'Hayır' demek yeter mi?
Çalıştığımız hastanede, belediyede, fabrikada, okuduğumuz okulda, oturduğumuz mahallede tüm kutuplaşmaları bertaraf edecek bir ortaklık kuralım. Zor mu? Değil!

Bundan 50 yıl sonra Türkiye’de 2017 yılı nasıl anılacak dersiniz? Bunu bugün yapacağımız tercihler belirleyecek belirlemesine ama bir toplumdaki siyasi kutuplaşmanın “evetçi” ve “hayırcı” diye iki kelimeyle özetlendiği az görülür şey doğrusu. Çocuklarımızın ve hatta torunlarımızın nasıl bir ülkede yaşayacağına karar vermek bu iki kelimeden birini seçmek kadar kolay mı? Torunlarımıza okutulacak tarih kitaplarında şunu mu görmek istiyoruz örneğin: “Türkiye 2017 yılında yapılan referandumda yasama, yürütme ve yargıyı tek bir merkezde, başkanlıkta birleştirip rejim değişikliğine gitmiştir.” Sadece bunu düşünmek bile bugün vereceğimiz kararın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Uzun lafın kısası, evet demenin bir vebali, hayır demenin bir sorumluluğu var. Ne diyeceğiz, nasıl diyeceğiz?

CEVAP: EVET
SORU NEYDİ?

Dünyanın en çok kadın üye sayısına sahip olmakla övünen ama Meclisteki milletvekili sayısının sadece 10’da 1’inin kadın olduğu AK Parti’nin Kadın Kolları bir araştırma yaptı. 81 ildeki kadın kolları teşkilatlarına anayasa değişikliği ile ilgili kafalarına takılan soruları sordu ve rapor haline getirdi. 1000 tane soru çıkarılmış, 100 soruda özetlenmiş. Kamuoyuyla paylaştıkları bazı soruları beş başlıkta özetlemek mümkün: 

1. Anayasa Değişikliğinin Yöntemi: Darbe anayasasını tamamen değiştirmek yerine niçin kısmi değişiklik yapılıyor? Anayasa tekrar değişir mi? Anayasa değişikliği süreci nasıl işleyecek?
2. Yönetim Sistemi / Rejim: Başbakanlık makamı ne olacak? Partilerin genel başkanlarının durumu ne olacak? Seçilemeyen aday partisinin genel başkanlığına devam edebilecek mi? Seçim ittifakı ile cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda TBMM'de, cumhurbaşkanı ile farklı düşünen bir çoğunluk olması sistemi kilitler mi? Anayasal yurttaşlık tesis edilecek mi? Anayasa değişikliği yargıyı nasıl etkileyecek?
3. Ekonomi: Bütçe nasıl hazırlanacak? Kurumlar baskısı ne olacak? Türkiye’nin ekonomik durumu ne olur? Bir ailenin geçim bütçesi değişecek mi? Anayasada ev hanımlarına ve çalışan bayanlara emeklilik konusunda kolaylık sağlanacak mı? Üç çocuklu kadınlara sigorta ve maaş hakkı sağlanacak mı?
4. Güvenlik: Partili Cumhurbaşkanlığı gelirse terör ve savaşla daha etkin mücadele sağlanır mı? Anayasa değişikliği ile sınır dışında yapılan askeri operasyonlar nasıl şekillenecek?
5. Kadınların Statüsü: Anayasa değişikliğiyle kadının siyasi rolü ne olacak? Kadın belediye başkanlarına daha çok önem verilecek mi? Kadınlara şiddetin önüne geçilebilecek mi? Kadın ve çocuk istismarı için özel maddeler içerecek mi?
AK Parti Kadın Kolları Başkanı ve Ankara Milletvekili Lütfiye Selva Çam, bir toplantı yapacaklarını ve cevapların il başkanlarına teslim edileceğini söyledi. Cevaplar teslim edilmemiş olsa da kadın kolları teşkilatları son bir aydır mahallelerde aktif bir “evet” kampanyası yürütüyor.
Peki, bu tablo bize ne söylüyor? Bir kere yapılan anketlerden çıkan önemli bir sonucu cebimize koyalım: Seçmenin yüzde 76’sı oy vereceği anayasa değişikliğinin içeriğini bilmiyor. Yukarıdaki sorulardan anlıyoruz ki, bizzat anayasa değişikliğini gündeme getiren iktidar partisinin kadın üyeleri de değişikliğin içeriğini tam bilmiyor. Her fırsatta “kadınların üzerinde yükselen bir parti” olmakla övünen bir parti kendi üyesi olan kadınların bile nasıl bir anayasa istediğini onlarla konuşmuyor, tartışmıyor. Resmen “Siz hele bir evet deyin, biz size neye evet dediğinizi sonra anlatırız” deniyor. Söz konusu bir kadının anayasadan beklentileri olduğunda “hayırcı” ya da “evetçi” fark etmiyor. İnsanın, “Aceleniz ne? Madem nasıl yönetileceğimize karar vereceğiz şifa için gelin bir de kadınlara sorun. Bakalım biz nasıl bir anayasa, nasıl bir yönetim şekli istiyoruz?” diyesi geliyor.




EVET DEMENİN VEBALİ
Ama acele işe şeytan karışır demeyenler var. Mesela 957 mahalle teşkilatı olan AK Parti İstanbul Kadın Kolları Başkanı Şeyma Döğücü, yaptığı açıklamayla çalışmalara başlandığını duyurdu. Mahallelerdeki sandık yönetim kurulu üyesi kadınlarla her gün toplantı yapılıyor. Peki, kadınların sorularına verilecek cevap anahtarı henüz dağıtılmamışken, Şeyma Döğücü nasıl evet oyu istiyor, aktaralım:
“Biz bu vatan uğruna, bu ülke, bu millet için, bu bayrak için evlatlarını şehit vermeyi göze almış anneleriz, kardeşlerini şehit vermeyi göze almış kız kardeşleriz, kendi canlarını feda etmeyi göze almış kahraman kadınlarız. Bu ülkenin koşması için, önündeki engellerin kaldırılması için ne çalışma gerekiyorsa o çalışmayı bugün ‘Bismillah’ diyerek başlatacağız, inşallah referandum sandığına gidene kadar da hiç durmayacağız, hiç yorulmayacağız.”
Şimdi sadece bir karşılaştırma yapalım. Kadınlar soruyor: Anayasa değişikliğiyle kadının siyasi rolü ne olacak? Şeyma Hanım cevaplıyor: Kadınlar evlatlarını, kardeşlerini şehit vermeye, kendi canını feda etmeye hazır. Kadınlar soruyor: Türkiye’nin ekonomik durumu ne olur, bir ailenin geçim bütçesi değişecek mi? Şeyma Hanım cevaplıyor: Bu ülkenin koşması için, önündeki engellerin kaldırılması için ne çalışma gerekiyorsa bugün başlayacağız.
Nedir bu “engeller”? Bir, güvenlik ve terör. Peki, Türkiye bu engeli atlayıp nasıl koşacak? Milli güvenlik ve yurt savunmasında karar yetkisini, OHAL, seferberlik ve hatta savaş ilan etme yetkisini meclisten alıp tek bir kişiye vererek mi? İki, işsizlik ve hayat pahalılığı. Bu engelden nasıl sıyrılıp koşalım? Ülke bütçesini belirleme, asgari ücreti, vergi oranlarını ve muafiyetini belirleme yetkisini bakanlar kurulu ve meclisten alıp tek bir kişiye vererek mi? Üç, demokratik haklar ve özgürlükler. Haydi koşalım, ama nasıl? Bütün yurttaşlık haklarının askıya alındığı OHAL ilan etme kararını bakanlar kurulu ve meclis onayından alıp tek bir kişiye vererek mi? Hedeflenen rejim “sürekli OHAL”, kadının siyasi rolü “şehit anneliği.” İşte evet demenin vebali bu.

BU KUTUPLAŞMADAN ‘HAYIR’ GELMEZ
“İki başlılık kalkacak, siyasi kutuplaşma yok olacak” deniyor. Doğru, nicedir sanki birbirimizin düşmanıymışız gibi bir hava estiriliyor. Bir taraf “vatan sevdalısı”, öbür taraf “vatan haini”. Ama bunu her iki taraf da söylüyor. Bir taraf diğerini “makarnacı, çıkarcı ve cahil” olmakla suçluyor, diğer taraf beri tarafa “terörist, çapulcu, bölücü” diyor. Okuduğumuz gazeteler, izlediğimiz televizyonlar, görüştüğümüz komşular ayrışıyor. Hayır diyen siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar gözaltına alınıyor. Evet sesi baskın çıktıkça hayır diyecek olanlar daha çok kabuğuna çekiliyor, sadece kendi gibi düşünenlerle iletişim kurmaya başlıyor. Abartarak söyleyecek olursak ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Bir hayırcı bir hayırcıya gel beraber hayır diyelim, demiş.
Gelin şu kutuplaşmanın sırrını koparalım, altından ne çıkacak birlikte bakalım. Yukarıdaki sorular sadece bir tarafın soruları mı? Anayasa değişikliği hazırlanırken “hayırcılar” dışlandı, bu doğru. Peki, “evetçiler”e sorulmuş mu? Ülke bütçesinin nasıl hazırlanacağı, asgari ücretin nasıl belirleneceği, bir ailenin geçim bütçesinin nasıl etkileneceği herkesin ortak derdi değil mi? Çalışan kadının aldığı ücret, sigorta ve emeklilik hakkı kutuptan kutba değişiyor mu? Kadına yönelik şiddetin önüne geçmeyen, çocuk istismarını engellemeyen bir anayasa hangi kadının anayasası olabilir ki? Sorular ortak, sorunlar ortak, kaygılar ortak. O zaman kadını kadına düşman yapan bu kutuplaşmadan kimseye ‘hayır’ gelmeyeceği ortada.




HAYIR DEMENİN SORUMLULUĞU
Bize dayatılan iki şıklı soruya “evet” demenin bir vebali varsa, “hayır” demenin de bir sorumluluğu var: bir araya gelip konuşmak. Birbirimize sorular sormak, birbirimizden cevaplar istemek.
Darbe anayasasını kimse savunmuyor mesela. O zaman demokratik bir anayasa nasıl hazırlanmalı? Kapalı kapılar ardında, halktan gizli saklı pişirip sofraya koyarak mı? Yoksa mahalle mahalle, dernek dernek toplantılar yaparak mı?
İstediğimiz yönetim biçimi nedir? Memleket kolay yönetilsin diye tüm yetkilerin bir kişide tekleşmesi mi? Seçim barajının olmadığı, toplumun her kesiminin mecliste temsil edildiği ve halkın yöneticileri denetleyebildiği bir rejim mi?
Anayasa nasıl bir ekonomik düzen sağlamalı? Semirmek için sömürenlerin korunup kollandığı bir düzen mi? Doymak için çalışmak zorunda olanların haklarının garantiye alındığı bir düzen mi?
Kadınlar nasıl bir anayasa ister? “Kadın ve erkek eşit değildir” diyen birine tüm bakanları, kamu kuruluşlarının yöneticilerini atama yetkisi veren bir anayasa mı? Sosyal hayatta, çalışma yaşamında ve aile içinde gerçek bir eşitliği sağlama alan, ayrımcılığı ve şiddeti suç sayıp yaptırım uygulayan bir anayasa mı?
Tüm bu soruları birbirimize sorup ortak cevaplar bulmadıkça, basılacak hayır mührünün altını doldurmadıkça, “evet” diyen ya da kararsız olan kadınları uzaktan seyredip yalnız bıraktıkça “hayır” demek “havalı bir ukalalık”tan öteye geçemeyecek. Yani kuru kuru bir hayır yetmiyor. Kendimizi “iyi” hissettiğimizi sandığımız “hayır mahallesi”nden çıkmak, çalıştığımız hastanede, belediyede, fabrikada, okuduğumuz okulda, oturduğumuz mahallede tüm kutuplaşmaları bertaraf edip hayırlı bir ortaklık kurmak gerekiyor. Bu da “öbür” mahalleye gitmeden mümkün değil. Ancak o zaman üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü bu kısır döngü kırılabilir; üç ‘hayır’ bir ‘evet’i götürebilir. İşte o zaman gerçekten kendimizi iyi hissedebiliriz.