Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında “sınıf adına ve esasına dayalı cemiyet” yani sendika kurmak yasaktı. 1940’lı yıllarda bu yasak ortadan kaldırılmış olsa da kurulan sendikalar bir bir kapatıldı. İlk Sendika Yasası 1947 yılında çıktı ancak bu sefer de grev ve “kolektif iş akdi” yani toplu sözleşme hakkı tanınmıyordu. Grev, bizzat İş Kanunu’yla yasaklanmıştı. Cezası da hapisti.
Bir düşünelim, işçiler grev yapamıyorsa, toplu sözleşme hakkı yoksa sendika ne işe yarar?
“Hiçbir işe yaramaz!” diyen sendikacılar 1950’li yıllar boyunca grev hakkının tanınması için mücadele ettiler.
1961 yılında kabul edilen Anayasa, Türkiye’de ilk kez grev hakkını tanıyordu tanımasına ama henüz ulusal bir grev kanunu yoktu. Yani anayasaya göre hak olan grev, iş kanununa göre suçtu. Yeni bir grev kanunu yazılmalıydı. İşverenler devlet “müsaadeli grev” olsun bari derken sendikalar “müdahalesiz grev” hakkını savunuyordu.
O yıl sendikaların salon toplantılarında değişmeyen tek gündemi grevdi. Ancak işçi sınıfı sokağa çıkmadan hakkını alamayacağına karar vermişti.
SARAÇHANE'DE YÜZ BİN İŞÇİ
İstanbul İşçi Sendikaları Birliği 31 Aralık 1961 günü grevin bir hak olarak tanınması için Saraçhane Meydanı’na çağrı yaptı. Mitinge 100 bin işçi katıldı. İstanbul’un o dönemki kent merkezi nüfusu 1 buçuk milyondur. Bu sayıya çoluk çocuk, genç ve yaşlılar dahildir. Şimdi etrafımıza bakalım ve her 15 kişiden birinin katıldığı bir miting hayal edelim. Saraçhane Mitingi böyle güçlü bir mitingdi. İşçi sınıfı açıkça iradesini beyan etti: Ya grev hakkını tanırsınız ya da yasağa rağmen grev yaparız!
Bu irade 1963 yılının ilk ayında İstinye’deki Kavel Kablo Fabrikası’nda vücuda gelecekti!
Türkiye Maden İşçileri Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikada bir gün herkesin makinesini durdurarak yemekhaneye gelmesi istendi. Tıknaz bir adam konuşmaya başladı:
“Ben İbrahim Üzümcü. Amerika’dan yeni döndüm. Sayın Henri Bornsten’ın yerine genel müdür ben oldum. Benim bazı şartlarım var. Bunları söyleyeceğim, ikinci bir kez söylemeyeceğim. Söylediklerime itaat edilecek. Amirlere karşı gelmek yok. Makinenin başında uyumak yok. Amirlerin verdiği direktifler geçerlidir, zarar da olsa ona uyulacak. Bir de bazı sendikalar var onlar benim için önemlidir. Bazılarını sevmem. Duyduğuma göre Maden-İş üyesiymişsiniz. Birlikte çalışmak, ileriye doğru bütün haklarını almak için Maden-İş’ten derhal istifa edeceksiniz.”
İşçi düşmanı yeni bir genel müdür atanması tesadüf değildi. İşyerinde daha baskıcı bir sömürü dönemine geçişin işaretiydi. İlk icraatı da yıllardır ödenen yılbaşı ikramiyelerini kaldırmak oldu. Bu, işyerinde patron ile sendikalı işçi arasında adeta bir psikolojik savaş başlatan kıvılcımdı. İşçiler sendikayla birlikte alınan karar gereği, 1962 yılının son gününde iş yavaşlatarak karşılık verdiler; 500 metre kablo üreten makineden 50 metre, 1000 metre üretenden 200 metre kablo anca çıkıyordu.
İşveren temsilcisinin bir sonraki hamlesi işçileri sendikadan istifaya zorlamak oldu. Öncü işçilerin önüne iki kağıt konuyor, “Ya Kavel ya sendika!” denerek istifa dilekçelerini yazmaları bekleniyordu; ya Kavel’den ya da sendikadan. Bu baskılar sonuç vermedi. Bunun üzerine işçi önderleri İş Kanunu’nun 16 maddesine göre “ahlak ve hüsniyete uymadıkları” gerekçesiyle işten atıldılar. O dönemin Kod 29’u da böyleydi.
Sendika küçük gruplar halinde işçilerle toplantılar örgütledi; ağaç gölgelerinde, kahvehanelerde, işçi evlerinde. Nihayet İstinye’deki kahvede geniş bir toplantıda grev masaya yatırılır. Bazı işçiler temkinlidir; grevin yasak, nasıl yapalım derler. Sendika başkanı Kemal Türkler, “Evet, kanuni değil” der ama “başka yol yok.” Bu toplantıda kanunsuz grevin zorlukları da konuşulur. İşin ucunda işten atılma, dayak yeme, hapse düşme vardır. Genç işçilerin kafasında hala tereddütler vardır: “25 kuruşluk ikramiye için bunca eziyete değer mi?” İşçi önderleri cevap verir: “Biz sadece ikramiye için grev yapmayacağız. Türkiye işçi sınıfının önünü açmak için grev yapacağız. Yasa mecliste. Fakat bir türlü çıkmıyor. Yasanın çıkması için belli insanların bir şey yapması lazım onu da biz yapacağız. Sen var mısın, yok musun?”
"VARIM!"
28 Ocak 1963, grev günü! 220 Kavel işçisi, fabrika kapısından içeri girdi, makinelerin başına oturdu. Ama makineler çalışmadı. İşveren derhal zabıt tutturarak “kanunsuz grev” diye şikayette bulundu. Zaten işçilerin amacı da buydu; kanunsuz grevin amacı grevi kanuni hale getirmek!
Grev öncesi İstinye’deki kahvede grevin zorluklarına dair ne konuştularsa, neye hazırlandılarsa başlarına gelmeye başladı. İşçiler polis karakoluna çekilip tehdit edildi, öncü işçiler işten atıldı.
İkinci gün işçiler içeride makine başında iş durdururken işten atılanlar da fabrika önünde direniş başlattı. Bu sefer aileleriyle! Böylece grev hakkı mücadelesine kadınlar ve çocuklar dahil oldu!
Kışın ayazına karşı büyük bir ateş yakıldı, adına “Çoban Ateşi” dediler. Ateşin dumanı içeriye haber gönderiyordu: Hiçbir yere gitmedik, buradayız! Ateş patrona da mesaj içeriyordu: Memurları da kamyonları da geçirmiyoruz, üretim yaptırmıyoruz!
Üçüncü gün Kavel patronu attığı işçileri geri çağırmak zorunda hissetti. Akıllanmışlardır diye ummuştu. Ama içeriye giren 10 işçi makine başına oturdu ve çalışmadı. Tezgah başında oturma eylemi psikolojik üstünlükle devam etti. İşverenin yanıtı gecikmedi, işçileri yeniden işten çıkardı. Grevi kırmak için işçilere rüşvet teklif edildi.
Beşinci gün, fabrikaya noter çağrıldı. Neler yaşandığını patron dergisi İşveren’den öğrenelim:
“Her bir işçiye ayrı ayrı çalışıp çalışmayacağı sorulmaya başlanmış ve teker teker isimleri okunurken öncülerinin işaretiyle topluca çalışmıyoruz demişlerdir.”
2 Şubat 1963, altıncı gün. İşçiler mücadeleyi sokağa taşıdı. Çünkü destek oradaydı, ailelerindeydi, halktaydı. Fabrika önüne grev çadırı kuruldu, Çoban Ateşi yakıldı.
Önce işçi ailelerini içine katan grev, her geçen gün civardaki işçilerle ve İstinye ahalisiyle büyüyor, güçleniyordu. Diğer fabrikalardaki erkek işçiler sakal bırakarak Kavel işçisine desteğini gösteriyor, İstinye tersane işçileri öğle molalarını grev çadırında geçiriyor, mahalleli grevcilere kumanya taşıyordu. Bir gün İstinya halkı polisin işçileri ablukaya aldığını duydu, çadıra koştu. 500 kişinin arasında Karadenizli Hasibe Nine’nin sesi yükseldi, elinde baston, işçilere kalkan oluyordu:
“Bu çocukların kılına dokunun hepinizi öldürürüm.”
Vali grevi tehdide geldiğinde sözünü kesip yakasına yapışan da oydu:
“Senin çoluk çocuğun yok mu? Bu insanlar da çoluk çocukları için uğraşıyorlar, ne istyorsun bunlardan?”
Oğlu Kavel işçisi olan Hasibe Nine, grev boyunca her gün mahallesindeki kadınları toplayıp grev çadırına getirdi.
13 Şubat 1963. Grevin 17. günü. Kavel işçileri fabrikaya grev kırıcı sokmamakta kararlıydı. Bunun üzerine polis grevcilere saldırdı. Polis ciplerine sokulan işçiler tabanca kabzalarıyla dövüldü.
1 Mart 1963, Cuma. Patron, üretimin durdurulduğu fabrikadan mal kaçırmaya kalktı. Gece yarısı fabrikaya sokulan 3 kamyon ertesi gün karşısında etten bir barikat bulacaktı. En önde kadınlar ve çocuklar, ardında işçiler. Kaynakçılar kapılar kaynattı. Haber bir anda mahalleye yayıldı; esnaf, kadın, çocuk, neredeyse tüm İstinye halkı işçilere destek için fabrika önüne toplandı. Bu kez eylemin öncüsü Kavel işçileri değil, onların eşleriydi; grev kırılmasın diye kamyonların önüne yatan kadınlardı.
Polis kadınlara saldırdı, kadınlar direndi. Hamile olan bir kadın bu saldırıda bebeğini düşürdü. 3 Mart 1963 tarihli gazeteler, Kavel kablosundan mal çıkışını kadınların engellediğini yazdı. Polis, dayanamayarak kamyonları içeride bıraktı.
Evet belki makine başında çalışanların hepsi erkekti. Ama Kavel Grevi işçi sınıfının bundan ibaret olmadığını gösteriyordu. İşçiler dayak yiyip gözaltına alındığında grev hattında nöbeti kadınlar ve çocuklar devraldı. En kritik anlarda kadınların katılımı olmasaydı grev yenilgiye mahkum olacaktı. Ama olmadı. Patronların “kanunsuz grev” dediği Kavel grevi tüm Türkiye işçi sınıfı için kazanımla sonuçlandı ve grev bir hak olarak yasallaştı.
Kavel grevcilerinden Ahmet Usta: “Kavel Grevi’nin ardındaki kahramanlar kadınlardır.”
Kaynak: Kanunsuz bir Grevin Öyküsü Kavel 1963, Zafer Aydın, SAV Yayınları
İŞÇİ SINIFI TARİHİNDE KADINLAR | Türkiye işçi sınıfının tarihinde dönüm noktası denilebilecek işçi direnişlerinde ve grevlerde kadınların oynadığı kritik rolleri hatırladığımız dosyamızını tamamını BURADAN okuyabilir, podcast olarak dinleyebilirsiniz...
İlgili haberler
1910: Bursalı ipek işçisi kadınların tarihi grevi
3 Ağustos 1910’da 3 bini aşkın kadın ve kız çocuğu grev çağrısına yanıt verdi. Talepler belliydi: ça...
1880’lerden 1989 Baharına: Cibali Tütün işçisi kad...
Cibali Tütün Fabrikasında 1880’lerden 1994’e kadar onlarca grev yapıldı. Cibali işçilerinin bıraktığ...
İşçi Sınıfı Tarihinde Kadınlar...
Bu dizimizde Türkiye işçi sınıfının tarihinde dönüm noktası denilebilecek işçi direnişlerinde ve gre...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.