İşçi kadınlar ‘dinlenme hakkını’ anlatıyor: 'Canımızın ne istediğini unuttuk'
“8 saat canımız ne isterse” bugünün koşullarında hâlâ bir hayal. Kadın işçiler, bitmeyen mesailerle yaşamın kenarına itiliyor; dinlenmek, sosyalleşmek, hatta hayal kurmak bile lüks haline geliyor.

“8 saat çalışma, 8 saat dinlenme ve 8 saat canımız ne isterse!”

İnsanca yaşam koşullarını birkaç sözcükle özetleyen bu cümle, 139 sene öncesinden kulaklarımızda çınlasa da geçerliliğini yitirmiş değil. 8 saat çalışmanın istisna haline geldiği günümüzde, geçerliliğini yitirmekten de öte acil bir talep olma halini koruyor. Düşük ücretleri kısmen de olsa telafi etmek için kalınan fazla mesailer, yoğun üretim zamanlarından işinden olmamak için mecbur kalınan zorunlu fazla mesailer, ayı çıkarabilmek için gidilen ek işler derken ‘çalışma’ gündüzün neredeyse tümünü kaplıyor. ‘Dinlenme’ yarın tekrar işe gidebilecek enerjiyi toplamaktan öteye gitmiyor, ‘Canımızın ne istediği’ ise günden güne önemini yitiriyor.

Ne işte ne evde nefes alabilen, canının istediğini yapmayı bırak belki de hiç düşünememişlerin başında ise kadın işçiler geliyor. Yoğun mesai, kreşsiz mahalle, çokça ev işi derken kadın işçiler evle iş arasında mekik dokumaya devam ediyor; nefes almak unutulur hale geliyor. Bu taleplerin tam 139’uncu defa haykırılacağı 1 Mayıs’a günler kala, kadın işçiler ‘Canının ne istediğini’ anlatıyor.

İŞ HİÇ BİTMİYOR!

Ayşe’yle* bir tekstil atölyesinde, o tezgahta çalışmaya devam ederken yan yana geliyoruz. Ayşe günde 11 saate yakın, 08.30-19.00 arasında çalışıyor: “Çocuğumuza vakit ayıramıyoruz, eve vakit ayıramıyoruz. Daha kısa çalışsak yetişebiliriz belki.” Ayşe’nin biri 14 diğeri 15 yaşında iki çocuğu var. Haftanın 5 günü tam gün, cumartesi günü ise yarım gün çalışıyor. Asgari ücret alıyor. İşten çıkınca ne yaptığını soruyoruz: “Ortalığı topluyorum, ertesi günün yemeğini hazırlıyorum. Hiç iş bitmiyor. Cumartesi de işten çıkınca eve gidip mecbur temizlik falan yapıyorum. Dinlenmek için sadece pazar günü vakit oluyor.” Ayşe bu tempoyla dinlense dahi sürekli yorgun hissettiğini anlatıyor, “Çalış, çalış, çalış... Zaten 45’imizden sonra hepimiz bedenen biteceğiz” diyor.

Biraz daha fazla vaktimiz olsa: “Çocuklarıma vakit ayırırdım en çok, onları gezdirirdim. Rahat rahat hallederdim her şeyi. Şu an tüm bu işleri koştur koştur yapıyoruz. Yani vücudun dinlenmeye de ihtiyacı var. Ama hep bir koşuşturma, bir şey... Geniş bir vakit olsa düşünsene her şey ne kadar güzel olurdu” Ancak mesele saatle de bitmiyor. Ayşe atölyenin hemen birkaç sokak altında oturuyor. Mahalle de ‘canının istediğini’ yapma olanaklarını sunmuyor, Ayşe “Sadece AVM’ler var, onun dışında çok bir şey yok. Çocuklar için tiyatro gibi etkinlik alanları filan olsa iyi olurdu” diye anlatıyor. Ayşe’ye “Peki kendiniz için?​” diye soruyoruz. Ayşe gülüyor: “Kadınların rahatça oturup sohbet edebileceği yerler olsa, hem kendimizi rahat hissetsek hem de vakit geçirebilsek.” Ayşe daha önce 1 Mayıs’a gitmemiş, bu defa da gidemeyecek çünkü çalışıyor.

Elif* ise Trendyol’da depo işçisi. Günde 8 saat, haftada 6 gün çalışıyor. Üç vardiya çalışıyorlar. Vardiyalar haftalık olarak değişiyor, eğer hiç devamsızlık yapmazlarsa 35 bin liraya yakın ücret alıyor. Elif’in iki de çocuğu var, biri 4 diğeri ise 7 yaşında. Küçük çocuğunu kreş ücretleri çok yüksek olduğundan yakındaki bir sıbyan mektebine gönderiyor. “Eğer kadınlar bir de çalışıyorsa dinlenmek diye bir şey yok zaten. Bulaşık, temizlik derken 8 saat de oraya gidiyor zaten. Taş çatlasa 7 saat uyuyorsun.” Elif bu hafta ara vardiyada, 14.30-22.30 arasında çalışıyor. Ara vardiyasında bir gününü anlatıyor: “13.00 gibi evden çıkıyorum. 23.00’ü biraz geçerken evde oluyorum. Gelince bir bakıyorum ortalık dağınık, sonra biraz evi toparlıyorum. 12-1’i geçiyor saat. Araya kitap okumayı sıkıştırmaya çalışıyorum, okumayı çok seviyorum ama hiç vaktim olmuyor genelde. Sonra sabah 07.30 gibi tekrar kalkıyorum. Çocukları hazırlayıp okula gönderiyorum. Sonra tekrar iş için çıkıyorum.” Pazar günleri genelde dinlendiğini söylüyor, “Çünkü aşırı bir yorgunluk hissediyorum üstümde. Ama her zaman bunu yapamıyorum tabii. Bazen de annemlerde iş çıkıyor, temizliğe falan çağırıyorlar. Geçen hafta öyle oldu mesela, çağırdılar gittim. Dinlenemedim mecbur. Çok zor geçiyor tabii.”

ÇALIŞMAK ZOR AMA İYİ GELİYOR

Elif koşullarından yakınırken bir yandan da çalışmayı sevdiğinden de söz ediyor: “Ben çocuklar doğduğundan beridir çalışamıyordum. Ama şu an çalışmak daha iyi geliyor bana evde oturup durmaktan. Tüm gün evde dur dur, iş iş... İnsan bunalıyor. Mesela geçen gün kızımın sınıfını sinemaya götürdüler. Eğer sadece eşim çalışıyor olsaydı veremiyorduk sinema parasını, en azından bu defa gönderebildik.” Elif’e nasıl koşullarda daha rahat çalışabileceğini soruyoruz, “Çalışıyorum ben mesela ama çocuğumu bir yere bırakmak için de para ödemek zorunda kalıyorum. Aylık 6 bin sıbyan mektebine veriyorum, 9 bin lira malzemeler için istediler. Üstüne bir de çocukta aklım kalıyor. Yakında ya da iş yerinde kreş olsa bu sorunu çözer mesela. Ya da çocukların iyi vakit geçirebileceği alanlar olabilir, bize de zaman kalır öyle.” Yazın kreşin kapalı olduğu bir ayda Elif, çalışabilmek için sadece gece vardiyasında çalışmak zorunda kalacak.

Peki Elif kendisine vakit kalsa ne yapmak isterdi?: “Çok da hayal kalmadı da, bol bol kitap okurdum. Çocuklarla daha fazla vakit geçirmek isterdim. Biraz dolaşmak, beraber bir şeyler yapmak isterdim. Çok uzun zamandır göremediğim arkadaşlarım var. Onlarla görüşmek, öyle sosyalleşmek isterdim.”

*Kadınların isimleri iş güvencesine ilişkin kaygılar nedeniyle değiştirilmiştir.

Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel