Kız çocuklarını okula göndermek istemeyen aileler olduğunu söylüyor Milli Eğitim Bakanı. Karma eğitim tartışmasına ilişkin sözlerinin dayanağı bu. Aileleri ikna etmek için, kız çocuklarının eğitim görmesini sağlayabilmek için bulunmuş bir yolmuş gibi konuşuluyor kız çocuklarına özel eğitim kurumları.
Tartışma burada da kalmadı, kadın üniversiteleri, kadın hastaneleri gibi önerilerle ilerledi. Bakan Yusuf Tekin sözlerini ilerleyen günlerde şöyle açıklamaya çalıştı: “Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin en baştaki argümanı, ‘Ben çocuğumu erkeklerle aynı okula göndermek istemiyorum’ oluyor. Veliyi ikna etmek için gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz. Veli isterse çocuğunu kız okullarına gönderebilmeli, isterse erkeklerin gittiği okullara gönderebilmeli. Karma eğitime karşı olduğum söyleniyor ancak tam tersine özgürlükçüyüm.”
Bu mesele nasıl da kolaylıkla dikkate alınması gereken “özgürlükçü” bir hassasiyet olarak ifade edilebiliyor! İlköğretimden itibaren kız çocuklarının erkeklerle bir arada okumasını istememek normal bir şey gibi anlatılabiliyor. Oysa normal değil. Kız çocuklarının eğitiminin daha çocuk yaşta ayrımcılıkla ele alınması, kızların eğitim hakkının tartışma konusu yapılması hiç normal bir durum değil. Aynı şekilde bu tartışmanın “Karma eğitim elbette devam edecek kimse endişelenmesin” diye önemsizleştirilmeye, basitleştirilmeye çalışılması da...
“İsteyen kız okullarına gönderir, isteyen erkeklerin gittiği okullara gönderir, özgürlükçü bir seçenek sunuyoruz” ifadesi doğruyu yansıtmıyor öncelikle. Kız okullarının sayısı artıkça, buralara gönderilen çocukların sayısı çoğaldıkça, mahalle baskısı denen şeyin devreye gireceğini, ülkenin özellikle bazı bölgelerinde karma eğitim kurumlarına kız çocuklarının gönderilmesinin istisna haline gelebileceğini şimdiden görebiliriz.
Fotoğraf: DHA
BİR YANDA DİN İSTİSMARI BİR YANDA YOKSULLUK
Kız çocukları karma eğitim nedeniyle eğitim hakkından mahrum kalmıyor. Öte yandan uzmanlar ve eğitim sendikaları, cinsiyet ayrımına dayalı bir sistemin pedagojik olarak da doğru olmadığını ifade ediyorlar. Öyleyse nedir kız çocuklarının eğitim hakkı tartışmasını yaratan?
Önce Hiranur Vakfı davasında somut olarak ortaya çıkan tarikat-cemaat hayatı diye tanımlanabilecek ortama bakalım. Kız çocuklarına hiç eğitim hakkı tanımayan, 6 yaşındaki çocukların okul yüzü görmeden evlendirildikleri bir yaşam biçiminden söz ediyoruz. Kadınların erkeklerle eşit olmadığını düşünen ve bunu tüm iktidar dönemi boyunca inatla söyleyen, tüm politikalarını bu anlayış üzerinden kuran, toplumsal hayatı da eşitsizlik üzerinden kurgulayan AKP iktidarı, tarikat ve cemaatlerin daha da büyümesi için tüm elverişli olanakları yarattı. Geçtiğimiz günlerde Menzil tarikatı liderinin cenazesi tüm ülke genelinde tartışıldı, hatırlayalım. Devletin yönetim mekanizmasında yer alan, AKP’nin müttefikleri olarak siyasette yer tutan irili ufaklı tarikatlar ve cemaatler, özellikle yoksulluğun ülke gerçeği haline geldiği koşullarda büyüyüp gelişiyor. Kuran kursları, ibadethaneleri, öğrenciler için yurt ve barınma olanakları, kamuda işe girmek için gereken referansları, yoksul emekçi semtlerinde karşılık bulmalarına neden oluyor.
İşte kız çocukları hiç okula gitmesin fikrinin yayıldığı alanların en başında bu tarikat ve cemaatler geliyor. Kız çocuklarının istismarı anlamına gelen çok sayıda olay bu yapılardaki hayatın nasıl olduğuna dair tüm ülkeye bir fikir verirken, iktidar bu kurumlarla ilişkisini daha da güçlendiriyor. Bu anlayışın AKP politikaları ile birleşmesi sonucu kız çocuklarının eğitim hakkı giderek daha fazla tartışma konusu oluyor. Bir süre okuyabilse bile ortaokulda, lisede nişanlandırılarak, evlendirilerek, çocuk sahibi olmaya zorlanarak eğitim hayatından çekiliyor kız çocukları.
Rakamlar kız çocuklarında okullaşma oranının yıllar içinde artması gerekirken azaldığını gösteriyor. Eğitim Sen’in araştırmasına göre 2012-2013 eğitim öğretim yılında yüzde 98,9 olan kız çocuklarının okullaşma oranı, 2020-2021 eğitim öğretim yılında yüzde 93,1’e gerilemiş durumda.
Yoksulluk yüzünden okuyamıyor kız çocukları. Çocukların okula aç gidip geldiği, bir simit, bir tost bile alamadıkları derin yoksulluk koşulları önce kız çocuklarının okumasına engel oluyor. Geçinmesi mümkün olamayan ailesine destek olmak durumunda kalan çocukların merdiven altı atölyelerde, kayıt dışı, sağlıksız koşullarda çalıştığını biliyoruz hepimiz. Giderek artıyor bu çocukların sayısı. Öte yandan bu durum sadece kız çocukları için değil tüm çocuklar için geçerli. Çocuk yaşta çalışma hayatı düşüyor emekçi çocuklarının payına.
İktidarın kesintisiz eğitim yerine hayata geçirdiği 4+4+4 eğitim sistemi, köy okullarının kapatılması ile taşımalı eğitimin yaygınlaşması da olumsuz etki yaratıyor eğitim hakkı üzerinde. Köylerdeki çocukların eğitime ulaşması giderek zorlaşırken, eğitimin bir aşamasında açık liseye gitmek çok yaygın bir uygulama haline geldi.
Tüm bu sorunları çözmek ve eğitim hakkının önündeki engelleri kaldırmak gerekirken, “özgürlükçü” seçenek yaratma iddiasıyla kız çocukları için ayrı eğitim kurumları tartışması sürdürmek hiç de normal olmasa gerek!
ÖZGÜRLÜKLE SOSLANAN GERİCİLİK
Karma eğitim tartışmalarının ardından kadın üniversiteleri, kadın hastaneleri önerilerinin geldiğini tam bu noktada yeniden hatırlayalım. Mesele sadece karma eğitim olmaktan çıkıyor.
HÜDA PAR ve BBP Genel Başkanı’nın, Milli Eğitim Bakanı’nın açıklamasına verdikleri hızlı destek laiklikle ilgili olan sorunlarını çok açık gösteriyor. Yerli ve milli değerlerden dem vuran, Batı özenticiliği eleştirilerinin yapıldığı açıklamalardı bunlar. Bakan Tekin’in “İsteyen kız okuluna isteyen karma okula gönderir biz özgürlük öneriyoruz” söylemini, bir de bu açıklamalarla yan yana düşünelim. Yaşanabilecek “mahalle baskısı”nı, kızlarını karma eğitim kurumlarına gönderen ailelerin dinsizlikle, sapkınla suçlanacağı şimdiden ortada değil mi?
HÜDA PAR Genel Başkanı, açıklamasının devamında kız çocuklarını erkeklerin şiddetinden korumaktan söz ediyor. Evet, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin arttığı, kız çocuklarının istismara uğradığı ve çocuk yaşta anne olmak durumunda bırakıldığı, hayatın her alanında şiddetin her türlü biçiminin yaşandığı bir ülke burası. Ve şimdi bu eşitlik düşmanları, bizi ve çocuklarımızı şiddetten koruyacaklarmış!
O zaman en başta ülkenin bu hale nasıl geldiğini konuşmalıyız. Erdoğan ve Cumhur İttifakı politikalarının dışında konuşabilir miyiz bunu? Her fırsatta kadın ve erkeğin eşit olmadığını söyleyen tek adam yönetiminin adım adım uyguladığı politikalarla haklarımız ve hayatlarımız eskisinden daha fazla tehdit altında. Kadınların esas kariyerinin annelik olduğunu söyleyen, erken yaşta evlilikleri serbest bırakmayı sürekli gündemde tutan, üç çocuk dayatmasında ısrar eden, boşanmaları engellemek için Meclis komisyonları kuran, nafaka hakkını yok etmeye çalışan, kadınları ve kız çocuklarını koruyacak etkili mekanizmalar kurmak yerine 6284 sayılı yasayı hedef haline getiren, tek adamın bir imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan AKP iktidarı harladı bu ateşi. Bunlarla da yetinmeyerek ülkenin en gerici, en karanlık güçlerinin temsilcilerini ittifak ortakları olarak Meclise soktu.
İktidarın hedeflediği “dindar ve kindar” gelecek, kadınlara şiddetin her türlüsünü reva gören bir toplum öngörüyor. Bu yüzden kadınları daha küçük birer kız çocuğu iken toplumsal, kamusal hayatın her yerinden silmek istiyorlar. Bunu da “özgürlük” adına ve “sırf biz güvende olalım diye” yaptıklarını söylüyorlar!
Şiddeti yaratanlar şimdi buradan faydalanarak kadınlara ve kız çocuklarına hayatı zindan etmeye çalışıyor. Tehlikenin sorumluları, yaratmış oldukları şiddet ortamını kullanarak yine kadınlara saldırıyorlar.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
EŞİT BİR HAYAT İSTİYORUZ!
Kadınların isteği erkeklerin olmadığı, yalıtılmış hayatlar değil. Hayatın normali, hayatın her alanında yan yana olmak zaten. İşyerinde, sokakta, parkta, toplu taşıma araçlarında, AVM’de, pazarda, çarşıda, markette... Kadınlara özel otobüsler, hastaneler, üniversiteler, lise ve ilkokullar kadınları şiddetten ve tavizden korumayacak. Aksine eğitim hakkından mahrum ve kamusal hayattan izole kalmak, kadınları şiddete daha da mahkûm hale getirecek. Kadına yönelik şiddet ülkenin gerçeği olarak var olmaya devam ettiği sürece, şiddete karşı gerekli mekanizmalar kurulup işletilmedikçe, kadın ve erkek eşitliği kabul edilmedikçe ve bunun için her alanda kalıcı ve etkili adımlar atılmadıkça ne yazık ki şiddet, istismar, ölüm kadınları ve kız çocuklarını bulmaya devam edecek.
Artan yoksulluğu da düşündüğümüzde kadınlar, bir cendere içerisine sokularak iyice seçeneksiz, çaresiz bırakılmak isteniyor. Dolayısıyla en önce ve en çok eşitliğe, her alanda eşit bir hayata ihtiyacımız var bizim. Bu nedenle karma eğitim tartışmaları, üzerinden atlayabileceğimiz bir mesele değil. Sahip çıkmamız gereken bir yandan laik, demokratik ve bilimsel bir eğitim talebi iken, diğer yandan kız çocuklarının ve aslında ülkedeki tüm çocukların geleceği. Okulların kapanmasına günler kala MEB ile Diyanet arasında imzalanan ÇEDES protokolüyle okullara “manevi danışman” adı altında din görevlisi atanmaya başlandığını da hatırlarsak, geleceğimiz için harekete geçmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Eşit, kamusal, bilimsel ve parasız eğitim talebiyle en başta biz kadınlar olmak üzere el ele verelim; her mahallede, her okulda, öğrencisi, velisi, eğitimcisiyle hep birlikte sesimizi yükseltelim!
Manşet fotoğraf: DHA
İlgili haberler
Karma eğitim hedefteyken İTÜ karma yurdundan kadın...
Karma eğitim MEB tarafından hedefteyken İTÜ de karma yurdunu erkek yurduna çevirme kararı aldı. Yurt...
Karma eğitime saldırıda HÜDA PAR ve BBP el artırdı
Milli Eğitim Bakanının karma eğitimi hedef alması üzerine HÜDA PAR ve BBP el artırdı, Kız okullarını...
Diyanetin depremzede çocuk fetvası istismarın önün...
Diyanet'in 'Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?' sorusuna 'Evlat edinenle evlatlık arasında e...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.