Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) 6-25 Şubat tarihlerinde, depremden etkilenen bölgelerde yaptıkları çalışmaları Deprem Sonrası Değerlendirme Raporu başlığı ile yayımladı. Maraş, Hatay, Adıyaman ve Mersin’e dair değerlendirmeleri içeren raporda gözlemler ve orta-uzun vadeli öneriler yer alırken, psikologlar çocuklar, kadınlar, yaşlılar, göçmenler ve işçiler gibi farklı toplumsal kesimlere dair pek çok gözlem sundu.
TODAP üyeleri Sercan Karlıdağ ve Gökçeçiçek Korkmaz rapora ilişkin sorularımızı yanıtlarken, psikososyal çalışmaların “manevi ve dini değerler” iddiasıyla bilimsel ve etik saiklerden uzak biçimde yapılmasının sorunlu olduğuna dikkat çekti, psikososyal paylaşım alanlarının açılması gerektiğini vurguladı.
Depremin üzerinden iki ay geçti. Kapsamı ve etkilerinin çok büyük olduğu hem bireysel anlamda hem de toplumsal olarak sonuçlarını uzun süreli olarak yaşamaya devam edeceğimizin çokça üzerinde duruldu. Depremden kurtulanlara yönelik psikolojik destek hizmeti ihtiyacı da oldukça önemli ve kritik hizmetlerden. İki ayın sonunda deprem bölgelerinde bu açıdan genel tablo nedir ve depremden etkilenenlerin hem psikolojik durumlarını hem de toparlanma çabalarını nasıl etkiliyor bu tablo?
Genel tabloya bakınca, bütün coğrafyanın, fizik-mekânsal, psikolojik ve politik boyutlarıyla bir “enkaz” ve “kolektif bir travma” mahaline döndüğünü görmek hiç zor değil. Yoksulluk, güvencesizlik, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim eşitsizliği, yaklaşan seçimle birlikte siyasilerin kutuplaştırma politikaları, doğanın rant uğruna talanı, artan ırkçılık, radikal dincilik, göçmen karşıtlığı, hak ihlalleri gibi çıkarılacak uzun liste aslında bize bu coğrafyada yaşanabilir kamusal hayattan ne denli yoksun olduğumuzu gösteriyor. Peş peşe gelen iki büyük deprem ve ardılı süreç ile yaşanılan ise bir “doğal afet” olarak tam anlamıyla korkunçtu. Depremin büyüklüğü bir yana, tedbirsizlik ve ihmalkârlıkla donanmış şehirler, depremin şiddetini, yani açığa çıkan yıkımı da büyüten en önemli faktörlerden. Bu anlamda doğal afeti, deyim yerindeyse insan eliyle yapılmış bir katliama dönüştüren tedbirsizlik ve ihmalkârlık. Rant uğruna binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın evsiz kalmasına sebep olan siyasi anlayış ve sermaye ağı bu katliama varan depreme dair nedensel açıklamayı “kadere” indirgeyerek sorumluluğundan kaçmaya çalışıyor. Arama kurtarma ve insanların en temel ihtiyaçlarının karşılanması gibi konularda bile hiçbir kaynağını ayırmayarak rant merkezli politikalarını depremden sonra da sürdürüyor.
Travma kavramsallaştırmasını ve buna dayanarak toplumsal iyileşmeye hem bireysel hem kolektif iyi-oluşa yönelik değerlendirmeleri, depremin öncesi ve sonrası ile ele almak önemli. Bu perspektiften yoksun biçimde, yalnızca bireysel yaşantıları odağa alan bir ‘travma’ saptaması, kamu otoritelerinin rolü ve sorumluluklarını hasıraltı ederek toplumsal/sınıfsal eşitsizlikleri meşrulaştırabileceği gibi hem bireysel hem toplumsal olarak travmatizasyonla baş etme yollarını güçlendirmeyi ve psikolojik iyi-oluşa giden yolu tıkayacaktır.
Uzun zamandır içinde olduğumuz çok boyutlu krizin bir sonucu olarak deprem bir katliama dönüştü. Bu yapısal bir sorun olduğu için kâr odaklı olan düzenle mücadele etmeden bu kentlerin yeniden kurulması depremden etkilenen insanların yararına olmayacak, olamaz. Deprem bölgesinde olan birçok politik kurumun böyle bir perspektiften çalışma yaptığına tanık oluyor ve bu da bu ülkede yaşayan her birimiz açısından çok değerli.
‘TOPLUMSAL BİR İYİLEŞME/GÜÇLENME ADALETİN SAĞLANMASIYLA MÜMKÜN’
Deprem sonrasında psikolojik ilk yardım ve psikososyal destek hizmetlerinin, bunların deneyimli ve uzman kişiler tarafından gerçekleştirilmesinin, koordine şekilde, erişilebilir ve nitelikli olarak sunulması da oldukça kritik bir konu. Bu açıdan hem bu hizmetten birebir sorumlu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı açısından hem de gönüllü hizmetler açısından neler söyleyebilirsiniz?
Maraş, Antakya, Adıyaman ve Mersin için aktarımlarımızı içeren raporumuzda göreceğiniz üzere, biz önce tam da meslek örgütümüze içkin bir eksen olduğu ve hatta adımızda yer ettiği üzere “toplumsal dayanışma” perspektifi ile deprem bölgesinde faaliyetler örmeye başladık. Psikososyal Dayanışma Çalışma Grubu faaliyetlerimiz deprem bölgesinde dayanışma ziyaretleriyle başlayan planlarımızı, gönüllü terapistlerin yürüttüğü bireysel görüşme süreçlerini içeriyor. İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerde bizim de içinde yer aldığımız psikososyal dayanışma ağları da bu anlamda önemli.
Psikososyal destek hizmetinden sorumlu denebilecek ASHB’ye bağlı faaliyet yürüten bir görevlinin Pazarcık’ta göçmen bir çocuğa ayrımcı ve dışlayıcı yaklaşım örneğinden, YÖK’ün ve Diyanet İşleri Başkanlığının ruh sağlığı çalışanlarını değil de “kerameti kendinden menkul” manevi danışmanlığı öncelemesi gibi uygulama karar ve girişimlere kamu kurum ve otoritelerinin ciddiyet, hesap verilebilirlik, etik ve bilimsellikten yoksun perspektifleri gözümüzün önünde. Uzmanı olmayan kişilerce psikososyal destek faaliyetleri yapılması “iddiası” ve çabası, zarardan başka bir şey getirmez.
Dayanışmacı bir perspektifi ve hem bireysel hem kolektif yeterliği pekiştiren bir rol üstlenmek gerekiyor. “Yardım eden” konum alışı muhatabı, karşımızdaki insanı sürekli “mağdur” ve “muhtaç” konumuna itebilir. Fakat “iyileşmek” aynı zamanda kendimiz ve çevremizdekiler için adalet aramakla da ilgili. Bu depremin katliama dönüşmesine yol açan politik angajman aynı zamanda depremden etkilenen insanların güçlenmelerini engelleyen koşulları da beraberinde getiriyor. Toplumsal bir iyileşme/güçlenme ve kolektif dayanıklılık için bu koşullarla da mücadele etmeliyiz.
DEPREMZEDE NECLA: PSİKOLOJİMİZ ÇOK KÖTÜ, PROFESYONEL DESTEĞE İHTİYACIMIZ VAR
İskenderun Gültepe Mahallesi’nde üç çocuğuyla yalayan depremzede Necla Şenöz, deprem sonrası kadınların profesyonel yardıma ihtiyaç duyduklarını, kadınların psikolojisinin kötü olduğunu anlatıyor. Elif Turgut’un özel haberi için TIKLAYIN
‘YOKSUNLUK DAHA DA DERİNLEŞİYOR’
Deprem sonrasında dini içerikli çalışmalar da yaygın şekilde görüldü. Bunlar manevi rehberlik ve danışmanlık adı altında aslında psikolojik destek –psikososyal destek hizmetin yerine geçen bir uygulama ve çeşitli kademlerden din görevlileri eliyle gerçekleştiriliyor. Siz YÖK’ün deprem sonrası uygulamalarını enkaza kepçeyle dalmak olarak da nitelendirmiştiniz. Ayrıca çocuklara 4-6 yaş dahil olmak üzere deprem bölgelerinde Kuran kursları açıldığını görüyoruz. Ve Diyanet İşleri Başkanlığı, birçok çalışmada ana unsur olarak yer alıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Depremin üstünden iki ay geçti ve çocuklar için hâlâ okullar açılmadı, ancak Kuran kursları açıldı. Çocuk ve ergenler lise ve üniversite sınavlarına bu adaletsizlik içinde girmek zorunda kalacak. Okulların ve kreşlerin açılmaması çocukların akranlarıyla, örneğin etkileşim içerisinde olmaması, ailelerinin en temel ihtiyaçlarını karşılamak için oradan oraya gezdiğine sürekli tanık olması, belirsizlik deneyimi ve yaslarını arkadaşlarıyla ortaklaştıramaması demek. Bu da psikolojik olarak güçlenmelerini ve iyi-oluşu büyük oranda etkiliyor ve belki de bireylerin hayatları boyunca ruhsallıklarında iz bırakacak bir deneyime dönüşmesine neden olabilir. Bunun diğer boyutlarını da irdelemek önemli: Bir yandan da kreşlerin ve okulların açılmaması deprem öncesi şartlarda da kadınların üstüne yıkılan bakım emeği yükünün tıpkı pandemideki gibi katbekat artmasına yol açıyor.
Arama kurtarma çalışmalarından, barınma ve yemek dahil temel ihtiyaçların karşılanmasına dek oldukça temel sorumlulukları yerine getirmeyip, okulları ve kreşleri öncelemek değil de Kuran kursu gibi din temelli faaliyet alanlarının ivedilikle deprem bölgelerinde açılması ve öncelenmesi, bunun yanı sıra hele de psikososyal çalışmaların “manevi ve dini değerler” iddiasıyla bilimsel ve etik saiklerden uzak biçimde yapılması oldukça sorunlu. Bunun tamamen karşısındayız. Çünkü böylesine büyük bir yıkımın ardından birçok insan ruhsal/fiziksel olarak kırılganlaşmışken, bu sistemi meşrulaştırıcı saiklerle kurgulandığı görülen uygulamalar “yoksunluğu” daha da derinleştirmek anlamına geliyor.
‘RANT ENKAZ YARATIR, TOPLUMSAL DAYANIŞMA YAŞATIR!’
Deprem sonrası ihtiyaçlar, bunların karşılanma durumu, genel tablo düşünüldüğünde yukarıda bahsettiğimiz manevi ve dini “danışmanlık” hizmetleri ile nasıl bir etki oluşturulmak isteniyor olabilir? Bu süre içinde bu uygulamaların nasıl bir etkisi olduğunu gözlemliyorsunuz alanda?
Fıtrat ve kader söylemi mevcut siyasi anlayışın ve onun politika ve pratiğinin temel bir parçası olarak görünüyor. Doğayı, insanı, hayvanı ve aslında var olan her şey bir rant alanı olarak kullanılıyor. Kadın cinayetleri, işçi katliamları, doğa talanları kader üzerinden argümantasyonu ile masumlaştırılıyor. Literatürde dış kontrol/denetim odağı kavramıyla tarif ettiğimiz bu perspektif sorumluluğu dışa atmaya yaramasıyla muktedir için kullanışlı bir araç gibi. Erkek şiddeti, ücretli-ücretsiz emeğimizin sömürüsü yapısal sorunlar olmalarıyla değil de dini referans çerçevesinde temellendiriliyor. Özellikle kadınların ve lubunyaların hayatları dini baskılar üzerinden tahakküm altına alınmaya çalışılıyor ve kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı temelli faşizan bir anlayışla yeniden üretiliyor. Buna göre, uzun süredir fıtrat imli politikalarla karşı karşıyayız ve bununla mücadele içindeyiz demek yanlış olmayacak.
Depremde de manevi ve dini danışmanlıklarla, tarikatların olduğu ifade edilen derneklerle kadercilik üzerinden rant politikalarının sorumluluğundan kaçılmaya çalışıldığını gözlüyoruz. Açıkça, insanları açlığa, soğuğa ve ölüme terk etmiş olmanın üstü kapatılıyor. Söz konusu manevi danışmanlık girişimlerinin dışsal denetim/kontrol odağı çerçevesinde, deprem ve sonuçlarının insan gücünü aşan bir yaşantı olarak değerlendirilip buna rıza gösterilmesine imkân veren “kader” görüşünü pekiştirebileceği ortada. Buna karşılık, depremden etkilenen insanlar arasında, özellikle duygulanımda öfkenin ağır bastığı kimselerde, muhalif politik angajmana da bağlı olarak hem deprem öncesi süreç açısından denetim eksikliği ve ihmaller hem de depremin ardından kriz yönetimi sürecine ilişkin hata ve eksiklikler yoğun bir eleştirisi konusu. Bu ise, söz konusu afetin esasen siyasi bir enkaza dönüştüğü görüşünü açığa çıkarmış görünmekte. Yaşanan iki depremin ardından gereken acil müdahalenin yapılmaması, üstüne ihmal ve insan hakkı ihlallerinin varlığı bu depremi doğal afetten çıkararak insan eliyle yaratılmış bir travma olarak deneyimlenmesine sebep olmuştur. Kaderci nedensel açıklamanın karşısında, rantçı politikalarla mücadele ederek yıkılan kentleri kurma arzu ve eylemselliğinin bizi güçlendireceği, belirsizlikle kolektif başa çıkmayı pekiştireceği ve kolektif bir iyi-oluş hâli sağlayacağı kanaatindeyiz. Şunu biliyoruz ve dillendiriyoruz: Rant enkaz yaratır, toplumsal dayanışma yaşatır!
ÖNERİLER: MANEVİ DANIŞMANLAR YERİNE DAHA FAZLA PSİKOLOG
Raporunuzda değerlendirmelerden yola çıkarak önerilerde de bulunuyorsunuz. Önerilerinizi özetleyebilir misiniz?
● Depremden etkilenen bütün canlıların esenliği sağlanmalıdır. Süreç sadece insan merkezli işletilmemeli, depremden etkilenen bütün canlıların ihtiyaçlarını gözeten politikalar geliştirilmelidir.
● Depremden etkilenen hem Türkiyeliler hem de göçmenler için sürekli yer değiştirileceği gerçek ya da sembolik tehditlerinin olmadığı bir barınma şarttır. Bu belirsizlikler ortadan kaldırılmak yerine sürekli hâle getirildiğinde travmatik yaşantı sonrasındaki akut belirtilerin şiddeti azalmayacak, kronikleşecektir.
● Geleceksizlik ve güvencesizlik karşısında eğitim-öğretimin devamlılığı sağlanmalıdır. Çocuklar için yaşıtlarıyla oyun oynayabilecekleri ve eğitimlerinin destekleneceği ayrı alanların oluşturulması, bu alanların sayılarının olabildiğince artırılması gereklidir.
● Depremden etkilenen özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçlarını karşılayan destek mekanizmaları oluşturulmalıdır. Kalabalık, gürültülü ve alışık düzeninin dışındaki ortamlarda bulunmakta güçlük çeken, bu durumlarda kaygı ve öfke nöbeti yaşayabilen nöroçeşitililiğe sahip bireyler (özellikle çocuklar) için destekleyici ve yatıştırıcı bir mekanizma oluşturulmalı. Engelsiz ve erişilebilir merkezler ve çevre düzenlemeleri sağlanmalı.
● Depremden etkilenen göçmen/mültecilere karşı uygulanan ırkçı politikalardan vazgeçilmelidir. Depremin ya da sonrasında yaşanan sorunların müsebbibi göçmenler ya da mülteciler değildir.
● Daha önceki Van Depremi, Gölcük Depremi gibi birçok afette de gördüğümüz gibi ihtiyaçların karşılanması sırasında “aile” önceliğine son verilmeli, yalnız yaşayan kadınlar ve LGBTİ+ların ihtiyaçları ve güvenliği sağlanmalıdır.
● İhmal, istismar ve suça sürüklenmenin önüne geçilmeli, önleyici/koruyucu mekânsal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir.
● Erkek şiddetini önleyecek ve şiddetten koruyacak mekanizmalar oluşturulmalıdır. 6284 hassasiyetle uygulanmalı, İstanbul Sözleşmesi ivedilikle yürürlüğe sokulmalıdır. Kadın, çocukları hedef alan erkek şiddetini önlemek adına başvuru mekanizmaları işler duruma getirilmeli, çadırkent/konteyner alanlarında koruyucu önlemler alınmalıdır.
● Deprem bölgesine giden kamu görevlileri ve gönüllüler arasında rotasyon olmalı ve bu kişiler depremden etkilenenlerle birlikte birbirlerini de gözetmelidir. Psikososyal destek sunmak amacıyla oluşturulan grupların (aile ve toplum hizmetleri, engelli ve yaşlı hizmetleri ekipleri, belediyelerin 28 Öneri ve Talepler sosyal hizmet daire başkanlıkları, STK, meslek örgütleri, vd.) sunmuş olduğu hizmetler, koordinasyon eksikliği sebebiyle mükerrer ziyaretler ve karmaşaya sebebiyet vermektedir. Bu durum depremden etkilenen kişilerde olumsuz yansımaları olmakta ve karşılanmamış beklentilere neden olduğundan daha koordineli ve alanında yetkin kişilerce yapılması gerekmektedir.
● Olağan bir yas sürecinin gereklilikleri karşılanmalıdır. Olağan bir yas süreci; bütün kayıpların (insanlar, mekânlar, kültürel yapılar vd.) hak ettiği gibi ilgili kültür ve inançlar doğrultusunda cenaze ve yasla ilgili törenlerin yapılmasını gerektirir. Ruh sağlığı çalışanları, depremden etkilenenlerin kayıplarıyla baş etme stratejilerini güçlendirme motivasyonu taşıyabilirler. Bu, büyük oranda psikososyal desteğe içkin bir süreçtir. Bunun yanında, şehirlerin yeniden inşa sürecinde depremle kesintiye uğrayan (ve fakat binlerce yıldır olan) kültürel dokunun da aktarılması gözetilmelidir.
● Depremden etkilenenlere psikososyal paylaşım alanları açılmalıdır. Deprem bölgesine hangi görevi üstlenerek gitmiş olursa olsun gönüllüler, kamu görevlileri çocuk, genç, yetişkin insanların deprem yaşantılarını onların açıklamalarına imkân verecek şekilde dinlemelidir.
● Depremden etkilenenlerin göç ettiği her il, ilçede psikososyal destek mekanizmaları yaygınlaştırılmalı ve işletilmelidir. Kamu kurumlarına manevi danışmanlık yerine daha fazla psikolog istihdam edilmeli ve süreç ruh sağlığı uzmanlarının bilgisi ve pratiğiyle şekillenmelidir.
Rapora ulaşmak için TIKLAYIN
TODAP web sayfası için TIKLAYIN
Fotoğraflar: Elif Turgut/Ekmek ve Gül
İlgili haberler
İskenderun'da depremzede kadınlarla buluştuk: "Yar...
İskenderun’da Gültepe Mahallesi’nde depremzede kadınlarla buluştuk. Kadınlar yaşadıklarını, yaşam ko...
İskenderun'da ‘çaresizlik’ hakim, seçimlerden bekl...
Cumhurbaşkanı Erdoğan İskenderun’da temel atma töreni gerçekleştirdi. Sohbet ettiğimiz kadınlar söyl...
Depremzede Necla: Psikolojimiz çok kötü, profesyon...
İskenderun Gültepe Mahallesi’nde üç çocuğuyla yalayan depremzede Necla Şenöz, deprem sonrası kadınla...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.