Bir ‘ilerici kapitalizm’ yalanı: Levi’s ve Özak direnişi
Bir tekelin yalanları Türkiye’nin bir kentinde, Urfa’da yaşanan gerçeklerle boşa düşüyor...

Kapitalist toplumda gündelik yaşam irili ufaklı çarklarıyla tıkırında işleyen devasa bir makine görüntüsü verir. Ancak bazen bu devasa makinenin minicik bir yerinde yaşanan anomali, bütün bir tasarımı mekanizmalarıyla birlikte ifşa ediverir. Tek bir mikro olayda, makro olan teşhir olur. İlk ayını geride bırakmak üzere olan Özak Tekstil işçilerinin direnişi gibi. Tek bir olayda; patron ve işçilerin uzlaşmaz karşıtlık içinde bulunan iki sınıf olduğu, sarı sendikacıların kapitalist sınıfın işçi sınıfı içerisine yerleştirdiği bir Truva atı olduğu, kapitalist devletin, polis, jandarma gibi zor aygıtlarıyla ve müftülük gibi ideolojik aygıtlarıyla tabiatı gereği kapitalist sınıftan yana tutum aldığı, ataerkil ideolojinin hane içiyle sınırlı kalmayıp esas olarak sınıf mücadelesinde de kapitalistler lehine kullanışlı bir ideoloji olduğu ve benzeri pek çok sisteme içkin özellik kısa süre içinde faş oldu. Kapitalist sistemin sömürüye dayanan özü, tüm yanıltıcı görünümlerini yırtıp atarak gerçek görünümüne büründü.

Bir yanda da Özak Tekstil’in tedarikçi üreticisi olduğu Levi Stauss & Co. tekeli ve onun başat markası Levi’s’ın ikiyüzlülüğü. İşçilerin patron baskısıyla değil kendi iradeleriyle seçtikleri BİRTEK-SEN’in ısrarla Levi’s’ı “aksiyon almaya” çağırmaları boşuna değil. Zira Amerikan tekstil tekeli, son yıllarda ayrımcılığa karşı çeşitliliği savunan ve işçilerin üretimde daha fazla söz sahibi olmasını öngören programları uygulamaya koyduğunu ilan ederek “ilerici” bir kapitalist imajı çizmeye çalışıyor.

‘BİLİNÇLİ KAPİTALİZM’: KİMLİK HAREKETLERİNDEN ŞİRKET POLİTİKALARINA

Kapitalizmin sistematik olarak yarattığı tüm sorunların ancak kapitalistlerin girişimiyle çözülebileceği propagandası yeni değil. Geçtiğimiz yüzyıl sonlarında eğitim, sağlık ve istihdam alanlarında “fırsat eşitsizliği” sorununu konu edinen “sosyal sorumluluk projeleri” bu propagandanın izahtan vareste örnekleri. 21. yüzyılda ise bu propagandanın daha gelişkin bir versiyonuna tanıklık ediyoruz. Kapitalist tekeller, toplumsal hareketlerin ve kimlik mücadelelerinin taleplerini, kavram ve söylemlerini kendi sınıf temsillerinin bir unsuru haline getiriyor. Geleneksel toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okuyarak kadınların güçlendirilmesi odaklı reklamcılık, kısa adıyla “feminist reklamcılık” (femvertising) bunun en yaygın örneklerinden biri. Fakat kapitalizmin, Türkiye’deki 8 Mart reklamlarından da tanık olduğumuz, bu görece yeni öz temsili cinsiyet eşitsizliğiyle sınırlı değil, ırkçılığa karşı “Siyah Hayatlar Değerlidir” (Black Lives Matters) hareketinin, homofobiye karşı LGBT hareketinin söylemlerinin enstrümanlaştırıldığı çeşitlilik destekçisi söylemler, çevre mücadelelerinin taleplerinin sözde küresel iklim değişikliğine duyarlı üretim süreçlerinde kullanılması gibi pek çok başka örnek de sıralamak mümkün. Bu sözde yeni ve duyarlı eğilim ise “bilinçli kapitalizm”, “toplumsal hareket pazarlamacılığı” (social movement marketing) ya da “marka aktivizmi” (brand activism) gibi çeşitli başlıklar altında pazarlanıyor. Öyle ki bizzat tekeller tarafından fonlanan ya da organize edilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerine, homofobiye karşı bir duruş gibi görünen ama özünde fani dünya dertlerinden azade, orta sınıf eğlence düşkünü eşcinsel ve trans özneliğini yeniden üreten dijital platform dizilerine daha sık tanık oluyoruz. Tekeller bu gibi duyarlılıklara fon ayırmada bir rekabet pozu veriyorlar.

LEVI’S’IN ÇEŞİTLİLİK SORUNUNA ÇÖZÜM PLANI: SÖMÜRÜYÜ KİMLİKLERE YAYMA

Özak Tekstil işçilerinin direnişiyle gündemimize gelen Levi Strauss&Co şirketi ve Levi’s markası da ilericilik yarışına giren bu tekellerden biri. Bavyera’dan Kaliforniya’ya göç eden Alman-Yahudi Girişimci Levi Strauss tarafından 1853 yılında küçük ölçekli üretimle yolculuğuna başlayan şirket, 2003 yılında Amerika’daki son fabrikasını da kapatarak üretiminin büyük çoğunluğunu başta Bangladeş olmak üzere, Çin, Hindistan, Sri Lanka, Vietnam ve Endonezya’ya kaydırmış durumda.

Asya’dan Urfa’ya kurulan sömürü tezgahı BİRTEK-SEN Avukatı Tugay Bek tarafından 18 Aralık 2023 tarihli Evrensel’de kaleme alınmıştı. Bu yazıda, sömürüdeki bu çeşitlenmenin şirket ve marka politikasındaki çeşitlenmesiyle nasıl gizlenip meşrulaştırılmaya çalışıldığını markanın sitesinde ilan ettiği bir politika metni üzerinden ele alacağız. Metnin üst başlığı “Siyah insanlar daha iyisini hak ediyor”; ana başlık “Levi Strauss Şirketinin çeşitlilik problemi ve bunu çözme planımız”, hemen ardından motto geliyor: “Değiştirmeyi taahhüt ediyoruz. Bugün.”

Şirketin taahhüt metni, 2020’de Amerika’dan başlayarak tüm dünyada ırkçılık karşıtı bir protesto dalgasının işaret fişeği haline gelen George Floyd’un siyah olduğu için polis tarafından öldürülmesine atıfla başlıyor. Temsiliyet, fırsat ve güç/iktidar alanlarında yaşanan sistemik “başarısızlığın” şirket adına adeta bir “öz eleştirisi” sunuluyor. İş gücünün yüzde 57’sinin kadın olduğundan hareketle cinsiyet temsilinde kendini başarılı bulan şirket, kendi deyimleriyle “ırksal çeşitlilikte” (racial diversity) iyi bir sınav vermediğini itiraf ediyor. Amerika’daki çalışanları arasında beyazların çoğunluk oluşturduğu şirket, Hispanik/Latin, Siyah/Afrika kökenli, Asyalı, iki ya da fazla ırka mensup, yerli Hawaii ya da Pasifik Adaları kökenli, Amerikan yerlisi ya da Alaska yerlisi çalışanların, kısaca “ırksal çeşitliliğin” özellikle perakende depolarında ve dağıtım merkezlerinde yoğunlaştığını sayısal verilerle tespit ediyor. Alt kademelerinden yukarı çıkıldıkça şirketin dramatik oranda “beyazlaştığı” söyleniyor. Kendisini “Kendisiyle gurur duyan ilerici bir şirket” olarak tanımlayan ve kurulduğu günden bugüne “Marjinalize edilen gruplar için eşitliği savunduğunu” iddia eden Levi Strauss, şimdiye kadar, LGBT hakları, göçmenler ve kadınlar için eşitlik adına yaptıklarını sıralıyor. George Floyd’un ölümü ve ardından gelen protestolarla birlikte Amerikan Sivil Özgürlükler Derneğine (American Civil Liberties Union/ACLU) ya da bireysel silahlanma karşıtı, ırksal eşitlik ve ekonomik adalet savunucusu LIVE FREE örgütüne yaptığı 100’er bin dolar bağışla, son birkaç yılda sosyal adaleti ve eşitliği ilerleten örgütlere toplamda 37 milyon dolardan fazla yatırım yapmakla övünüyor. Amerika’daki şirket içinde köleliğin yasaklandığı 10 Haziran gününü ücretli izin günü ilan etmekle ilericilik karnesine bir puan daha eklediğini ima ediyor. Ama tüm bu ilerici hamlelere rağmen bir itiraf daha geliyor: “Kendi çalışanlarımız için yapılması gerekenlerin yarısını dahi yapmış değiliz. Daha fazlasını yapmalıyız.”

Yapacaklarını taahhüt ettikleri arasında, yürütücü düzeyde bir “Çeşitlilik, İçerme ve Aidiyet Yönetimi”nin kurulması, siyahların gittiği kolej ve üniversitelerle iş birliğinin geliştirilmesi, işe alım görüşmelerini yapanlar arasında “ırksal çeşitliliğin” gözetilmesi, yönetim kuruluna siyah bir üyenin dahil edilmesi, yöneticilerin tamamının ırkçılık karşıtı eğitimden geçmesi, eşit ücretlendirme gibi bir dizi maddenin yanı sıra şu taahhüt de bulunuyor: “Çalışan kaynak gruplarımızı dünyanın her bölgesine yayarak, tüm dünyadaki çalışanlarımızın kolektif sesini daha da yükseltmesini teşvik edeceğiz.”

Taahhütlerin altına hamasi sloganlar sıralanıyor:
“Çeşitlilik gücümüzdür’ sadece bir slogan değil, bu bir mantık. Levi’s ürünleri altı kıtada satılıyor, yedi kıtada giyiliyor. Blue jeani, kökeni ne olursa olsun herkes tarafından giyilen bu kıyafeti biz icat ettik. Hizmet ettiğimiz toplulukları en iyi şekilde temsil edebilmemiz için bu toplulukları temsil eden bir iş gücüne sahip olmalıyız.
Bugünden başlayarak, Levi Staruss şirketinin kalbindeki eşitsizliğin kökünü kurutmalıyız. Bugünden başlayarak, burada çalışan herkese layık bir şirket inşa etmeliyiz. Bugünden başlayarak değerlerimizi yaşamaya başlamalıyız.”

İŞÇİNİN ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ LEVI’S’IN GARANTISI ALTINDAYMIŞ...

Çalışanlarının maruz kaldığı ayrımcılık karşısında bu denli ateşli eşitlik sloganları atan Levi Strauss Şirketinin, “ilericilik” iddiasını işçi-patron ilişkilerine taşıması şaşırtıcı olmasa gerek. Şirketin beyanına inanacak olursak, son 30 yıldır, kapsamlı iş ahlakı yönetmeliği geliştirmek suretiyle sorumlu tedarik zinciri pratiklerinde endüstrinin standardını onlar belirliyormuş. Levi Strauss & Co sözleşme kuralları (Terms of Engagement) adını taşıyan bu belge, hem çevrenin hem de işçilerin temel ihtiyaç ve haklarını korumaya yönelikmiş ve tekstil sektöründe öncü bir rol oynamış.
Belge başlıkları çok çeşitli. Biz konumuzla doğrudan ve acil bağlantısı olan “örgütlenme özgürlüğü” ilkesine bakalım: “Ls&Co işçilerin kendi tercih ettikleri örgütleri kurma ve katılma ve toplu pazarlık yapma hakkına saygı duyar. Tedarikçiler, yasa dışı müdahale olmaksızın özgürce örgüt kurma hakkı ve örgütlenme ve toplu pazarlık yapma hakkına saygı duyacaktır. Tedarikçiler; bu gibi kararlar alan ya da bu türden örgütlere katılan işçilerin, ayrımcılığa, tacize ya da cezalandırma amacı güden eylemlere maruz bırakılmamasını, yerel kanunlar çerçevesinde ya da işveren ve işçi örgütleri arasındaki karşılıklı anlaşmayla, bu örgütlerin temsilcilerinin üyelerine erişimini garanti altına almalıdır.”

‘İŞÇİ ESENLİĞİ’ GİRİŞİMİ: SÖMÜRÜYE İŞÇİYİ DE ORTAK ETME

Bu 30 yıllık “işçi dostu” yaklaşımın bir sonraki aşamasını ise pilot uygulaması 2011’de başlayan “İşçi Esenliği” (The Worker Well-Being) girişimi oluşturuyor. “Taşeronlar/tedarikçiler ve işçilerle onların ihtiyaçlarını karşılayan programlar tasarlamak ve hayata geçirmek üzere iş birliği” iddiasını taşıyor. Girişimin ilk adımının işçileri dinlemek olması “özgün” yaklaşımın alametifarikasıymış. Şirket; tedarikçilerinin, işçilerin daha çok katılımcı, sağlıklı ve üretken işçiler olmak için neye ihtiyaç duyduğunun belirlenmesinde ilk elden fabrika işçileri arasında anketvari araştırmalar yapıldığını ilan ediyor. Bir kere bu ihtiyaçlar işçilerle belirlendikten sonra, tedarikçilerin yerel ve ulusal sivil toplum örgütleriyle birlikte işçilerin ihtiyaçlarını gideren programları hayata geçirmesi bekleniyor.
Peki, şirketin beyanına göre, 2011-2020 arasındaki sonuçlar neler? Bir kere program, 16 ülkedeki 118 fabrikada 195 bin işçiyi kapsayacak şekilde uygulanmış -ki bu üretim hacminin yüzde 65’ine tekabül ediyor. Tedarik zincirinin her aşamasında sürdürülebilirlik ve sosyal faydalar bakımından olumlu sonuçlar elde ettiği kanıtlanmış. Üstelik, konfeksiyon işçilerinin sağlığı ve esenliğini ilerletmek üzere yeni iş birlikleri geliştirilmiş. Şirket, 2025 yılı itibarıyla, tüm stratejik tedarikçileriyle birlikte “İşçi Esenliği” girişiminin 300 bin işçiyi içerecek şekilde uygulanmasını hedefliyor.

ÖZAK DİRENİŞİNİN GÖR DEDİĞİ: İŞÇİ DOSTU KAPİTALİZM OLMAZ
Sonuna geldiğimiz bu yazının her satırı, Bangladeş’ten Urfa’ya kurulan sömürü tezgahında, tek bir şirket nezdinde tekelci kapitalizmin ikiyüzlüğünü teşhir ediyor. Ancak mesele sadece ahlaki bir ikiyüzlülük değil, bu bir sınıf tavrı, bir sınıf karakteri. En önemlisi de iki sınıf arasındaki mücadelenin aldığı ideolojik bir biçim. Tekelci kapitalistlerin işçilerin sömürüsüne dayanan çıkarlarını, çeşitli toplumsal hareketleri, kimlik mücadelelerini ve hatta işçi haklarını araçsallaştırarak tüm bir toplumun çıkarlarıymışçasına sunma girişimi. Ne var ki, gerçek karşısında bir o kadar da güçsüz bir girişim. O gerçek ki 6 kıtada at koşturan bir tekelin yalanlarını Türkiye’nin bir kentinde, Urfa’da yaşanan gerçeklerle boşa düşürüyor. Selam olsun dünün, bugünün ve geleceğin gerçeğinin yaratıcılarına, selam olsun Özak direnişine!

Fotoğraf: Mesut Baylav/Evrensel

İlgili haberler
Bangladeş’te tekstil işçileri ayakta!

Çoğu kadın yaklaşık 4 milyon işçinin çalıştığı 3 bin 500 civarı fabrikasıyla dünyanın en büyük ikinc...

Özak Tekstil işçisi kadınların var olma mücadelesi...

BİRTEK-SEN üyesi bir kadın işçinin işten atılmasıyla başlayan ve yaklaşık 1 ayı geride bırakan Özak...

İşte Özak Tekstil gerçeği: İşçiler günde 20 saat ç...

İşçilerin sendikal hakları için direnişe geçtiği Özak Tekstil’le ilgili denetim raporu içerideki söm...