun şiddet olduğunu düşünüyor. Kadınların yüzde 64’ü müftülere resmi nikah kıyma yetkisi verilmesini onaylamıyor; erkeklerde ise bu oran yarı yarıya. Ev işleri ve çocuk bakımında eşit sorumluluk paylaşımı, evlilik dışı çocuk sahibi olmak veya birlikte yaşamak, kürtaj hakkı gibi konularda toplumun tutumu geçen senelere göre daha da olumsuzlaşırken, şiddetin bir boşanma sebebi olarak kabul görmesi ve çalışma hayatına kadınların katılımı konularında “elbette” diyenlerin oranı artmış durumda... Genel olarak hayat memnuniyetinde ise hem kadınlarda hem de erkeklerde belirgin bir düşüş var.
Rakamlar, Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”nın sonuçlarından. Önemli bir çalışma; memlekette algının nasıl değiştiğini ya da değişmediğini takip etmek ve halimize ahvalimize dair bir tablo çıkarmak açısından kıymetli veriler sunuyor. Yıl yıl karşılaştırma yapmak; toplumsal hayatın her alanını kendi meşrebince dizayn etmeye çalışan meşum iktidar politikalarının, kadını hedef alan sözlerin, uygulamaların gündelik hayatta nasıl bir karşılık bulduğunu özetliyor.
Bu rakamların bize gösterdiği şu: Aslında kadınları her geçen gün daha çok sıkıştıran, ha bire pompalanan geleneksel, ataerkil, gerici ‘değerlerle’, hayatın ‘dayattıkları’ arasında kıyasıya bir gerilim var...
Kadınları sadece aile içine yerleştirmekle kalmayıp o sınırı daha da geriye çeken iktidar, politikaları ve söylemleriyle ‘Yeni Türkiye’ projesinin temel taşı yaptığı aileyi, kadınlar için ateşi harlanmış bir cehennem haline getirdi. Canından, emeğinden, hayallerinden ve taleplerinden feragat etmesi üzerine kurulu bu düzende kadın; fikirleri bulaşık yıkarken bulduklarıyla, hedefleri ailesinin iyi kötü ayakta durmasıyla kısıtlanan, olduğu yerden en fazla topuklu ayakkabısı kadar yükselebilen, ruhen en çok ailesinin “haysiyetine”, kocasının “erkekliğine” zeval gelmeyecek kadar rahatlayabilen bir varlık.
Ama gündelik hayatı, kadınları buraya sıkıştıran değerlerle kurulmuş bir ailede ve toplumda sürdürmek imkansız. Çünkü ağırlaşan yaşam koşulları, ekonomik sıkıntılar, kadınların artan değişim talepleri, toplumsal olarak çözümsüz bırakılan şiddet ve istismar gibi sorunlar, bu sorunların inanç, gelenek gibi yara bantlarıyla dikiş tutmayan bir halde kanamaya devam etmesine duyulan öfke, sorunları derinleştiren adaletsizlik, bu değerleri “geçersiz” hale getiriyor. Yani bir yandan kadını kocaya kul, aileye köle, devlete fedai haline getiren ideolojik zemin, yaşam koşulları kadını yaşamı idame ettirme noktasında sürekli “dışarıya, iş aramaya, toplumsal hayata karışmaya, aileyle, kocayla, devletle karşı karşıya gelmeye, talep etmeye, yardım istemeye” sürüklerken anlamsızlaşıyor. Kadınlar, gündelik hayatın zorunda, kendilerine dayatılan zorun ne demek olduğunu daha çok görüyor. Ama sıkışmış durumda... Ve bu sıkışma elbet patlayacak...
Ama nasıl?
8 Mart 2018’de OHAL’in üzerimize binen ağırlığı, salınan korku ile bir tedirginlik hasıl oldu elbette. Ama memleketin dört bir yanında yapılan irili ufaklı pek çok buluşmada, etkinlikleri düzenleyenlerin beklentilerinin epey üstünde bir katılım olduğu gözleniyor. Bir küçük kahvaltı organizasyonu büyüyor, bir küçük koro çalışması etkinliği mahalleli kadınların forumuna dönüşüyor, bir panel çağrısı kampanya hedefiyle sonuçlanıyor... Pek çok yerde böylesi bir etkinliğe ilk kez katıldığını söyleyen kadın sayısı epey fazla. Etkinliklere katılan kadınların en çok söylediği söz: “Kendimi yalnız hissetmemek için geldim”, “Bir nefes aralığı bulmak için geldim”...
Bir yanda, üzerinde sürekli baskıyla, kahkahası, kıyafeti, parka gitmesi, sokağa çıkması, hatta otobüse, hatta hatta asansöre binmesi şiddete uğraması için gerekçe haline getirilen, yani tümüyle yaşam kaynakları kurutulan kadınların öfkesi var... Bir yanda yaşam kaynaklarının kurutulmasına ses çıkarmaması, kanaat getirmesi istenen kadınların yalnızlığı, öfkesini nereye akıtacağını yani sesini kiminle birlikte duyurabileceğini bilemeyişin arayışı, henüz bir arayış haline gelmemişse ise çaresizliği...
Gerilimin bir yanı kendisini, hep birlikte sokağa çıkmanın, öfkeyi haykırmanın olanağı olarak kadın hareketinin çeşitli bileşenlerinin yaptığı 8 Mart eylemlerinde, yürüyüşlerinde gösteriyor. Diğer yanı ise, eğer gerçekten kendi yaşam alanındaysa, ulaşabileceği, rahat hissedeceği, yakın hissedeceği, derdini anlatabileceği bir çağrı varsa ona icabet eden geniş kadın kesimlerinin arayışında...
Ortada bir düğüm var; bu iki kadın kesimi arasına atılmış olan bir düğüm. Bu düğüm öfkesini sokağa taşırma imkanı bulan kadınlarla, buna olanak bulamayan ama hayat koşulları onları hep daha çok mücadelenin parçası olmaya çeken kadınların birlikte hareket etmesinin önünde engel. Bu düğümü çözmek şart. Çünkü; bu düğüm çözülmedikle iktidar ipin bir ucunu kendine daha çok bağlayacak.
Ne gösteriyordu araştırmanın sonuçları; iktidar politikaları karşılık bulmuş, kadınlar üzerindeki tahakküm derinleşmiş ve hatta kadınlar dahi bu tahakküme kazanılmış gibi... Ama görünenin ardında bir gerçek var; kadınların mahkum edildiği bu koşullara, ha bire baskı, ha bire şiddet, ha bire yok sayma, ha bire aşağılamanın yaşamsal meselelerini çözme sorunuyla giderek daha fazla karşı karşıya gelen kadınlar açısından kabul edilir bir yanı yok. Biz bunu, şu karanlık koşullarda dört bir yanda büyük zorluklarla yapılan yerel etkinliklerde, buluşmalarda gördük. Bu hayatı değiştirmek isteyen, kadınların canından, kanından, hayallerinden, geleceklerinden fedakarlık istenmesine ‘artık yeter’ diyen kadınların başka kadınlara ulaşma çabasına verilen hızlı, katılımcı, işin ucundan tutan yanıtlarda gördük.
Kadınları her geçen gün daha çok sıkıştıran iktidar politikaları ve hayatın dayattıkları arasındaki o kıyasıya gerilimin kadınlar lehine bir mücadeleye dönüşmesi çok olanaklı. Bunun için gözümüz, aklımız ve çabamız arayış içinde olan geniş kadın kesimlerinde...
Bu olanağı büyüten 8 Mart, mücadeleyi büyütmek için daha çok kadınla buluştuğumuz, aradaki düğümleri çözdüğümüz bir gün olsun... Kutlu olsun!
İlgili haberler
Savaşa, sömürüye, şiddete karşı YAŞASIN 8 MART!
8 Mart içi boş laflarla ‘vitrin’ yapılacak bir ‘Kadınlar Günü’ değildir. 8 Mart hem evde hem işyerin...
Bu 8 Mart, başka 8 Martlara benzemiyor
Bu 8 Mart başka... Emekçi Kadınlar Günü değil de “Emekçi Kadınların Fedakarlık Günü”ne dönüştürülmek...
GÜNÜN RAKAMI: Kadınların en büyük sorunu şiddet
Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik, sokakta baskı ve taciz… Kadınların yaşadığı sorunların başında geliy...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.