KADEM zirvesi 25 Kasım sokağında ‘makes’ bulamadı!
Zalım tarih, kız evladına kurdurduğun derneğin hayal dünyasının gerçek dünyada ‘makes’ bulmasına izin vermiyor işte! Onlar ‘adalet’i eşitlikten kaçırmaya çalışadursun kadınlar eşitlikten vazgeçmiyor.

Tayyip Erdoğan 25 Kasım arifesinde Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) 3. Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yine “eşitlik” kavramını hedefe koydu. Eşitliksiz bir adalet kavramını, sadece geçmişte yaptığı gibi teolojik ve kültürel değil, tarihsel ve felsefi bir tartışma zeminine çekti. Din, değer ve kültüre dayalı söylemler, eskidiğinden mi yoksa gerçek denilen gölde mayası tutmadığından mı bilinmez, biraz üstünkörü geçildi. Din içinden gelen söylem sadece kadın ve erkeğin eş olarak “Rabbin emri” üzerine aile denilen birlikteliği oluşturduğu yorumuyla sınırlı tutuldu. Konuşmasının kültür hakkında olacağı izlenimini verdiği kısmındaysa Türkçe’deki “hanımefendi” ve “beyefendi” kelimelerine birtakım hermenotik kazılar yaptı, mevzu biraz sulansa da, halkımızda bir gayzer etkisi yaratmadı. Zaten eşitliğe açtığı savaşta en güçlü tuttuğu cephe de tarih cephesi; ‘Batı’ diye hitap ettiği emperyalist kapitalist sistemin genel olarak halklara ve özel olarak da kadınlara yaşattığı zulüm tarihi.

‘BİZ’ VE ‘BATI’ TARİHİ
“Asırlar boyunca insanları boyunlarına, ayaklarına, kollarına zincir vurarak kitleler halinde mal gibi satan ve çalıştıran, bunlar içinde kadınları ve çocukları daha da aşağılayan bir dünyanın kodları bize ait değildir” diyor Erdoğan. Bu bir yanıyla kapitalizmin gelişim tarihinde, büyük oranda toprağa dayalı feodal üretimden doğrudan zor kullanılarak ya da yoksulluk ve açlık tehdidi yaşatılarak koparılan insanların mülksüzleştirildikçe işçileşme tarihine yapılmış bir atıf. Diğer yanıyla da ABD’nin ve Avrupa’daki gelişkin kapitalist ülkelerin Asya ve Afrika topraklarındaki sömürgelerinde köle emeğine dayanan sermaye birikim süreçlerine bir gönderme.

Gerek kapitalizmin kalbindeki mülksüzleştirme ve proleterleştirme gerek uzak topraklardaki sömürgeleştirme ve köleleştirme süreçlerinde özellikle kadın ve çocukların yaşadığı zulüm tarihsel olarak ortada: Emek gücünün ucuz emek olarak metalaşması, zora dayalı çalıştırma, zorla yurdundan edilen yoksul kadınların kentlerde fuhşa itilmesi vs. “Dün kadını en bayağısından bir meta olarak kullanan zihniyetin bugün kadını yine meta anlayışıyla ama bu defa eşitlik ambalajı içinde kullanıyor olması bizim için şaşırtıcı değildir” demesi de bu tarihsel gerçekliğe atıf olsa gerek. Kısacası, Erdoğan’ın dediklerinin meali şu: “Dünya emperyalist kapitalist bir dünya, bu dünya kadını ve çocuğu aşağılayan bir dünya, biz bu dünyadan değiliz. Bakınız: Tarihimiz.”

‘BİZ’ DE BU DÜNYADAN
Osmanlı’da hiç köle olmamış, harem denilen kapatma ve tecavüz kurumu hiç işlememiş, 1845-1855 yılları arasında Anadolu’nun farklı yerlerinden göç ettirilen Türk, Yahudi ve Ermeni kadın ve kız çocukları Bursa İpek Fabrikasında mevsimlik işçi olarak çalıştırılmamış, Balkan yenilgilerinden sonra ucuz emek gücü olan kadın ve çocuklar için yemek ve mola hariç zorunlu iş saati günde 11 saate çıkarılmamış, Birinci Dünya Savaşı’nda, kırımdan kalan Ermeniler ve Süryanilerle birlikte, erkeklerin aldığının yarısından daha az bir ücretle çalıştırıldıkları Amele Taburlarında kadınlar açlıktan kırılmamış, bunun için de dönemin KADEM’i denilebilecek Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi hiç kurulmamış, 1915’te Osmanlı Ticaret Nezaretinde kadınlar için çıkarılan “mecburi hizmet” kanunuyla 14 yaşındaki köylü kızlar iş mükellefi sayılmamış, 1915-1921 yılları arasında maden ve kömür havzalarına gönderilmemiş olsaydı... O zaman gönül rahatlığıyla diyebilirdik, asırlar boyunca kadın ve çocukları aşağılık koşullarda çalıştıran dünyanın bir parçası değiliz, diye. Ama gelin görün ki Batı ülkelerindeki kadın hakları tartışmalarının gerisinde, yaşanmış ne kadar büyük acı, ihlal ve istismar varsa bu ülkenin tarihinde de yaşanmıştır.

BİZİM MÜCADELE DE BU DÜNYADA
Ya da... “Kırılma keskin olunca tartışmalar da büyük oluyor” denilerek gönderme yapılan kadın hareketleri bizim tarihimizde olmamış olsaydı... 1872-1907 yılları arasında Osmanlı’da gerçekleşen 50 grevin 9’u kadın dokuma işçileri tarafından örgütlenmemiş, 1876’daki Feshane Grevini kadın işçiler örgütleyip yönetmemiş, 23 Haziran 1908’de Sivas’ta pahalı ve kötü ekmeği protesto eden kadınlar vilayet çapında isyan başlatmamış, 1908-1911 yılları arasında İzmir’de dokuma ve tütünde art arda patlak veren grevlerde işçi kadınların silah kuşandığı dönemin gazetelerince belgelenmemiş, barınma, iş günü ve 1 aylık ücretli izin gibi işçi hakları 1917’de farklı yerlerden çalışmak üzere Hereke Fabrikalarına gelen kadınlar sayesinde gündeme gelmemiş olsaydı... İşte o zaman “Ülkemizdeki kadın hareketlerinin pek çoğunun toplumumuzda makes (yansıma) bulmamasının gerisinde hareket noktalarının yanlış olması yatar” diyerek “eşitlik” için mücadele eden koskoca bir kadın hareketi tarihi yok sayılabilirdi. Ne var ki, zalım tarih, kız evladına kurdurduğun derneğin hayal dünyasının gerçek dünyada “makes” bulmasına izin vermiyor işte!

EŞİTLİKSİZ ADALET: VERİLENE RAZI OL, YERİNİ BİL!
Tarihsel bütün gerçekler ortada dururken bunlar yokmuş gibi “eşitliksiz adalet” için bir tarih yazma çabası niye, peki? Cevap anahtarı Erdoğan’ın adalet felsefesi. Eşitliğin karşısına “herkese hakkını vermek” olarak kavramsallaştırdığı, zulüm/eşitsizliğin karşısına da “her şeyi yerli yerine koymak” olarak kavramsallaştırdığı şer’i bir ‘adalet’i koyuyor. Zemini kadın ve erkek arasındaki “fıtri farklılıklar”, amacı “hakların adil bir şekilde dağıtımı” olan bu felsefeyi benimsemeyen her eşitlik savunusunu gerçeklikten kopuk olarak niteliyor. “Ayranın içindeki suyu görebiliyor musun?” şeklindeki teolojik ispattan sonra yeryüzünün en ikna edici örneğiyle de tezini ispatlıyor: “Hadi eşitiz, erkekle bayan 100 metreyi koşsunlar, bu adalet olur mu? Olmaz. Çünkü fıtrata uyan da budur. Onun için zaten dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur.”

Kadın ve erkek arasındaki fıtri dediği biyolojik farklılıkların eşitliğin önünde bir engel teşkil ettiği retoriği Erdoğan’ın icadı değil elbet. O tarihi zulüm dolu Batı’nın en tozlu rafları bunu ispatlamak için yazılmış risalelerle dolu. Ama bugün asırlar öncesinden çağrılan bu tartışma, laik ve bilimsel bir eğitimden uzaklaştırılmış, cinselliği tutsak edilmiş, ailedeki erkekler tarafından “insan yerine konmayan” milyonlarca kadının desteğini yedekleyerek, Türkiye’deki kadın hareketini “kadının tıpkı erkek gibi bir insan olduğu”nu savunma noktasına geriletmek için yürütülüyor. Böylece, kadını yerli yerine, yani ataerkil aile içerisinde bakım emeği karşılıksız bırakılan, bedeni ve cinselliği denetlenen ve istismar edilen konumuna yerleştirmek, “hakkı olan” üç kuruşa, kayıtsız, güvencesiz, esnek çalışma hakkını vermek hedefleniyor.

HER ŞEY KRİZİ AİLEDE ÇÖZMEK İÇİN
Erdoğan’ın KADEM zirvesinin gündeminin “ailenin güçlendirilmesi” olarak belirlenmesini fevkalade isabetli bulması tesadüfi değil. Aileyi tarif ederken, “Ev işlerinin kadına, geçim işlerinin erkeğe yüklenmesi gibi kati bir ayrım söz konusu değildir” ya da “Kadını iş hayatından erkeği de evden tecrit eden bir anlayış daha en başında aile mefhumuna darbe vurarak işe başlıyor demektir” demesi saf bir neoliberal demagoji değil. Derinleşen krizin yoksullar için yıkıcı olacak sonuçlarının göğüslenmesi için “ailenin güçlenmesi” şart. Aile programlarının önümüzdeki dönem bütçelerinin artırılmasının da, boşanmanın zorlaştırılmasının da, “Aileye verilen her destek kadına verilen destektir” diyerek sosyal yardım rüşvetiyle kandırma çabasının da bir sebebi var; “Ailenin ayrılmaz parçasının”, krizin angaryasını yüklenecek “lokomotif”in yolda bırakmasından korkuyorlar.

İşte bu yüzden dün memleketin yer herinde tüm baskılara, polis barikatlarına, linç riskine rağmen sokağa çıkan kadınlar, erkek şiddetinin yanı sıra, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nün tarihsel köklerinde yatan devlet şiddetine, her türlü şiddeti körükleyen ekonomik krize, kapitalist sömürüye ve ataerkil tahakküme karşı “Bir aradayız!” dedi. Kızın derneğinde ‘adalet’i eşitlikten kaçırmaya çalışanlar konuşadursun, sokaklar “Eşitlik!” diye inledi.